
NOT: DERHAL Edebiyat ve Kültür Dergisinin Mart-Nisan 2025 tarihli 7. sayısından…
DERHAL DERGİSİ: Ertuğrul Hocam, sizi akademik yönünüz ile birlikte özellikle Balkan Türk Edebiyâtı üzerine yaptığınız çalışmalarla tanıyoruz. Bu alanda sizinle yapacağımız söyleşinin gönül coğrafyamızın batı kıyısını öğrenmeleri açısından okurlarımız için bir şans olacağını düşünüyoruz.
- Öncelikle öğrenmek istediğimiz. Sizi Balkan coğrafyasındaki Türk edebiyâtı üzerine yönelmeye iten şeyin ne olduğudur.
Hususiyetle Üsküplü büyük Türk şairi Yahya Kemal’in sık sık vurguladığı “rüyasını görmek” şeklinde bir tabir vardır. Anlattığın dersin rüyasını görmek… Mesleğinin rüyasını görmek… Yine Yahya Kemal’in tabiriyle “Müslümanlığın çocukluk rüyasını” görmek… Vücuda getirdiğin/getireceğin tezin (y. lisans veya doktora) rüyasını görmek… Fatihler için, “fethedilecek şehrin rüyasını” görmek… 1970’lerde bir gurbetçi olarak tren ile Almanya’ya giden, her yolculuğunda merak ile Balkan coğrafyasını gözlemleyen merhum babamın küçüklüğümde o coğrafya ile anlattıkları, benim de Ballan coğrafyasının rüyasını görmeme zemin hazırladı, diyebilirim. Hususiyetle de ilk olarak Filibe, Sofya, Niş, Belgrad şehirlerine yönelik bir merak uyanmıştı içimde. Ve ortaokul dönemimden başlayarak yıllar süren okumalarımla bu merak genişleyip Saraybosna, Prizren, Varna, Manastır, Debre, İşkodra, Berat ve hususiyetle de Üsküp’e uzandı. Yine Yahya Kemal’in tabiriyle “âteşin bir iştiyak” ile Balkanlar’a dair okumalar yıllarca devam etti… Bu tecessüs ve iştiyak, doktora tezime dair tercihe kadar taşıdı beni. Balkan coğrafyasına olan merakım sadece tarihî değildi. Balkanlar’ın coğrafyasına, insanına, kültürüne, bizden kalan mimari eserlerine, mezar taşlarına kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsıyordu bu merak. Dolayısıyla bunların hepsini kapsayan bir alan olan Balkan Türk Edebiyatı ancak bu âteşin tecessüsü tatmin edebilir düşüncesiyle bu alanda akademik çalışmalar yapmaya başladım. Doktora tezimde “Sesler Dergisi Etrafında Teşekkül Eden Çağdaş Makedonya ve Kosova Türk Edebiyatı” konusu ele almıştım. Daha sonraki yıllarda da Filibe, Kalkandelen ve Üsküp gibi şehirlerde ders verme imkânı bulmamın yanında araştırmalar yapmam da bendenizi Balkanlar’a daha çok bağladı. Bu bağlılık, içimize bu iştiyakı lütfeden Allah’ın izniyle de ömür boyu sürecektir diye düşünüyorum…
- Balkan Türk Edebiyâtı kronolojik ve edebî bir tasnife mi tutulur yoksa siyasi bir bakış açısı ile Osmanlı ve sonrası şeklinde bir tasnif mi vardır?
