Doç. Dr. Erhan Çapraz

Âlem dediğin bu nüsha-i pür-ham u pîç…

Bugün söze Nâbî merhumun içinde yaşadığımız âleme dair tâ dört asır öncesinden söylediği şu beyti ile başlamak istedim:

Âlem dediğin bu nüsha-i pür-ham u pîç

Kimdir acabâ meâlin etmiş tahrîc

Beyitteki çekirdeğe (kâfiye) bakılırsa merhumun beyti pîç ve tahrîc kelimeleri üzerine kurduğu görülür. Âlemi meali imkânsız bir nüshaya teşbihi oldukça usta işidir. Elbette zemin metinde, nüshadan murad, Kur’ân-ı Kerim’dir. Dünyevî âlemde ise bu Aristo ve John Locke’un tabula rasa önermesine karşılık gelir. Ol sebebten her halükârda aslolan bizim âlem-i dünyeviyyeden âlem-i uhreviyyeyi çıkarmamızdır. Dolayısıyla beyitte anahtar kelime ikinci ayağı teşkil eden tahrîcdir.

Lügatimiz Kubbealtı’nda tahrîc (ﺗﺨﺮﻳﺞ) i. (Ar. ḫurūc “çıkmak”tan taḫrіc), “çıkarma” mânâsına gelir. Eskiden öğrenimini tamamlayan talebeyi öğretim sürecinden çıkaran diplomaya da bu isim verilirmiş. Tahricîn asıl hakikat alanı ile irtibatlı mânâları ise maalesef sonralara bırakılan üçüncü ve dördüncü mânâlarıdır.

Tahrîcin üçüncü mânâsı doğrudan fıkıh ile ilgili olup “Nas ve kāidelerden ahkâm çıkarma, mensup olduğu fıkıh mezhebi sâhibinin rey ve kāidelerinden hakkında açıklık olmayan olaylar için hüküm çıkarma” mânâsına gelir. Yani merhum Nâbî de söz mülkünde (âlem-i dünyeviyye) güya ahkâm çıkarırken bu fıkhî temele yaslanır. Esası oldukça sağlam ve kudretli kurar yani. Hulâsa, vak’a dünya; tahrîc ise şiirdir. Şair tahrîcini elbette dünyadan çıkarır.

Şairin asıl sarılıp sarmalandığı tahrîc ise kelimenin doğrudan hadis-i şerife açılan son (dördüncü) mânâsıdır: Hadis. Bir eserdeki hadisleri çıkarma ve her hadîsin isnatlarını göstererek doğruluğunu veya zayıflığını ortaya koyma.” Bu yüzden Ali Yardım Bey’in belirttiği üzere, “Özellikle ciddiyet ve titizlikle hazırlanan tahkikli neşirlerde klasik eserlerin hadislerinin tahrîci de verilmektedir.” Yani, son tahlilde tahrîcsiz bir hüküm, hîcdir. Şayet kaba saymazsanız pîcdir. Bu yüzden sizin en lâ-dinî (?) saydığınız şair ve sanatkârda bile bir tahrîc, ya da tahrîcin asıl menbaı Hz. Peygamber’e (s.a.s.) sarılmak lüzumdan da öte bir mecburiyettir. Şair yukarıda nüsha ile Kur’ân’ımızı zikrettiği için mecburen ben bunu, hadis-i şerife dayandırmak zorundayım. Fakat yine şairin dediğine bakılırsa Allâh (C.C.) kelâmının biz âciz kulların mealine mazhar kılınması da öyle kolay gözükmüyor. Dolayısıyla her şeyimizi, Kur’ân’ın ilk muhatabı, tüm kainatın cevherü’l-cevâhiri Hz. Peygamber’e (s.a.s.) borçluyuz. Bu bağlamda beyite tekrar dönecek olursak, zeminde meali bizce imkânsız nüsha Kur’ân; tahrîc, yani bundan asıl hakikati (hakikat-i Muhammedî) çıkaracak hakîkî varlık, ise Hz. Peygamber’dir (s.a.s.).

O halde bize ise sadece O’nlara sarılmak kalıyor. Gerçi ne demişti Töreli’nin büyük kurucu şairi M. Âkif üstadımız:

“Allâh’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol;

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol…”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu