Doç. Dr. Erhan Çapraz

Her ölüm bir kıyâmettir!

Töreli Türk mizâhının kurucusu Nasreddîn Hoca’nın hikâyesi hepimizin mâlûmudur: Hoca’ya, “Kıyâmet ne zamân kopacak?” diye sormuşlar. Hoca da “Hangi kıyâmet?” demiş. Amân hoca, demişler, “Kaç kıyâmet var ki?” Hoca da bu sefer, “İki kıyâmet vardır. Karım ölürse küçük, ben ölürsem büyük kıyâmet kopar!” demiş. Hîç şüphesiz Hoca’nın bu töreli idrâkının temelinde de Hz. Peygâmber’imizin (s.a.s) hadîs-i şerîfleri vardır. Çöl Araplarından bazıları Allâh Resûlü’nün yanına gelerek, “Kıyâmet ne zamân kopacak?” diye sorduklarında Allâh Resûlü, onların en küçük olanlarına işâret edip, “Şu delikanlının ömrü olursa o henüz kocamadan hepimizin kıyâmeti başımıza gelmiş olacaktır.” buyurarak kıyâmetle herkesin ölümü arasında bir bağ kurmuştur. Hoca’nın hikâyesinin şekil olarak bile hadîs-i şerîfe bağlılığı, meseleyi töreli gör/e/meyenler içün yeter de artar kanâatımızca.

Dîğer taraftan doğrudan nebevî terbiyeye bağlı töreli idrâkta kıyâmetin zâhirî olarak “kıyâmet-i suğrâ” ve “kıyâmet-i kübrâ” şeklinde iki çeşidi vardır. Kıyâmet-i suğrâ, insânın kendi ölümüdür. Buna “küçük kıyâmet” de denilmektedir. Kıyâmet-i kübrâ ise tüm insânların öldükten sonra tekrâr dirilecekleri gün, zamândır. Buna da “büyük kıyâmet” adı verilmektedir. Önceki yazımızda da belirttiğimiz üzere kıyâmetin toplumumuzda ilişkilendirildiği yegâne hakîkat ise “zelzele”dir. Dolayısıyla maalesef zelzelelerde yaşadığımız ölümler, nebevî idrâka bağlı küçük kıyâmetlerdir. Nitekim İslâmbol’da 10 Eylül 1509’da, yaklaşık 7-8 büyüklüğünde yaşanan büyük zelzeleye de halk tarafından “kıyâmet-i suğrâ” adı verilmesi doğrudan bu idrâkı yansıtır. Hîç şüphesiz küçük kıyâmetler de bizi asıl büyük kıyâmete hazırlamada öncü bir tecellî vazîfesine hâizdir.

Dolayısıyla zelzelelerin başını çektiği bu kıyâmetler bize asıl büyük kıyâmetin yaklaştığını haber verir. Nitekim Hz. Peygâmberimiz (s.a.s.), ilim kaybolmadıkça, depremler çoğalmadıkça, zamân kısalmadıkça, karışıklıklar ortaya çıkmadıkça, herc, yani cinâyetler çoğalmadıkça ve elinizde mal çoğalıp taşmadıkça büyük kıyâmetin kopmayacağını buyurarak bizi zelzeleyle birlikte bazı husûslar hakkında (ilm, zamân, kaos, cinâyet ve mal) açıkça îkâz eder. Nitekim halk arasında çok sevilen “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir.” (hadîs-i şerîf), “Biri yer, biri bakar / Kıyâmet ondan kopar.” şeklindeki töresözlerimiz de aslında aynı idrâkın türlü tecellîleri olarak kabûl edilebilir.

Elbette Rabbimizin buyurduğu gibi “Kıyâmet yaklaştıkça yaklaşmıştır.” (Necm, 57). Fakat bizler kulluğumuzun gereği, sünnetullâha bağlı, sadece nebevî terbiyeyi esâs alarak “küçük kıyâmetler” içerisinde yaşamaya her zamân muktedir olmalıyız. Bu yüzden her ölümün bir kıyâmet olduğu gerçeğini de hîçbir zamân hâtırdan çıkarmamalıyız!

Lutfi Baba soylamış, görelim cânım ne soylamış:

Her ölüm bir kıyâmet
Ehl-i müjde gel sabret
Lutfi zilzâl içinde
Sonumuz hep selâmet…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu