Geçen haftaki yazımızda “yok” kelimesinin hakikat alanı üzerinden mutlak “var”lık Allâh’ın (C.C.) lisânımıza bağlı tecellisinin mazhariyyetine değinmeye gayret etmiş idik. Bu haftaki yazımızda ise, doğrudan “b” harfinin hakikat alanı üzerinden mazhariyyetin aslî kaynağını, yâni lisânımızın doğrudan O’nun (C.C.) “Kün” emrine bağlı teşekkülünün töreli yanını ele almaya çalışacağız. Bu sâyede, Töreli Türk Dili’nin esâsını da genel bir çerçevede ortaya koymuş olacağız inşaAllah…
Malûm olduğu üzere “b” harfi, Türkler’in İslâmiyyet’i kabullerinden 1928 harf inkılâbına kadar kullanmış oldukları alfabenin ikinci harfidir. Bu yüzden illiyet (causalité) açısından geçen haftaki yazımızda da değinmiş olduğumuz “Bâ”nın, yâni kâinattaki tüm mahkûkâtın hakikatını birbirine bağlayan (ba-) mutlak “var”ın (bar) tecellisinin bir neticesidir. Bu duruma bağlı olarak lisanımızdaki tüm harfler gibi “b” harfinin de çeşitlenme kâbiliyetine mazhar kılındığı görülmektedir.
Bu itibarla sözlüğümüze (=“Kubbealtı Sözlüğü”) bakacak olursak harfin ilkin “dil”in (lisân), hiç şüphesiz doğrudan “Kün” emrinin yaratmış olduğu ezelî ve ebedî kalıba da bağlılığının zorunluluğundan, -töreli- şifâhî (konuşma) alanında tecellisini görürüz. Netekim kelime bir “ünlem” şeklinde, teklifsiz konuşmada birine seslenmek, dikkati çekmek, söze kuvvet vermek için bre, ey, behey, yâhu gibi (Be çağlayıp akan ırmak / Karacaoğlan) yaygınlıkla kullanılmaktadır. Yine “Berilyum” (Be) şeklinde “var”lığı “ender” bulunan bir elementin sembolüdür.
Farsçada, ( ﺑﻪ– ﺏ) “Kelime başına getirilerek zarflar teşkil eden ‘ile, için, -e kadar, -e göre’ anlamında ön ek”tir ve “Tekrarlanan iki kelime arasına veya tâ edatından sonra getirilerek zarflar teşkil eder (Dest-be-dest: El ele; Tekrar-be-tekrar: Tekrar tekrar; Tâ-be-haşr: Haşre kadar). Hiç şüphesiz sâdece bu kullanımlar dahi kelimenin yukarıda da bahsettiğimiz mutlak “var”a (ba-r) bağlı tecelligâha mazhar kılınışını açıkça ortaya koyar. Dolayısıyla yine doğrudan bu duruma bağlı bir şekilde harf Türkçede de tekrarlanan ve daha çok zaman ifâde eden iki kelime arasına getirilerek de kullanılmıştır (Ay-be-ay; gün-be-gün). Hattâ Erzurumlu Emrâh’ın şu dizelerinde de yine bizzat mutlak hakikatın “var”lığına vesile kılınmıştır:
“İkimiz de oturalım diz-be-diz
Bir de hû çekelim hû leyli leyli…”
Yine harfin bir “ek” suretinde, “Be-an-şart ki”: O şartla ki [Doğrusu “be-şart-ı an ki” şeklindedir]; “Be-câ” (Becâ); “Be-câyiş” (Becâyiş); “Be-ceyb”: Yakaya, cebe doğru; “Be-cid” (Becit); “Be-der”: Kapıya; “Be-der etmek”: Kapı dışarı etmek (Menzilinden beni etbâım ile etti be-der / Nâbî); târih. Saray hizmetinden çıkarmak; “Be-dergâh”: târih. Dergâha, kapıya (Çeşitli hizmetlere verilmiş olan acemilerin yeniçeri ocağına kayıt ve kabulleri hakkında kullanılan bir tâbir: Kayıtları silinenlerden tekrar ocağa alınanlar hakkında da “kaydını düzeltmek” demek olan “tashih be-dergâh” tâbîri kullanılırdı / Mehmet Z. Pakalın); “Be-dest”: Elde; “Be-duş”: Omuzda, omuzunda (Bir hâne be-dûş bülbül-i mehcûr-i hayâlim / Gurbette bana zîr-i cenâhım vatan oldu / Neş’et); “Be-dürüstî”: Şüphesiz, muhakkak (Hak Taâlâ Mûsâ Peygamber’e eyitti: Yâ Mûsâ, be-dürüstî ben bir ev yaptım nurdan, âdem oğlanları içinde ol evi emânet kodum, ona “gönül” diye ad kodum / Ahmed Bican); “Be-gāyet” (Begâyet); “Be-hakk-ı …”: … Hakkı için (Be-hakk-ı Hudâ: Allah hakkı için; Melâz-ı kâinât olsun makāmı / Be-hakk-ı Kâ’be kim ümmü’l-kurâdır / Hersekli Ârif Hikmet); “Be-hem”: Berâber, hep bir yerde, bir arada, topluca (Reng-i adem vücûd ile Nâbî be-hem yürür / Mümkin değil mufârakatı rûzdan şebin / Nâbî); “Be-heme-hal” (Behemehal); “Be-hem-zede”: Topluluğu bozulmuş, dağılmış, karışmış; “Be-her” ( Beher); “Be-hod”: Yalnız başına, kendi kendine; “Be-hükm-i …”: -nin hükmünce, -nin hükmü ile (Be-hükm-i kader: Kaderin hükmü ile); “Be-ibâretihâ”: Kendi ibâresiyle, değiştirmeden; “Be-kâm” (Bekâm); “Be-kavl-i …”: -nin dediğine göre, sözüne göre (Be-kavl-i şâri: Kānûnu koyana göre); “Be-kef”: Elde, el içinde, avuçta (Palâs-pâre-i rindî be-dûş u kâse be-kef / Zekât-ı mey verilir bir diyâra dek gideriz / Nâilî); “Be-küsiste”: Kopmuş, kopuk; “Be-leb”: Dudakta (Figan be-leb iki hemşîre-i vefâ-perver / Bakardınız tek ü tenhâ bir ufk-ı meçhûle / Hüseyin Sîret); “Be-nam” (Benam); “Be-nevbet”: Nöbetle, sıra ile; “Be-ser”: Başa, başta; Baş üstüne (Dedi dilber hüsnümün hayrânı ol dedim be-ser / Dedi her dem aşkımın giryânı ol dedim be-ser / Mihrî); “Be-tahsis” (Betahsis); “Be-tekrar”: Yine (Kardeş gibi söylerim be-tekrâr / Sevdâ-yı seferde etme ısrâr / Abdülhak Hâmit); “Be-zarûret:” Zarûretle, zarûret îcâbı; “Be-zemin”: Yere, yerde (Berg-i ümmîd be-kef rûy-ı temennâ be-zemin / Nâilî) gibi lisânımızda elbette çeşitlenmeye bağlı çok zengin kullanımları da mevcûttur.
Yine kâinata gelen, yaratılan her canlı gibi insanın da bebeklik çağında ilkin lisânından dökülen sözcüklerinin de “bebe” ve “baba” olması hiç de tesâdüfî değildir! Bu itibarla dilimizde (çocuk dilinden; ses taklidi k.) “Süt çocuğu, en küçük çağındaki çocuk” için de “bebe” ismi kullanılır. Yaşı büyük olduğu halde çocuk gibi davranan kimselere “bebecik” denir. Kelime küçültme ekiyle birlikte kullanılarak “bebek” hâline gelir ve aynı hakikata bağlı çeşitlenerek “Meme emmekte olan veya kucak çağındaki küçük çocuk”, “Bezden veya herhangi bir maddeden yapılmış insan şeklinde oyuncak”, (mec.) “Davranışları çocukça olan kimse”, (kısa.) “Göz bebeği” ve (argo.) “Genç kız veya kadınlara hitap sözü” olarak kullanılır. Töresöz dâiresinde ise bu kelimenin “Bebek beklemek” (Hâmile olmak) ve “Bebek gibi” (Çok güzel) kullanımları da mevcûttur.
“Be” harfinin Töreli Türk Edebiyatı dâiresi içerisinde, yine “bâ” harfi üzerinden doğrudan edebî töremize dönük bir tarafı da vârittir. Eserlere “bâ” harfi ile başlamak sembolik mânâda besmele çekmek demektir. Netekim bu edebiyatın kurucu temel metinlerinin başında gelen Kutadgu Bilig’de de söze, “Bayat atı birle sözüg başladım” şeklinde başlanılmaktadır. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir başka önemli husus ise “Bâ” harfiyle başlayan “Bayat” adının da el-Kadîm olan Allâh’ın (C.C.) bir adı olmasıdır. Dolayısıyla “bâ” harfi, tıpkı yukarıdaki lisân dâiresinde de görüldüğü üzere, her hâlükârda O’na (C.C.) bağlanmaktadır. Bu da, ilk harfi elif ile (a/Allâh) başlayıp alfabenin son harfine kadar uzanan dilin mânâ evrenin hakikatta O’na bağlı teşekkülünü açıkça ortaya koymaktadır. İşte, tam da bu noktada Töreli Türk Dili’nin hakîkat alanına da bir kapı aralanmış olmaktadır. Tıpkı Türk Edebiyatı’nda olduğu gibi, Türk Dili’nin de töreli bu hakikat alanına bugüne kadar maalesef değinilmemiştir. Umulur ki aslında Hakk’ın açmış olduğu bu kapıdan girilerek Türk Dili’nin töreli evreni de bizzat uzmanları tarafından ele alınır ve bizlere âşinâ kılınır! Aksi takdirde, elbette Allâh’ın izniyle bu hususta da sa’ye teşne olduğumuzu muhataplarına arz eylemek isteriz efendim…
Rabbimiz, özümüzü ve sözümüzü (dil/lisân) hak ve hakîkattan ayırmasın; sözümüzü de özümüz gibi “bir” ve “hakîkî” kılsın efendim ey medet…
Ârafî soylamış, görelim cânım ne soylamış:
Be’yle birden gelir sözümüz bizim
Bâ’yla bardan gelir özümüz bizim
Çift olsa tek görür gözümüz bizim
Ârafî’m ârâfta töre böyledir…
Erhan Çapraz