Savunma sanayimizin gözbebeği Aselsan’da hizmet veren mühendislerin şüpheli ölümleri 2006’da başladı.
Hüseyin Başbilen, Mülsem Ünal, Evrim Yançeken, Burhanettin Volkan, Zafer Oluk, Hakan Öksüz, Erdem Uğur, Kerem Parıldar…
Hepsini kaybettik…
Kimisine intihar, kimisine kaza dediler…
30 Kasım 2007’de toryum, Türk Hızlandırıcı Projesi, Bilim Kenti ve CERN süreciyle ilgili çok önemli çalışmaları olan 7 bilim insanımızın bulunduğu uçak Isparta’da düştü.
Hepsini kaybettik…
Buna da kaza dediler…
Yine bir başka güzide savunma sanayi şirketimiz, 5 Haziran 2012 Baykar’dan Mehmet Mert Bayraktar. Haluk ve Selçuk Bayraktar’ın kuzeni. 8 aylık evliyken Sarıyer’deki evinde vahşice boğazı kesilerek katledildi.
Kaybettik…
2015-2016 Sur’da 53 asker, 17 polis, 1 korucu olarak 71 vatan evladını kaybettik…
34’ü köprüde, toplam 251 vatan evladını 15 Temmuz 2016’da kaybettik…
1974 Kıbrıs adasında 2 binden fazla vatan evladını kaybettik…
250 bine yakın vatan evladını Çanakkale’de kaybettik…
37 bin vatan evladını Allahuekber dağlarında kaybettik diye uzar gider bu liste…
Akşam haberlerinde bir genç gördüm, sosyal medyada da bir başkasını…
Türkiye bir doktorunu kaybetti diyordu birisi, elindeki uçak biletini kameradan gözümüze sallaya sallaya, diğeri Türkiye bir mühendisini kaybetti, gidiyorum bu ülkeden, hepsi sizin olsun diyordu…
Gittiği yerde umduğunu bulacağını zannedenler. Ümit besleyenler, umut edenler, biraz haddi aşıp gıpta edenler, daha da haddi aşıp tamah edenler. Tamah ettiklerinin tutsağı olup gidiyorlardı…
Bu tarz tavırlı arkadaşlara medyada ne zaman rastlasam hep aklıma “komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” töresözü gelir.
Öyle ya insan bilmediğinin cahilidir. Başkalarının sahip oldukları, kendi sahip olduklarından hep daha câzip gelir, daha kıymetli zannedilir. Bu öyle bir yanılsamadır, öyle efsunlu bir haldir ki başkasındaki ile ihyâ olacağına inandırır insanı.
İnsan ömrü hep bu efsunlu halden uyanma, hep bu yanılsamadan ayılma ile geçer, aslında tekâmül dediğimiz ilerleme, gelişme dediğimiz merhâle de böyle katedilir. Her uyanışta bir adım daha, her ayılmada bir lahza daha kemâle erme…
Keşke sahip olduklarımızı kaybetmeden de kadir kıymet biliyor olabilseydik. Başkalarının acı tecrübelerini deneyimlemeden de ibret alabiliyor olsaydık. Ama unutmaya programlanmış bir beşerî hafıza ile ancak bu kadar…
Neyse yurt dışına gidenler diyorduk.
Eğitim için, ekmek için, gezmek için, mecburiyetten veya keyfiyetten gidenlere değil sözlerimiz.
Tamah ederek, esaret ilmeğini kendi eliyle boynuna geçirerek tutsak gidenlere, tutkun ve meftun gidenlere sözümüz. Memleketini, vatanını tahkir ederek, ecnebiyi tâzim ederek gidenlere sözümüz.
Ne güzel olurdu, yıkmadan, devirmeden gitseniz. En azından olur ya umduğunuzu bulamadığınızda, olmadı deyip dönebilecek kadar hatır bırakıp ardınızda, hiç değilse dönüp yüzümüze bakabilecek kadar, böyle dökmeden saçmadan gitseniz….
Kırgın olabilirsiniz hatta kızgın da olabilirsiniz, belki işsizliğinize, belki hissizliğinize, belki işvereninize, belki ailenize, belki öğretmenininize, belki sevgilinize, belki de kendinize, kendi iş bilmezliğinize… Belki iş beğenmezliğinize, belki de tembelliğinize… Daha pek çok belki de bulabiliriz gitmeye gerekçe…
Ama bakın, yukarıda saydık gidenleri, hem de dönmemek üzere gidenleri… Kaybettiklerimizi… Ama gerçekten, hakîkaten kaybettiklerimizi…
Memlekete, millete hizmet etmeyi en büyük şeref adledenleri ve bu uğurda dönülmeyecek yere gidenlerin az bir kısmını saydık yukarıda… Rakamla, parmak hesâbı ile sayılamayacak kadar çok kaybettiklerimiz…
Evet onların gidişi ile biz pek çok vatan evladını kaybettik. Onlar kazanırken biz onları kaybettik. Ama siz bu üslup ile giderken Türkiye mi kaybeder, siz mi kaybedersiniz varın hadi siz düşünün…
Ey bu milletin mahzun çocuğu… Sözüm hepimize:
Üç asırdır önce töresi sonra yöresi yani tüm değerleri emperyalizmin mütecaviz saldırıları ile iğdiş edilmiş memleketin evladı olarak unutma; umut kestiklerine karşı özgür, tamah ettiklerine karşı tutsaksın.