Doç. Dr. Erhan Çapraz

Kaçan semmûr kalpak giyse ol serv-i semen-sîmâ…

Türkçe bir ad olduğu düşünülen kalpak, kalıp “kapak, örtü”den küçültme ekiyle kalıp+ak şeklinde teşekkkül etmiştir. Hatta teşekkül etmekle de kalmamış; Bulgarca, Sırpça, Yunanca, Macarca, Rusça ve Farsça gibi komşu dillere, ayrıca Avrupa dillerine de geçmiştir!

Pöstekiden veya buna benzer çuha vb. kumaştan yapıldığı vârit olsa da “Samur kalpak” kanaatımca Türk’e en yakışır olanıdır. Ayrıca da kalpağın samur olanı toplumda zenginlik ve ihtişamın da bir göstergesi sayılırmış eskiden.

Ve dahi kalpak, eski zamanlardan beri belde silah ile kıyafetlerimizi özel olarak da süslemiştir. Diğer taraftan zaman zaman millî bir imge olarak da kabul edilse de kalpağın ulu Türkistan’ımıza bakan bir yanı da her zaman olmuştur.

Hele hele de kalpak en fazla Şeyh Şamil’e yakışır. Onunla “bir” olur adeta… Belki de bu yüzden Çerkes kardeşlerimize de dayandırılır kalpak… Kısacası kalpak, bize biz olma duygusunu ve şuurunu aşılar. Bu yüzden de ne zaman kimliğimiz söz konusu olsa başlarda yerini bulur; baş tacı olur…

Türkistan’da önceleri “börk” iken sonraları “papak” olmuştur. Nazım Hikmet, “Bahri Hazer” şiirinde Türkmen kayıkçıyı başında kocaman kara bir papağıyla dümeninin yanına bu yüzden oturtur:

“Ve Türkmen kayıkçı

Dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.

Başında kocaman kara bir papak;

Bu papak değil:

Tüylü bir koyunu karnından yarıp

Geçirmiş başına!

Koyunun tüyleri düşmüş kaşına!

Çıkıyor kayık

                       iniyor kayık”

Attila İlhan’ın şiirlerinde ise ittihatçılar hilâl bıyıklı ve kara kalpaklı olur:

“ittihatçılar da vardı hilâl bıyıklıydılar

sustasına basılmış birer çakıydılar

mor kumrular patlıyordu câmilerden

mavzerlerin gözü dönmüştü

kara kalpaklıydılar”

Bazı romanlarda hiç bitmeyen umudun kaynağı olur…

Bir serpûş olarak kalpağın yeri apayrıdır bende de… Lise yıllarımda Rus pazarında Azerbaycanlı bir bayandan satın aldığım samur kalpağımı hâlâ başımda saklarım… Ben nereye gitsem kalpağım da benimle oraya gider…

Gerçekten de tıpkı teşekkülünde olduğu gibi kalpak bir kalıptır benim için… Yılların, yorgunluğun, gurbetin ve dahası öksüz Türklüğümün bir kalıbı… Yaz ve kış başımda taşıdığım; taşımaktan da her daim gurur duyduğum kalpağımdır benim…

17.yüzyıl divan şairi Fuzûnî’nin şu dediğine bakılırsa ben de samur kalpağımdan gurur duymada pek haksız değilim galiba:

“Kaçan semmûr kalpak giyse ol serv-i semen-sîmâ

Sanurlar mâh-ı tâbânı sehâb içre durur gûyâ”

(Eğer yasemin çehreli serviye benzeyen sevgili samurdan mamul kalpak giyse ona bakanlar, onu bulutlar arasında bir dolunay sanırlar sanki.)

Elbette takdir, görseldeki fotoğrafıma bakanların…

Efendim, sizin de başınızdan takke, fes veya kalpak hiç farketmez serpûş eksik olmasın…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu