Doç. Dr. Erhan Çapraz

Bir töreremiz seccâdemiz…

Seccâde, malûm olduğu gibi, üzerinde bir kişinin namâz kılacağı büyüklükte, halı, kilim, kumaş, hasır vb. inden yapılmış, daha çok dikdörtgen biçimindeki yaygı, namâzlıktır. Namâza, yâni secdeye vâsıta olduğu için de ibâdet mahallerine sırma, kasnak, anavata, dival işlemeli, ipek, arakiye ve yazma şeklinde seccâdeler serilirdi. Seccâdenin serilmesiyle birlikte namâza durulurdu. Tâbiri câizse seccâde, namâza namzet olmuştu. Son tahlîlde, seccâde demek, namâz demekti. Bu yüzden hacdan ve umre ziyâretinden dönen atalarımız, yakınlarına seccâde ve tesbîh hediye etmeyi kendilerine âdet edinmişti.

Elbette Hz. Peygâmberimizin (s.a.s) buyurduğu üzere “Yeryüzü bana mescid kılındı”, fakat ümmet-i Müslimîn, asırlardır namâza niyet etmenin nişânesi olarak araya seccâdesini sermişti. Ölümden kaçamayacağını anlayan Dedem Korkutumuz, Sırderyâ Irmağı’nın üzerine seccâdesini sermiş ve ibâdet etmeye başlamıştı. Yâni bu niyet olduktan sonra ırmağın üzerine bile seccâde serilebilirdi. Ayrıca nebevî terbiyede ameller niyetlere göre idi. Seccâde serildiğinde hak vâki olursa namâzı edâ edememek de vardı. Seccâdeyi sermek bile namâzı kılmaktı yâni.

Sonra, modernleşen veyâ yozlaşan toplumda seccâde bir süs halısı hâline geldi. Yâni artık her şeyin süsten ve bezekten ibâret olduğu dünyâda seccâde bir halıya dönüşüvermişti. Hâlbuki kutsal kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyetinde (Âl-i İmrân, 14; Kehf, 46; Hadîd, 20) dünyânın süsüne aldanıp kalmamamız buyruluyordu. Dolayısıyla bugün de yaşadığımız buhrânların asıl sebebini burada aramamız gerekiyordu. Peki, biz ne yaptık? Aldandık, dünyânın rengine kandık!

Hîç şüphesiz doğrudan hakîkat alanına bağlı olan seccâdenin töreli şifâhî (edebî, dinî) geleneğe yansıyan bir tarafı da vardı. Örneğin, “seccâdeyi suya salmak (sermek)” deyimi, “kerâmet göstermek” mânâsında dilimize ve kültürümüze mâl olmuştu. Hattâ Nâilî’nin şu beytinde görüldüğü üzere seccâdeyi suya salmak, tüm âleme şöhret olmaktan bile efdal görülmüştü:

“Gerçi ki seccâdeyi saldı suya

Dedi ne lâzım bizi âlem duya”

Bir de “seccâde-nişîn” olmak vardı. Aslında insânların seccâdeye bağlı olarak bugün de gösterdiği tepkinin temelinde bu vardı. Bu tabîr, öncelikle “çok namaz kılan, takvâ sâhibi kimse, âbit” için kullanılıyordu. Âşık Paşa’nın naklettiği üzere bunlar, cemâatta çok önemli bir yere sâhipti:

“Cümle seccâde-nişîn ü hırka-pûş

Şeyh elinden kılmış idi cür’a nûş”

Hattâ cemâtta öylesine önemli bir mevkie yükselmişti ki “şeyh makâmında oturan kimse, postnişîn” yerine kullanılır olmuştu.

Efendim, elbette bizi biz yapan bu kıymetlerden uzak düşenlerin  ve töreli geleneğin bağlı olduğu hakîkat zemîninden mahrûm kalanların töreremizlerimize bizim kadar kıymet vermesi beklenemez. Lâkin toplumlar, töreremizleriyle doğar, yaşar ve ölürler…

Lutfi Baba soylamış, görelim cânım ne soylamış:

Dünyâ bize olmuş mescid

Farkı yoktur deryâ Necid

Seccâdemiz salât sucûd

Lutfi böyle katı dinle…

Erhan ÇAPRAZ

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu