Doç. Dr. Erhan Çapraz

Ana gibi yâr olmaz…

Malûm olduğu üzere “ana” kelimesi, Eski Türkçe’den beri kullanılmaktadır. Kelimenin ilk sözlük anlamı, “insânın ve hayvânın yavru sâhibi olan dişisi, anne, vâlide”dir:

Belki de rüzgârda namaz bezidir

Yüzüne hasret kaldığım anacığımın (Câhit S. Tarancı).

Fakat ana mefhûmunun hakîkat alanı içerisinde çok özel bir ilgiye mazhar kılınması kelimenin Türk-İslâm kültürünün töreli evreninde ehemmiyetini ve kutsallığını daha da artırmış görünmektedir. Özellikle kutsal kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’de, İsrâ sûresinin 23-24. âyetlerinde “Rabbin, sâdece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme!” buyrulması ve Hz. Peygâmberimizin (s.a.s) “Cennet annelerin ayakları altındadır” meâlindeki hadîs-i şerîfleri, mefhûmun mânâsını artırmakla kalmamış, ona töreli evrende kalıcılık vasfı da kazandırmıştır. Kelimenin sözlükteki dîger anlamlarına baktığımızda bunu açıkça görebilmekteyiz. Bunlar içerisinde en dikkâte şâyân olanı ise “Fatma Anamız”, “Hatîce Anamız”, “Meryem Ana” gibi kullanımlarımızda görüldüğü üzere kelimenin dînî bakımdan hürmete lâyık, mübârek kadınlara verilen müminlerin annesi olma pâyesi kazanmış olmasıdır. Yine Hz. Peygâmberimizin (s.a.s) “İçki, kötülüklerin anasıdır” hadîs-i şerîfleri, kelimeye sâdece “kaynak, menşe” anlamını kazandırmakla kalmamış, ayrıca bize cennete açılan hikmet ve hakîkatın ana kaynağını da işâret etmiştir.

Töreli lisân geleneğimizde ana kelimesinin “yoksullar anası” (Analık şefkat ve duygusuna sâhip olan kimse, koruyucu, velînîmet); “Sultan Ana”, “Halime Ana” (Ana yerine konan veya öyle imiş gibi kendisine saygı gösterilen yaşça büyük kadın isimlerinden sonra kullanılan unvan sözü); “Ana keklik”’ “Ana kuş”, “Ana ceylân” (Yavrulamış olan, yavrusu olan); “Ana damar”, “Ana boru”, “Ana kubbe” (Kendi cinsinden olan veyâ kendine benzeyen şeyler içinde en büyük ve en önemli olan, temel, esas, asıl) şeklindeki kullanımları da aslında doğrudan bu hakîkatın beşer tarafından tescillenmesi olarak kabûl edilebilir. Hatta insânlığının belki binlerce yıldır “Anaa!…”, “Anaam!…” diyerek sevgi, takdîr, şaşkınlık ve hayret duygularını ifâde etmesi söz konusu hakîkatın bir şuûr hâline dönüştüğünü de âşikâr kılmaktadır.

Hele şu türküdeki acı feryâdı duyup da anasına yalvar yakar sarılmayacak bir insânımız yoktur herhalde:

Geceler yârim oldu (Anam anam garîbem)

Ağlamak kârım oldu (Anam anam garîbem)

Her dertten yıkılmazdım (Anam anam garîbem)

Sebebim zâlim oldu (Anam anam garîbem)

 

Bayram gelmiş neyime (Anam anam garîbem)

Kan damlar yüreğime (Anam anam garîbem)

Yaralarım sızlıyor (Anam anam garîbem)

Doktor benim neyime (Anam anam garîbem)

Bu yüzden diyâr-ı Bağdat’tan bile geçerek ne güzel demiş atalarımız: Ana gibi yâr olmaz…

Lutfi Baba da soylamış, görelim cânım ne soylamış:

Anadır başlar tâcı

Hem gönüller ilâcı

Kimi tatlı kim’acı

Lutfi Baba duâcı…

Erhan ÇAPRAZ

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu