Doç. Dr. Erhan Çapraz

Bir “ben” vardır bende benden içeru…

Lisânımızda şahısları ifade için kullandığımız zamirler bellidir: Ben, Sen, O, Biz, Siz, Onlar… Bir de tüm mahlûkâtı şâmil zamirlerimiz var: Hepimiz, tümü, bazısı, kimi, biri, kendimiz… gibi. Tabii bunların da birazdan ele alacağımız üzere Kur’ânî biz dilinin çeşitlenmeye bağlı tecellileri olduğu açıktır. Fakat her lisân, kendi yapı ve mânâ derinliğine bağlı olarak bunlara daha fazla bir neşv ü nemâ kazandırmasını bilmiştir şüphesiz…

Törenin temeli, kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’e baktığımızda Cenâb-ı Allâh (C.C.) kendisi için birinci çoğul şahıs olarak “Biz” ifadesini de, birinci tekil şahıs olarak “Ben” ifadesini de kullanmaktadır. Bu durum aslında, Arapçanın dil özelliğinden kaynaklanmaktadır. Zirâ Arapçada ve başka bazı dillerde de azamet, yücelik ifadesi olarak bazen bir kişi kendisi için birinci çoğul şahıs olarak “Biz” ifadesini kullanır. Nitekim gerek Türkçede gerekse başka dillerde karşımızda tekil şahıs varken yücelik, saygı ifadesi olarak ikinci tekil şahıs olan “Sen” yerine de “Siz” demekteyiz. Fakat Cenâb-ı Allâh’tan (C.C.) ikinci şahıs olarak bahsedildiğinde hep ikinci tekil “Sen” ifadesi geçer, hiçbir zaman ikinci çoğul olarak “Siz” ifadesi geçmez veya Cenâb-ı Allâh’tan (C.C.) üçüncü şahıs olarak bahsedildiğinde de hep üçüncü tekil “O” ifadesi geçer, hiçbir zaman üçüncü çoğul “Onlar” ifadesi kullanılmaz. Dolayısıyla, “Ben, Sen, O, Biz” zamirleri, Cenâb-ı Allâh’ın (C.C.) azametini, yüceliğini, saygınlığını belirtmek için Arapçada kullanılan yaygın zamirlerdir. Lâkin bu zamirler de “Kün!” emrine bağlı olarak diğer lisânlarda da esasında O’nun (C.C.) şahsının tecellilerine mazhar kılınmıştır. Maalesef bu hakikattan mahrum olanlar, özünde azamete mazhar kılınan bu yapılara “zamir” deyip geçerler!

İsterseniz, ilk olarak “ben” zamirinin dilimizde O’na (C.C.) bağlı tecellilerinin durumuna daha yakından bakalım:

Malûm olduğu üzere dilimizde “ben” zamiri (Eski Türk. men), türlü çekimli şekilleriyle tekil birinci şahsı gösterir. Fakat tecelliye mazhar kılındığı içün bilinç sâhibi olan insanı öbür varlıklardan ayıran, kişiliği yapan bir unsura dönüşmüştür. Nitekim Yunus Emre Hazretleri de “Beni bende demem bende değilem / Bir ben vardır bende benden içeru” derken bize doğrudan bu hakikatı anlatır. Bu yüzden “ben”, tasavvufta gerçek varlığın sâdece Allah olduğu idrâkine henüz varmamış kişinin kendisi için tasavvur ettiği varlık ve nefis mânâsına gelir. Hiç şüphesiz, bu tasavvurun derinliğine bağlı olarak da dilde çeşitlenebilir kullanımları tecelli etmiştir: “Ben bilirim”: (Sözü edilen şeyin) ‘İç yüzünün ne olduğunu iyice bilirim, ama açıklamak istemem’ anlamında bir söz; ‘Her şeyi en iyi şekilde bilirim, kimse benim kadar bilemez’ anlamında böbürlenme ifâde eden söz. “Ben bu işte yokum”: Bu işe karışmak istemiyorum, beni hesâba katmayın. “Ben (ben) demek”: Dâima kendini ön planda tutmak, nefsine çok değer vermek, bencillik göstermek. “Ben diyorum bayram haftası, o anlıyor (diyor) mangal tahtası”: Söylediğim şeyi tamâmen ters anlıyor: Ben ne diyorum, o ne anlıyor. Ben mangal tahtası diyorum, o bayram haftası diyor (Ahmet K. Tecer). “Ben diyorum hadımım, o diyor oğul kızdan ne haber? (oğlun kızın var mı?)”: Hiç halden anlamıyor, bana yapamayacağım şeyleri teklif ediyor. “Ben ettim, sen etme (siz etmeyin)”: Pişmanım, kusûrumu affet, beni cezâlandırma: Ben ettim sen etme kuzum değirmenci baba. Boşuna değil bu telâş (Câhit S. Tarancı). “(Ölüm, kazâ, felâket) Ben geliyorum demez”: Hiç beklenmedik zamanda oluveren hâdiseler karşısında söylenir: Ben geliyorum demez ki ölüm (Câhit S. Tarancı). “Ben hancı, sen yolcu (iken)”: Nasıl olsa bir gün işin bana düşer, bana muhtaç olursun. “Ben kim oluyorum ki”: ‘Hiç de önemli bir kimse değilim’ anlamında tevâzu sözü; ‘Bana değer bile verilmiyor, karışmaya hakkım yok’ anlamında sitem sözü. “Ben sana (size, onlara) gösteririm”: ‘Yaptığının cezâsını vereceğim, elimden çekeceğin var’ anlamında tehdit sözü. “Ben sana hayran, sen cama tırman”: Biri diğerine hayran, öbürünün ise umûrunda bile değil. “Ben şâhımı bu kadar (buraya kadar) severim”: Ancak bu kadar fedâkârlık edebilirim, daha fazlasını yapamam. “Bende o göz var mı?”: Buna inanacak kadar saf mıyım? (…) “Benden”: ‘Parası tarafımdan ödenecek, masrafını ben çekeceğim, benim ikrâmım olacak’ anlamında kullanılır. “Benden bu kadar”: Elimden başka bir şey gelmez. “Benden de al o kadar”: Ben de aynı düşüncedeyim. “Benden günah gitti”: Gerekeni yaptım, artık kötü bir şey olursa sorumlusu ben değilim, günah benden gitti. “Benden ırak (uzak) olsun da Mısır’a sultan olsun”: ‘Ben yüzünü görmeyeyim, bana görünmesin de isterse en yüksek mevkilere ulaşsın’ anlamında hoşlanılmayan kimseler için kullanılır. “Benden paso”: Ancak bu kadar yapabilirim, daha fazlasını yapamam. “Benden söylemesi”: Bana düşen doğruyu söylemek, gerisi sana âit. “Benim de adım Yâkup ama o kadar uzun değil”: “Biliyorum, fakat meselenin o kadar derinine gidemem” anlamında bir söz. “Benim diyen”: Değme, seçkin, kendine güvenen. “Benim elim değil, Ayşe Fatma anamızın eli”: Hanımların bir işe başlarken, yemek pişirirken söyledikleri duâ kabîlinden tekerleme. “Benim oğlum binâ okur, döner döner yine okur”: ‘Aynı şeyleri tekrarlayıp duruyor, bir ilerleme göstermiyor, çalışmaları verimli olmuyor’ anlamında kullanılır. Dikkat edilirse “ben”e bağlı çeşitlenen tüm bu kullanımların esasında tamamen O’na (C.C.) dönük bir mânâ evrenine ait olduğu görülür. Hatta “ben” bazen kendisini bu mânâ evreninden koparabilmek için, “Bence” (Bana göre, bana kalırsa), “Bencileyin” (Benim gibi) ve “Benimki” (Karı kocanın birbirinden bahsederken kullandıkları söz, bizimki; Önemsenmeyen bir kimseden bahsedilirken kullanılan ve alay ifâdesi taşıyan söz) gibi kullanımlara dûçar olmuştur.

Her ne kadar Töreli edebî geleneğin mazmun evreninde “küfr”e karşılık gelen bir kullanıma da mazhar kılınmışsa da Karac’oğlan’nın bir şiirinde “ Karayağız olsun bensiz olmasın / Gāyet güzel olsun densiz olmasın” şeklinde geçtiği üzere “Deri üzerindeki kahverengi veya siyah renkli küçük lekelere, kabartılara verilen isim, benek” mânâsına gelmesinde de “ben”in sözkonusu tecelliye bağlı mazhariyeti esastır. Nitekim, “Elma, hurma, üzüm gibi meyveler üzerinde olgunluk alâmeti olan renkler görülmeye başlamak” ve “Üzerinde leke peydâ olmak, beneklenmek” anlamına gelen “ben düşmek” tabirinde bile olgunluğa bağlı olarak bu mazhariyeti görmekteyiz.

Darısı bu mazhariyeti göremeyenlere! Rabbimiz bizi sadece bakanlardan değil, görenlerden eylesin… Efendim ey meded!

Arafî’m soylamış, görelim cânım ne soylamış:

Yunus’un izinden gitmek dururken

Arafî’m sözünden gitmek dururken

Veysel’in sazından gitmek dururken

Ayrılık gayrılık söyle ne diye…

Erhan Çapraz

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu