Doç. Dr. Selami AlanEdebiyâtTöreli Yazılar

O MANKURTLAR Kİ…

Doç. Dr. Selami Alan

O Mankurtlar ki…

Merhum Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel romanında şöyle bir hikâye anlatır:

“Sarı-Özek’i işgal eden Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böylece sarılan deri, bugün yüzücülerin kullandığı kauçuk başlığa benzermiş. Buna ‘Deri geçirme işkencesi’ derlermiş. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir mankurt, yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş.

Bir mankurt, insan olduğunun bile farkında olmazmış. Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış. Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden de hiç tehlike arzetmeyen bir köle imiş. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemeyen bir yaratık. En pis, en güç işleri, büyük sabır isteyen çekilmez işleri gık demeden yaparlarmış.

Juan-Juanlar’ın bir tutsağı mankurt yaptıkları duyulur, öğrenilirse, artık onu en yakınları bile gerek zorla, gerek fidye vererek kurtarmak istemezlermiş. Çünkü bir mankurt, eski vücuduna saman doldurulmuş bir korkuluktan, bir mankenden farksız olurmuş onlar için. Bununla birlikte, bir defasında, adı tarihe Nayman Ana olarak geçen bir göçebe kadın, oğlunun başına gelenlere dayanamamış, onu kurtarmak istemiş.

Nayman Ana’nın oğlu bir savaş sırasında yaralanmış. Fakat atı sürükleyip götürdüğü için bulamamışlar. Ölüp ölmediği belli değilmiş. Savaşsız dönemlerin birinde, Naymanlar’ın ülkesine bir tüccar kervanı gelmiş. Bu tüccarlar çay içerken, bozkırda deve sürüsü güden genç bir çobanla karşılaştıklarını söylemiş ve gördüklerini anlatmaya başlamışlar. Çadırda tüccarları dinleyenler arasında, Nayman Ana da varmış. O gece gözlerine uyku girmeyen Nayman Ana, Sarı-Özek bozkırında çobanlık eden bu mankurtu bulmadan, onun kendi oğlu olup olmadığını öğrenmeden asla rahat edemeyeceğini anlamış. Birkaç gün sonra sabah vaktinde, gideceği asıl yeri haber vermeden köyden ayrılıp yola çıkmış.

Günlerce bozkırda dolaşan Nayman Ana, alçak bir tepeyi aşınca, birdenbire büyük bir deve sürüsüyle karşılaşmış. İyice yaklaşınca oğlunu tanıyıp bağırmış:

– Oğlum! Oğul balam benim! Her yerde seni arıyorum. Ben senin annenim!

Ama aynı anda da acı gerçeği anlamış. Oğlu, öylece, kayıtsız duruyormuş. Bir oğulun öz anasını tanımasından daha kolay ne var ki? Gel gör ki, karşısına dikilip seslenmesi, oğlunun üzerinde en küçük bir etki yaratmamış. Yine de oğlunun yanına gidip onunla konuşmuş.

Bir müddet sonra, Juan-Juanların yaklaştığını gören Nayman Ana oradan uzaklaşmış. Juan-Juanlar onu fark edip kovalamış fakat yakalayamamışlar. Sürünün başına döndüklerinde ise mankurtu ölesiye dövmüşler. Adamlar onu döve döve o yabancının kim olduğunu, niçin geldiğini soruyor, ama hep aynı cevabı alıyorlarmış mankurttan.

– Bilmiyorum, annem olduğunu söylüyor.

– Hayır, annen değil, senin annen yok! Onun buraya niçin geldiğini biliyor musun? O kadın senin şapkanı çıkarıp başını buğulamak istiyor! Onun için geldi buraya!

Bu sözleri duyan zavallı mankurtun yüzü korkudan sapsarı olmuş. Juan-Juanlar’dan yaşlı olanı:

– Hadi artık korkma! Al bakalım şunları! deyip mankurtun eline bir yay ve birkaç ok tutuşturmuş.

Nayman Ana, Juan-Juanlar iyice uzaklaşınca tekrar oğlunun yanına dönmeye karar vermiş. Deve sürüsünün yanına geldiğinde oğlunu göremeyip seslenmiş:

– Colaman! Neredesin? Ben geldim, ben, annen! Neredesin?

Nayman Ana merakla her tarafa göz gezdirirken mankurt oğlu bir devenin ardında diz çökmüş, yayını germiş, ok atmaya hazır bekliyormuş. Mankurtun gözüne güneş ışığı düşüyor ve bu yüzden tam nişan alabilmek için uygun ânı bekliyormuş.

