Geçen bir yazımızda “ana” kelimesinin hakîkat alanı içerisindeki yerinden bahsetmiş idik. Elbette kelimenin bu hakîkat alanı içerisinde töreli lisân geleneğimizde çokça çeşitlenmesi de mevcûddur. Şimdi gelin biraz da bunlar üzerinde duralım…
Kelimenin tıbba açılan tarafı, “Ana atar damar” (Atar damarların başlangıcı ve temeli durumunda olan büyük atar damar) tâbirinde kendisini gösterir. Başta sosyo-kültürel yapı olmak üzere kelimenin her alanda hayatımızı kuşattığı görülür: Ana baba bir (Öz kardeş); Ana bir (Aynı anneden, ayrı babadan olan kardeş); Ana baba günü (Çok kalabalık, mahşerî kalabalık; Herkesin kendi derdine düştüğü çok sıkıntılı durum veya zaman); Ana bilim dalı (Üniversitelerde bölümleri oluşturan uzmanlık dalları); Ana cümle (dilb. Birleşik cümlelerde yardımcı cümlelerin bağlı olduğu asıl hükmü belirten cümle, temel cümle, cümle-i asliyye); Ana defter (Bir ticârî işletmede hesapların ayrıntılı biçimde yazıldığı defter, defter-i kebir); Ana gecesi (Eski İstanbul âdetlerinden olarak doğumun yedinci gününün gecesinde yakın akrabâlar, dostlar, komşular ve sâdece kadınlar arasında yapılan kutlama toplantısı); Ana hat (Sâdece esâslı ve önemli noktalar, ayrıntıya girmeden, kısaca); Ana kadın (Kadınlar hamamında hamamın iç kısmında iş gören kadınların başı, hamam anası); Ana kokusu (Çocuğun, annesini diğer kadınlardan ayırt etmesini ve ona tabiî olarak yakınlık duymasını sağlayan, doğuştan var olan duygu); Ana kucağı (Ana sevgisi, ana şefkati); Ana (Anasının) kuzusu (Annesinin dizi dibinde yetişmiş, açılmamış, mahcup kimse); Ana muhalefet (İktidardaki partiden sonra sayıca en üstün olan parti); Ana olmak (Çocuk dünyâya getirmek, çocuk doğurmak); Ana rahmine (karnına) düşmek (Teşekkül etmeye, ana rahminde vücut bulmaya başlamak); Ana tarafı: Bir kimsenin anne tarafından akrabaları); Ana Türkçe (Türk dilinin târihî ve bugünkü lehçe ve şîvelerinin kendisinden türemiş olduğu kabul edilen eski ve ortak dönemi, başlangıcından Eski Türkçe’ye kadar geçen nazarî devre); Ana yarısı (Teyze için kullanılan tâbir)… Bunların içerisinde geçen “ana baba günü” tâbirinin ise ana-baba hak ve hakîkatını bugünden âhirete bağlaması hayli mânîdardır.
Kelimenin doğal olarak en fazla vücûd kazandığı töresözler ise deyim ve atasözleridir: Anadan doğmuşa dönmek (Yeni doğmuş bir çocuk gibi günahsız, tertemiz duruma gelmek; Sağlığına ve canlılığına tekrar kavuşmak); Analar neler doğurmuş (Takdir edilen, beğenilen kimseler); Anam babam (Teklifsiz konuşmada kadın erkek, büyük küçük ayırt etmeksizin herkese karşı kullanılan bir hitap sözü); Anam avradım olsun (Karşısındakini inandırmak için başvurulan kaba bir yemin şekli); Anamın (Ananın) ak sütü gibi helâl olsun (Bir şeyin tam bir gönül rızâsıyle verilmesi); Anan güzel mi? (Bir kimsenin kurnazca bir davranışı karşısında, “Yağma yok, nerede bu bolluk, bu ne açıkgözlük?” anlamında); Anan yahşi, baban yahşi (Bir kimseyi bir işe râzı etmek için çok uğraşılması, çok dil dökülmesi); Ananın karnında dokuz ay nasıl bekledin? (Çok aceleci, sabırsızca davranılması); Ananın örekesi (“Amma yaptın ha, böyle saçma şey olmaz” anlamındadır); Ananız (Analar) taş yesin, yarım yarım (yarımşardan) beş yesin (Fedâkârlık yapıyormuş gibi görünüp de kârlı çıkan kimseler); Anası ağlamak (Çok zorluk çekmek, güçlüklerle karşılaşıp yorulmak); Anası danası (Soyu sopu, âilesinin bütün fertleri); Anası gevremek (Çok sıkıntı çekmek); Anası kılıklı (Durumu, davranışı veya yaptığı iş annesine benzeyen kimseler); Anası onu kadir gecesi doğurmuş (Çok tâlihli, kadir gecesi doğmuş); Anası turp, babası şalgam (Görgüsüz, soyu sopu belirsiz bir âileden gelme kimse); Anasına bak kızını al kenarına bak bezini al (Bir kızı âilesine göre değerlendir, annesi ne ise kızı da odur); Anasından doğduğu gibi (Nâmuslu, iffetli, tertemiz); Anasından doğduğuna pişman (Çok tembel, uyuşuk, canından bezmiş kimseler); Anasından doğduğuna pişman etmek (Eziyet ederek bir kimseyi canından bezdirmek, bıktırmak, doğduğuna pişman etmek); Anasından emdiği süt burnundan fitil fitil gelmek (Çok zorluk ve eziyet çekmek, bir işi çok sıkıntı ve güçlüklerden sonra başarabilmek); Anasını ağlatmak (Çok eziyet etmek, yapmadığını bırakmamak); Anasını bellemek (argo. “Annesinin ırzına geçmek” anlamında küfür sözü; pişman etmek, canına okumak); Anasını eşekler kovalasın (kaba. Kızılan bir kimse için söylenir ve bıkkınlık, umursamama ifâdesi taşır); Anasını satayım (“Aldırma, önemli değil, ne olursa olsun” anlamında); Anasının gözü (Kurnaz, becerikli, işini bilen kimse); Anasının ipini pazara çıkarmış (Soysuz, serseri, her türlü kötülüğü yapabilecek kimse); Anasının kızı (Huyları, davranışları annesininkine benzeyen kızlar); Anasının nikâhını istemek (Bir şey için değerinden çok fazla para istemek); Ana avrat düz gitmek (Bir kimsenin soyuna sopuna küfretmek)… Tabii bunların içerisinde biri var ki her ne kadar fedâkârlık yapıyormuş gibi görünüp de kârlı çıkan kimseler için kullanılsa da hemen herkesin gözünde annesinin sayısız kere şâhit olduğu fedâkârlığını da hatırlatarak doğrudan câna dokunur: Ananız taş yesin, yarım yarım beş yesin!
Efendim, analar hîç taş yemesin; her zamân beş yesin!
Lutfî Baba soylamış, görelim cânım ne soylamış:
Analar hep beş yesin
Bunu bir de eş desin
Böylelikle aş kesin
Lutfî çoktur çok şükür…
Erhan ÇAPRAZ