
Malûmunuz lisanımızda “efkâr” diye bir kelimemiz mevcut. Kelime, kaflı okunursa (ﺍﻓﻘﺮ) sıf. (Ar. faḳr “yoksul olmak”tan efḳar) “Çok (daha, en, pek) fakir ve muhtaç” mânâsına; kefli okunursa (ﺍﻓﻜﺎﺭ) i. (Ar. fikr’in çoğul şekli efkār) “Fikirler, düşünceler” mânâsına geliyor. Kubbealtı Lugati’nde aktarıldığına göre kelimenin asıl ilginç tarafı ise “Endîşe, tasa, kaygı, üzüntü, keder” mânâsını Türkçe’de kazanmış ve bu anlamda tekil olarak kullanılmıştır. Yani ferdenferda acıya tekil olsa da üzüntüye ortak büyük bir milletin temsiliyetine işaret eder… Efkâr, Türk milletinin hissiyatıdır yani… Ve artık, efkârın adı “Gazze”dir. Her ne kadar hepimizin üzerine üzerine bassa da dağıtılması mümkün olmayan bir efkâr Gazze…
Üstad Yavuz Bülent Bâkiler’in,
“Bir efkâr basıyor beni ansızın
Kendimi zor atıyorum sokaklara”
dediği gibi her efkâr bastığında Gazze’nin büyük acısını yaşıyoruz! Çünkü bu acıyı yaşamak öncelikle bize has kılınmış; efkâr, keder ve acı mânâsını Türkçe’de kazanmış!
Peki, efkârın fikre ve düşünceye dönük bir tarafı da yok mu? Elbette var. Fakat bu taraf da tamamen bir kamu oyu oluşturmaya yönelik. Yani nereden bakarsanız bakın, efkâr sizi aynı millete, ümmetin acısı ile acılanan Türk milletine bağlıyor. Dolayısıyla Gazze gibi çok büyük acı veren hadiselerde efkârıumûmiyenin teşkili bizde zorunluluk arz ediyor…
Peki bizde bugün topyekun böyle bir efkâr var mı? Maalesef yok! Bunun için efkârın adı Gazze olsun! Belki Orhan Veli’den ilhamla, Gazze’nin adı söylendiğinde yediden yetmişe efkârlanırız!
Sahi,
“Havuzun başına gelmesin eller
Bugün efkârlıyım açmasın güller”
diyen bu millete acaba ne oldu?
Son söz: Efkârın adı Gazze olsun…!