Nayman Ana birden oğlunun kendisine nişan aldığını görmüş:

– Dur! Atma!

Ancak bunu diyecek kadar zamanı olmuş. Deveyi mahmuzlayıp hızlandırmak istemiş ama fırlatılan ok vınlayarak sol böğrüne saplanmış. Darbe öldürücüymüş. Nayman Ana’nın başı sarkmış, devenin boynuna sarılmak istemişse de tutunamamış, yere yuvarlanmış. Ama kendisinden evvel beyaz yazması düşmüş başından. Ve bu beyaz yazma bir kuş olup havalanmış. Ana’nın ağzından çıkan son sözleri tekrar ede ede gökyüzüne uçup gitmiş:

‘Adını hatırla! Kim olduğunu hatırla! Babanın adı Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay!’”

Özetlenmiş şekilde aktarılan bu hüzünlü, ancak bir o kadar da ibretlik mesajlarla dolu hikâyede birkaç hususa dikkatinizi çekmek isterim:

Birincisi: Mankurt olmak için kişinin akıllı veya cahil olması fark etmez. Mühim olan iradesini sahiplerinin ellerine bırakması ve kendine verilen komutları yerine getirmesidir. Bu bakımdan mankurtlaştırılan kişinin akıllı olması veya kendini akıllı sanması daha tehlikelidir. Zira sahiplerinin gözüne girebilmek için şeytanın bile aklına gelmeyecek yöntemler bulabilir.

İkincisi: Mankurt olmak için zorlu bir süreçten geçmek gerekir. O yüzden herkes mankurt olamaz, olan da kurtulamaz. Mankurtluğa seçilen kişinin verilen komutları sorgusuz sualsiz yerine getirecek kıvama ulaşması, sahiplerinin sadakat testlerini geçmesi şarttır.

Üçüncüsü: Mankurtlaşan biri başındaki deve derisi haricinde normal bir insan görünümündedir. Bu deve derisi de örtüldüğü takdirde onları ayırmak imkansızdır. Hele ki insanları mankurtlaştıran bu caniler, deve derisini zamanla soyutlaştırmayı başardıkları için günümüzün mankurtlarını tespit edebilmek çok daha zordur.

Dördüncüsü: Mankurtlar etraflarına duyarsızdırlar. Gözlerinin önünde bir soykırım yapılsa bile, zalimlerin zulmü altında bebek/çocuk, yaşlı/kadın binlerce insan can verse bile umursamazlar. Sahipleri onların bilinçaltına, “Sağa sola bakma!”, “Onunla bununla ilgilenme!” komutu yerleştirmiştir. O yüzden sadece kendi hayatlarını yaşarlar. Hatta yapılan katliama dayanamayıp yüreği yanan ve en azından boykot ederek kendince bir şeyler yapmaya çalışanları küçümser, onlara hakaret ederler.

Beşincisi: Hiçbir mankurt, mankurt olduğunun farkında değildir. Hayâlî’nin meşhur “O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” mısraından ilhamla onlar için “O mankurtlar ki mankurtturlar, mankurtluğu bilmezler” diyebiliriz. Dolayısıyla bir mankurtu uyandırıp aslına döndürmeye çalışmak beyhûde bir çabadır.

Bu ibretlik hikâyeden daha birçok ders çıkarmak mümkün. Fakat bu dersler arasında belki de en önemlisi, önceki maddelerde sıralanan çıkarımların tam tersi olarak tıpkı Nayman Ana’nın yaptığı gibi, mankurtluk ağına düşmüş lakin özünde bu vatanın evladı olan hiç kimseden ümidi kesmemek gerektiğidir. Mankurtlar, mankurtluklarını bilmeseler de, başkaları inançlarını kaybetse de onları sahiplenmek ve son ana kadar onlara kim olduklarını ısrarla hatırlatmaya çalışmaktır. Daha da mühim olanı ise günümüzde farklı kılıklara bürünmüş, evlerimizin içine kadar sızmış ve çocuklarımızın, gençlerimizin kafasına allayıp pulladıkları sanal deve derilerini geçirmeye çalışanlara engel olmaktır. Oyunlarla, müziklerle, filmlerle çocukların zihinlerini bulandırıp iradelerini ellerinden almak isteyen canilere fırsat vermemektir. Velhasıl her ne kadar Nayman Ana gibi fedâkârlık yapmaya hazır olsak da onun âkıbetine uğramamak için gerekli tedbirleri zamanında almak ve gelecek nesilleri millî-manevî değerler doğrultusunda en iyi, en bilinçli şekilde eğitmektir.

Selami Alan

25

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu