Efendim, bugün size “kendi” zamiri üzerinden hâl-i hakikatta lisana da kalb-ı kelim etmiş olan O’na (C.C.) dönüşümüzden bahsetmek istiyorum. Zira, “Göklerin ve yerin (ve bunların arasındaki her şeyin) mülkü (ve tasarruf yetkisi) Allah’ındır ve dönüş yalnızca (ve kaçınılmaz olarak) Allah’adır.” (Nûr, 42). Dolayısıyla bu esas, “kendi” zamirininin de hakikat alanını belirler. Öyle ki “kendilik”, yeni dilde isim olarak, “Bir nesnenin öz varlığı, hakîkî varlığı, zâtiyet, hüviyet” mânâsına gelmekte; asıl en değerlisi ise “kendiliğindenlik”, yeni felsefede yine isim olarak “Zihnî, ahlâkî ve fizikî zorlamalar olmaksızın, hareketinin sebebini doğrudan doğruya ve birdenbire kendi içinde bularak gerçekleştirme yeteneği (Fr. Spontanéité) mânâsı kazanmıştır. Yani, daha en baştan belirtmek gerekirse kelime, mantıkî kelâmî esasta bizi “men aref” sırrına, “Kendini bilen Rabbini bilir” hakikatine bağlar. Dolayısıyla “kendi” kelimesine biraz daha yakından bakmada büyük fayda mevcuttur.
Lugatımız Kubbealtı’nda “kendi”, zamir. (Eski Türk. kendü < kentü), ilk olarak “Kişinin öz varlığı, zâtı” mânâsına gelir. Kelime daha sonra, “İyelik eki almış kelimelerin önüne geldiğinde sıfat gibi kullanılır ve anlamı pekiştirir.” İşte kelimenin “kendimiz”i kendi hakikatimize döndürdüğü veya dönüştürmeye başladığı yer tam da burasıdır. Burada, Orhan S. Orhon’un “Kendi kuvvetime var emniyetim / Değişmez pek kolay kolay niyetim” dizelerinde belirttiği gibi kişinin kendinde tecessüm eden bir enaniyet hâli mevcuttur.
Dahası, lisanımızda “Kendi adıma”, “Kendi ağzı ile tutulmak”, “Kendi ayağı ile gelmek”, Kendi âlemine dalmak”, “Kendi âleminde”, “Kendi aramızda”, “Kendi başına”, “Kendi bilir”, “Kendi çalıp kendi oynuyor”, “Kendi çöplüğünde ötmek”, “Kendi derdine düşmek”, “Kendinden pay biçmek”, “Kendi eliyle”, “Kendi gelen”, “Kendi göbeğini kendi kesmek”, “Kendi hâlinde”, “Kendi hâline bırakmak”, “Kendi havasına (kafasına) gitmek”, “Kendi havasında”, “Kendi hesâbıma”, “Kendi kendine”, “Kendi kendine (kendisine) gelin güvey olmak”, “Kendi kendini yemek (yiyip bitirmek)”, “Kendi kuyusunu (kendi) kazmak”, “Kendi payıma”, “Kendi yağı ile kavrulmak”, “Kendinde olmamak”, “Kendinden geçmek”, “Kendine benzetmek”, “Kendine çeki düzen vermek”, “Kendine dönmek”, “Kendine etmek”, “Kendine gel”, “Kendine gelmek”, “Kendine güldürmek”, “Kendine has (özgü, mahsus)”, “Kendine kıymak”, “Kendine pay çıkarmak”, “Kendine (…) süsü vermek”, “Kendine yedirememek”, “Kendine yontmak”, “Kendini ağıra satmak”, “Kendini alamamak”, “Kendini akıntıya bırakmak”, “Kendini anafora kaptırmak”, “Kendini aratmak”, “Kendini ateşe atmak”, “(Bir yere) Kendini atmak”, “Kendini (bir yere) atmak (dar) atmak”, “Kendini beğenmek”, “Kendini bırakmak”, “Kendini bilmek”, “Kendini bilmez”, “Kendini bir şey sanmak”, “Kendini bulmak”, “Kendini -de bulmak”, “(-de) Kendini bulmak”, “Kendini dev aynasında görmek”, “Kendini dinlemek”, “Kendini dirhem dirhem satmak”, “Kendini ele vermek”, “Kendini fasulye gibi nîmetten saymak”, “Kendini göstermek”, Kendini kapıp koyuvermek”, “Kendini kaptırmak”, “Kendini kaybetmek”, “Kendini kurtarmak”, “Kendini naza çekmek”, “Kendini paralamak (parçalamak)”, “Kendini satmak”, “Kendini şaşırmak”, “Kendini toplamak (toparlamak)”, “Kendini tutmak”, “Kendini vermek”, “Kendini yenmek”, “Kendini yerden yere atmak”, “Kendini yok bilsin”, “Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede, nerde kaldı gayriye himmet ede” suretinde, elbette çeşitlenmeye bağlı tecessüm ve tebarüz eden tabir ve töresözlerde de bu hâli açıkça görmek mümkündür.
Bu yüzden, Töreli edebî dairede şairler kendine gelmenin ehemmiyetini sıklıkla vurgularlar. Bakınız Töre’nin büyük şairi Karac’oğlan’ımız bu hâli, hem de uzmanlık alanı dilberler (=düşkünlük, tuzak) üzerinden ne de güzel anlatıyor:
“Karac’oğlan gel kendine
Aldanma dilber fendine
Astı zülfünün bendine
Ne kaçıp kurtulabildim”
Elbette Ken’an Rifâî hazretlerinin belirttiği üzere kendini bulmak için de ilm ü irfanla çok sa’y etmek gerektir:
“Kendini bulmak için insan demâdem sa’y eder
İlm ü irfanla bulur ancak cehâletten rehâ”
Yine kendi zamirine bağlı olarak lisanımızda “Kendince”, “kendileri”, “kendinden” ve “kendiliğinden” gibi zarf ve saygı kalıpları da tecessüm etmiştir. Elbette bu, lugatta “kendiliğinden” zarfı için verilen mânâda olduğu gibi “Bir dış etki ve zorlama olmaksızın, kendi kendine” bir surette tecessüm etmemiştir. Hulâsa, bu zarfın dönüşü de yalnızca O’nadır (C.C.).
Peki, bunun inkârı mümkün mü?
Cevabı, sahibi O’ndan (C.C.) verelim:
“Allah’ı nasıl inkâr edebilirsiniz ki? Siz ölü iken, sizi var etti. Sonra sizi öldürecek ve sonra tekrar diriltecek. Sonra ona döndürüleceksiniz.” (Bakara, 28).
“Her nefis ölümü mutlaka tadacaktır. Sonra da bizim huzurumuza döndürüleceksiniz.” (Akebût, 57).