Edebiyat, bir milletin kültür ve medeniyetinin kelimelerden müteşekkil aynası olma vazifesini görür. Aslında biz hem lisans hem de lisansüstü seviyede Balkan Türk Edebiyatını “Balkanlar’da Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin tarihi” ile başlatıyoruz. En az iki veya üç hafta boyunca İskitelerden, Hun Türklerinden, Avarlar’dan, Peçenekler’den başlayıp Sarı Saltuk dönemiyle devam eden ve Gazi Süleyman Paşa’dan itibaren Osmanlı devri fütuhatıyla zirveye ulaşan bir medeniyet tarihi okuması yapmayı vaz geçilmez olarak görüyorum. Bu detaylı okumayı Balkan Türk Edebiyatı derslerinin olmazsa olmazı olarak görüyorum. Ardından da coğrafya ve tarih okuması geliyor. Coğrafya, tarih, şehir tarihi ve medeniyeti olmadan Balkan Türk Edebiyatı kesinlikle anlaşılamaz. Vardar’ı, Tuna’yı, Meriç’i, Arda’yı, Karasu’yu, Drina’yı, Sava’yı, Kara Drim’i, Kamçı’yı; Koca Balkan’ı, Rodoplar’ı, Igman Dağı’nı, Şar Dağları’nı, Baba Dağı’nı, Korab Dağı’nı, Dambalı Dağı’nı; Üsküp’ü, Radoviş’i, Gostivar’ı, Prizren’i, Priştine’yi, Yeni Pazar’ı, İpek’i, Filibe’yi, Gümülcine’yi, İskeçe’yi, Şumnu’yu, Plevne’yi bilip anlamadan Fahri Kaya’yı, İlhami Emin’i, Abdülfettah Rauf’u, Ömer Osman Erendoruk’u, Mehmet Türker’i, Recep Küpçü’yü, Rahmi Ali’yi, Reşit Hanadan’ı, Zeynel Beksaç’ı, Taner Güçlütürk’ü ve daha nicelerini anlama faaliyetimiz hep yarım kalacaktır. Bunun için bütüncül bir okuma yapmaya ihtiyaç vardır. Bazı kaynaklarda “Balkan Türk Edebiyatı” deyince sadece komünizm dönemi sonrasından başlayarak okumalar da yapıldığı görülmektedir. Oysa bölgedeki Türk edebiyatının tarihi konuşulacaksa söze Attila’nın cenazesinde söylenen ağıtlardan, Şan Kızı Destanı’ndan, Sarı Saltuk menkıbelerinden bahsederek başlanmalı. 14. asırdan 20. asra uzanan uzun bir süreçte asırlarca Balkanlar’ın hemen her bölgesinde güçlü bir şekilde devam eden klâsik dönem Türk edebiyatı üzerinde durduktan sonra da iki dünya savaşı arasındaki geçiş devrinin zorluklarından ve her şeye rağmen bölgede eser veremeye devam edenleri anmak elzemdir. Bütün bu yüzyılları kapsayan süreci görmeden 2. Dünya Savaşı sonrası dönemden başlamak mümkün değildir. Yakın dönemin hafızalarda daha taze olması ve daha çok ilgi görmesi tabiidir. Ancak bilimsel bakış açısı edebiyat tarihine bütüncül bakmayı gerektirir.
- Balkan Türk Edebiyâtı denilince ilk akla gelen şiir midir nesir mi?
Bu soruya bir dönem Makedonya ve Kosova Türk edebiyatının “belkemiği” olarak nitelendirilen ve 1965-2001 yılına kadar çıkan bir dergi olan “Sesler” örneği üzerinden cevap verecek olursak şiir türünün bariz olarak önde olduğu görülüyor. Mesela çevirilerle beraber dergide toplamda yaklaşık 7000 civarı şiir ve 700 civarı hikâyeye tesadüf edilir. Bunlardan yaklaşık 300 kadar hikâye Makedonya-Kosova Türk yazarlarına ait iken 3000 kadar şiir de yine bu edebiyatçılara aittir. “Sesler” dergisi bize fikir vermesi açısından bir misaldir. Şiir türünü hikâye türü takip etse de deneme veya sohbet olarak adlandırabileceğimiz düşünceye dayalı yazıların da yeri mühimdir. Ancak bir bölge edebiyatına ağırlık katan bir tür olarak “roman” türünde eser vermenin istenilen seviyede olmadığını da üzülerek belirtmek gerekir. Bu açıdan; Ömer Osman Erendoruk, Kemal Şevket Batıbey, Mehmet Türker, İlhami Emin, Sabri Tata, Reşit Hanadan, Mebruh Mirtoski, Hüseyin Musli gibi isimleri de bu açıdan takdir etmek lazımdır.
- Sizinle Balkan coğrafyasında bir seyahate çıksak Balkan ülkelerinde edebiyâtla iştigal eden kimlere rastlarız? Bu rastladığımız edebiyâtçılar hakkında kısa birkaç şey söylemek isterseniz neler söylersiniz?
Balkan Türk edebiyatı son 5-10 yılda adeta bir hazan mevsimi ve “yaprak dökümü” yaşadı desek yeridir. Bu soruyu 5-10 yıl evvel sorsanız İlhami Emin, Fahri Kaya, Fahri Ali, İsmail Çavuşev, Osman Baymak, Murtaza Buşra, Naim Bakoğlu gibi sohbetlerini hasretle anacağım isimleri öncelikle sayardım. Allah hepsine rahmet eylesin. Hem doktora araştırmam hem de Balkanlar’daki vazifeli olduğum yıllarda bu kişilerden hususiyetle de İlhami Emin ve Fahri Kaya ile düzenli diyebileceğimiz ve saatlerce süren sohbetlerimiz olmuştu. Bu sohbetine doyum olmaz isimlere; Zeynel Beksaç, Mehmet Türker (Kırklareli-Kırcaali-Mestanlı), Nimetullah Hafız, Ethem Baymak, A. Rifat Yeşeren, Nuhi Mazrek, Reşit Hanadan, Rüstem Aziz, Rahmi Ali gibi isimleri de ekleyebilirim. Tıpkı Balkan Türk edebiyatının bu büyük isimleri gibi genç nesil de bizi o güzel topraklarda güzel sohbetleriyle karşılayacaktır. Taner Güçlütürk, Rifat Emin, Furkan Şaban, Mebruh Mirtoski, Hüseyin Musli, Aziz Nazmi Şakir, Mümin Ali, Özlem Kurt, Leyla Şerif Emin, Müberra Karadayı, Bilal Sarı Mahmut, Hüseyin Mehmet, Mehmed Arif, Rabia Ruşid, Yaşar Destan, Ayşe Âdem, Altay Mısırlı, Burcu Ali, Yaser Halim gibi isimlerle de Balkan Türk Edebiyatı’nın geleceğine dair “umut” dolu sohbetler yapmak isterim… Çünkü “genç umutlar”ımız yazdığı sürece biz Balkan Türk Edebiyatı ve kültürü araştırmacıları var olacağız.
Yakın dönemde Hakk’ın rahmetine kavuşan Eyüp Salih beyi hususiyetle anmak isterim. Her karışı sohbet ve muhabbet kokan bahçeli Ohri evinde sizi ağırlayıp saatlerce Balkan Türklerinin tarihi, kültürü, medeniyeti ve edebiyatıyla ilgili enfes bir sohbeti sizden esirgemez idi. Allah (c.c.) rahmet eylesin…
- Sizin uzmanı olduğunuzu bildiğimiz bir alana dair “Bizi Bize Anlatan Romanlar” desem siz bu konuda hangi romancıları ve romanları sıralarsınız?
Esasen edebiyatın temelinde “şiir” türünün olduğuna inanırım. Ancak Balkan Türk Edebiyatı’ndaki dezavantajlı durumuna rağmen bendeniz, tıpkı Türk dünyası edebiyatlarının genelinde olduğu gibi, Balkan bölgesinin de anlaşılması açısından “roman” türüne ayrı bir önem veriyorum. Geniş muhteva ve anlatım tekniği imkânlarıyla usta kalemler elinde Balkan coğrafyasının anlaşılmasında çok mühim vazifeler üstlenebilecek bir türdür roman. Bulgaristan Türk Edebiyatı’nın yaşayan en mühim isimlerinden olan Mehmet Türker’in “üçleme” hususiyetindeki roman serisidir. “üçleme” romanlarıdır. Bulgaristan Türkü’nün, özellikle de Batı Trakya bölgesinin, Osmanlı Devleti’nin yıkılış dönemindeki hazin olaylardan başlayarak Osmanlı sonrası döneme, hatta 1990’lara ulaşacak bir süreçteki sergüzeştini ele alan “Bozgun Zamanı”, “Bozgundan Sonra” ve “Vatan Yasak Özgürlük Uzak” adlı eserlerinde de özenli bir tarihi araştırma ve özel uzmanlık isteyen konulardaki derin bilgi birikimi dikkati çeker. Yazar her mesleği, her sporu, her sanatı, her zanaatı bilemez. Ama M.Türker, romanda yer vereceği konuyu derinlemesine araştırır. Örneğin Bozgun Zamanı romanında Olukçu Pehlivan ana kahraman ise, “pehlivanlık” kültürü ve “güreş”e dair ayrıntılar, M.Türker’in kaleminden bize yansır. Bulgaristan ve Batı Trakya bölgelerinin son 150 yıllık tarihî süreçlerini bu “üçleme”den roman tadında okuyabilirsiniz. Yine Batı Trakya’nın sıkıntılı günlerini ve ibretlik olayları Kemal Şevket Batıbey’in “Ve Bulgarlar Geldi” adlı eserinden takip edebiliriz. Çok incelikli bir anlatıma sahip olan ve hikâyeleriyle ayrıcalıklı bir konumda olan Rahmi Ali’nin de “Bu Toprağın İnsanları” çok değerlidir. Ömer Osman Erendoruk’u genel olarak Balkan özel olarak da Bulgaristan Türk edebiyatı’nda roman türü açısından ayrı bir yere konumlandırıyorum. Bulgaristan Türk Edebiyatı’nın en tesirli şairlerinden olmasının yanında, Türkçe yazdığı romanlar bahane edilerek zindanlarda yatmış, yani yazdığı Türkçe romanların bedelini fazlasıyla ödemiştir. “Buruk Acı”, “İçimizdeki İnci Taneciği”, “Uçurum”, “Ağlatırsa Mevlam Yine Güldürür” gibi eserleri mutlaka okunmalıdır. Kosova-Mamuşa’da Balkan bölgesi için değerli bir romancı yaşıyor: Reşit Hanadan. “Başka Olur Rumeli’nin Harmanı”, “Elveda Hüdavendigar Diyarı”, “Sel”, “Rumeli Deryasında Boğdular Bizi” beni çok etkileyen ve özellikle tavsiye ettiğim romanlardır. Makedonya’da da İlhami Emin’in “Yürüyen Duvar” adlı romanı tarihten coğrafyaya, Yö(ü)rüklük bölgesinden Ege bölgesine-Manisa’ya uzanan bir eser olarak kendine has anlatımıyla dikkat çeker. Mebruh Mirtoski’nin “Dünyanın İki Yüzü” ve Hüseyin Musli’nin “Kızıl Yol” romanları bu türün geleceği için umut vericidir. Sabri Tata ve İsmail Yakup da roman türüne emek verenlerdendir. Yahya Kemal’in arkadaşı olan Mehmet Behçet Perim’in “Göçmen Ahmed” adlı eserleri, değerli meslektaşım Atıf Akgün tarafından yayınlanan ancak roman-uzun hikâye arasında değerlendirilen “Felaket Günlerim”, “Türk Gönlü”, “Şehit Evlatları”, “Muhacir Mehmedoğlu” isimli eserler de bu türün ilkleri/mübeşşirleri arasında anılmaya değerdir.
- Çalışmanızda “Üsküp’ün Âkif’i” diye vasıflandırdığınız şair Abdulfettah Rauf’un dönemin rejimine karşı mücadelesinde şiirinin işlevi ne olmuştur.
Abdülfettah Rauf’un şiirlerini müsveddeler üzerinden ilk okuduğumda, bu şiirlerin yüzlerce yıllık klâsik Türk edebiyatı geleneği ile Mehmed Âkif tarzıyla yakın dönem Türk şiirine yaklaşan bir tarzda olduğunu görmüş ve bu Balkanlar’ın belki de en “velut” şairini, “Üsküp’ün Âkif’i”, yazdıklarını da “Vatan Ağıdı” olarak nitelendirmek geçmişti içimden. Talebe yetiştirebileceği ve bolca eser verebileceği en verimli 7 yılını hapishanede geçirmekle kalmamış onlarca yıl adeta “sükût suikasti”ne maruz bırakılmış ve hakkı yenmiş bir şairdir ve şiirleri de bir nevi birçok badireyi atlatmış “gazi” şiirlerdir. Her ne kadar kelime hazinesi ve şiir tarzı olarak hemen akla Mehmed Âkif’i hatırlatsa da şiirlerinin muhteva olarak Âkif’ten bazı farkları vardır. “Hz. Peygamber sevgi ve övgüsünün daha çok yer alması” gibi.
- Dünya Savaşı’ndan sonra yönetimdeki rejim ile aldığı eğitim ve temsil ettiği değerler bakımından tabii olarak uyuşamayan bu büyük şairin eserleri maalesef çok yakın bir döneme okuyucusuyla buluşabilmiştir. Biz çok iyi biliyoruz ki şu anda basılan eserleri onlarca yıllık bin bir badireden arta kalıp “kurtulabilen” şiirlerdir. Yani birçok şiiri de zaman, nem veya insan faktörünün tesiriyle yok edilmiştir. Bu açıdan Balkan bölgesinin bilinen en “velut” şairidir, diyorum. Şiirleri onun hem silahı hem sığınağı olmuştur. Vardar nehri, Raptiştah deresi, Gazi Baba tepesi ve türbesiyle dertleşip kaybedilen heybetli günlere adeta ağıt yakar. Onun şiirlerinde vatanın katmanları vardır. Üsküp-Makedonya-Balkanlar bir katman ise tüm İslam coğrafyası diğer bir katmandır. Hepsinin derdiyle hemhâl olur. Şairin temsil ettiği değerlerin tam tersi yönde hızla değişen Üsküp-Makedonya ve Balkanlar (Yugoslavya) onu “cismen karîb” olsa da “ruhen uzak” kalmaya başladığı sancılı bir vatan algısına doğru iter. A. Rauf ile alakalı ilk yazımı yazdığımda onun şiirlerinin tamamıyla yayınlanabilmesi ve Balkanlar’ın bu en velut şairiyle alakalı ilmî toplantılar yapılması kısa vadede hayal gibi geliyor idi. Ama çok şükür şiirlerin yayınında da büyük emeği olan Dernek (Fettah Efendi Eğitim ve Düşünce Derneği) tarafından organize edilen bir ilmî toplantı İstanbul’da yapıldı. Bir toplantı daha bu nisan ayında Üsküp’te yapılacak. Bazı şiirleri bu muhâtaralı dönemde geri gelmeyecek şekilde kayıp olmuş olsa da onun hem silahı hem de sığınağı olan şiirlerinden kalanlar artık hem halkın hem de ilim adamlarının alakasını bekliyor.
7.Göç kadar mezar taşları da edebiyât için önemli bir alanı kapsıyor. Özellikle Balkanlar söz konusu olduğunda mezar taşları adeta birer yazıta dönüşüyor. Sizin bu alandaki çalışmalarınızı da biliyoruz. Bizlere Balkanlar’daki mezar taşlarının durumu ve edebiyatla ilişkisiyle alakalından biraz bahsedebilir misiniz?
19.asrın sonlarında Üsküp belediye reisliği görevini yürüten Sâlih Âsım Bey, Üsküp’ün üç tarafının kabristânlarla çevrili olduğunu vurgular ve “mezarlıkların düzenini, medeniyetin de bir göstergesi” sayar. Üsküplü büyük şair Yahya Kemal, İstanbul’un nüfusunu fazla söylemesine şaşıranlara “Biz ölülerimizle birlikte yaşarız!” cevabını verir. Şaire göre mezar taşları, “vatan” telakkîsiyle beraber düşünülmelidir. Çünkü bu telâkkiye göre “Türk vatanı doğrudan doğruya cedlerimizin yattığı harâbelerimizin olduğu, çiftçilerimizin sürdüğü toprakdır.” Yani şahidelerle vatan arasında yakın bir ilişki vardır. Bunun için geçmişte bir milletin doğrudan kendisini ya da medeniyetini tamamen yok etmek isteyenler hususiyetle mezar taşlarını yok etmeye çalışmışlardır. Mezar taşları sadece “orada yatan kişinin şahidesi” değil aynı zamanda hat, tezhip, taş işlemeciliği ve edebiyat gibi birçok sanat dalını da üzerinde barındırır. Gerek tüm Türk-İslam coğrafyasındaki şahidelerde görülen kalıp ifadeli manzum/şiir tarzındaki ifadeler gerekse şahsa özel yazılmış kitabeler bu mezar taşlarının edebî değerini de artırır. Bu kitabelerin hemen hepsinde “hayatın hakikati” vurgulanır. Yani hakikat peşinde koşan “Töreli Türk Edebiyatı”nın en dolaysız hâli bu şahidelerde yer alır. Bu açıdan özel ilgiyi hak ederler.
Bu minvalde, daha önce, “Makedonya Debre-Jupa bölgesi” kitâbeli mezar taşları, “Makedonya-Yançe-Oruç (Urviç)-Yelovyane” köyü kitâbeli mezar taşları ve Makedonya Debre Fatih (Hünkâr) Cami kitâbeli mezar taşlarına yönelik tespit ve kitaplaştırma çalışmalarımız olmuştu. Bu sene de K.Makedonya Aşağı Banisa kitâbeli mezar taşlarına yönelik bir tespit çalışması yaptık. Şu anda da onlarca yıldır sular altında kalmış olan Bulgaristan-Kırcaali-Bulutlar köyü şahidelerini kitaplaştırmak için çalışıyoruz. Gayemiz ömrümüz yettikçe Osmanlı’dan sonra Balkan bölgesindeki büyük yok etme girişimlerinden her nasılsa kurtulmuş olan bütün şahideleri kayıt altına almaktır.
- Son olarak Türkçenin o bölgedeki akıbeti ile ilgili merakımızı gidermek isteriz. Türkçe unutulan bir dil mi olacak gelecek zamanda yoksa yaşayan bir dil olarak varlığını sürdürecek mi?
Bu endişemiz her daim olacaktır. Olmalı da. Kötümser olmadan bu endişeyi taşımalıyız. Taşımalıyız ki savunmaya yönelik sinir uçlarımız daima “âgâh” yani uyanık kalsın. Evet, Türkçe Balkan coğrafyasındaki en kadim dillerdendir. Hatta “Balkan” kelimesinin kendisi bile Türkçedir. Bu bilgiler bile bizim Balkanlar’da yürürken yere daha sağlam duygularla basmamızı sağlar. Balkanlar’da Türkçe eğitimiyle alakalı sıkıntılar her dönemde olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu mücadele her türlü resmi kanaldan güçlü bir şekilde verilecektir. Ama şunu da unutmamak lazım ki Balkanlar’da sadece Türkçe konuşanların varlığı yetmez. Her Balkan ülkesinde Türkçeyi bir sanatkâr titizliğiyle işleyen, ”dil-sanat-mesele”yi birleştirip bir yandan kendi toplumunun varlığını ve meselelerini sürekli gündemde tutan ve hatta sanatıyla “Bu ülkede Türkler de var!” veya “Bu ülkede Türk edebiyatı da var!” dedirtecek edebiyatçılara ihtiyacımız var. Çok şükür bu açıdan 15-20 yıl önceki şaşkınlık evresi aşılmış görünmektedir. Farklı Balkan ülkelerinde çıkartılan Nebet Tepe, Müslümanlar, Fiyaka, Köprü, Bahçe, Türkçem, Başka gibi süreli yayınlar ve yukarıda bir vesileyle isimlerini saydığım yetişmekte olan edebiyatçılar bizi ümitvar olmaya yöneltmektedir. “Derhal” dergisi gibi Türkiye’deki edebiyat dergilerinin Balkan Türkleri Edebiyatı’na ve hususiyetle de genç nesle yermesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde lisans, yüksek lisans ve doktora seviyesinde Balkan Türkleri Edebiyatı’nın da okutulup bu alanda uzmanlar yetiştirilmesi, birçok genç yeteneğin eserlerinin Soydaş Edebiyatı Destekleme Programı (SEDEP) kapsamında yayımlanması gibi gelişmeler ümidimizi daha da artırmaktadır.
Bu açıdan “Derhal” dergisinin de bu sayısında Balkanlar’a ve Balkan Türk Edebiyatı’na yönelik bu açılım ve girişimini çok değerli buluyorum. Bu değerli sayının daha birçok dergiye örnek olmasını diliyor teşekkürlerimi sunuyorum.