
Keşke Rus folklörüne tâbi olsaydınız…!
Batı karşısında her alanda olduğu gibi folklörde de iki adım ileri bir adım geri oluşunuz, bugüne kadar beklediğiniz faydayı bir türlü size temin edemedi, değil mi? Eeee… Kafa ve gövde Batı’da; ayaklar ise Doğu’da sabit olunca elbette bir denge sağlanamıyor. Üstüne üstlük folklörde bir de buna Ankara, İzmir, Konya ve İstanbul ekollerine bağlı kast sisteminiz eklemlenince bu denge iyice sarsılıyor. Sadece Ankara’da; Hacettepe, Gazi (HBV) ve DTCF arasındaki gizli kast yarışında bile bunu açıkça gözlemlemek mümkün. Bu durumda elbette olan Türk folkörüne oluyor. Âdeta bu fasid daire dâhilinde yerli ve millî bir folklör asla inşa edilemiyor. Hâlâ Türk Folklör Tarihi’nin yazılamamış olması bu durumu târihî bakımdan da iyice teyid ediyor. Ne diyelim? En azından ‘ulamâya bir ömür koltuğunda saadetler dileyelim!
Diğer taraftan Türkistan’da, özellikle de Azerbaycan’da vaziyet hiç de bizdeki gibi değil. Hatta Türk folklörüne dair en özgün araştırma ve eserlerin hâlâ orada verildiğini ifade etsek hiç de abartı olmaz. Mesela ben “hakikat alanı merkezli inceleme metodu”ma (HAMİM) göre yaptığım araştırmalarda bulabildiğim kaynaklarımı sadece oradan temin edebiliyorum. Sizce de bu durum tuhaf değil mi?
Elbette bunda Çarlık Rusya dağılana kadar Komünizm’in İslâm’a karşı sergilemiş olduğu yoğun baskı karşısında kardeşlerimizin buna karşı gösterdiği imanî direncin tesiri çok büyük… En azından bizdeki gibi bu mücadeleyi kendi içlerindeki “aydın” geçinen seküler laiklere karşı vermediler. Hâl böyle olunca da gerçek bâtılın karşısında hakkın cephesinin temelleri daha sağlam atılmış. Dahası bu süreçte her ne kadar mücadele, hak ile bâtılın mücadelesi olsa da folklör alanında meseleyi tamamen hak ve hakikatten, yani töreden uzaklaştıran şer ve bâtıl cephesine karşılık anında bir Töreli hakikat cephesinin varlığına da şahid oluyoruz. Maalesef Türkiye’de böylesine bir mücadele şimdiye kadar hiç verilmemişti; ta ki bizim Töreli Fikir mecramız teşekkül edinceye kadar… Elbette bizdeki bâtıl cephesinin de suret-i haktan görünerek bize aynı gelenek üzerinden zokalarını yutturmasının da bunda tesiri çok büyük. Ne diyelim, Rabbim herkese iman ve feraset versin.
Azerbaycan’ın bu süreci kuvvetli şiî İran tesirine rağmen başarmış olması ise hayli dikkat çekici. Fakat onların en azından Rusya’nın folklör terbiyesinden geçmiş olmaları, temelleri sağlam bir Türk folklörü anlayışına sahip olmalarına vesile olmuş gibi görünüyor. Bu yüzden açıkçası Türk folklörüne dönük tarih ve kuram temelinde büyük çıxıhları sadece onlardan bekliyorum. Zira bizdeki ‘ulamâ, Batı’nın kendilerine çizmiş olduğu kuramları temelindeki dairede mutlu mesut yaşamını sürdürmeye devam ediyor.
Evet Rus folklörü de tıpkı bizdeki gibi 18.-19. yüzyıllarda Batı’da yürütülen folklör çalışmaları ile hayat buluyor. Fakat bizdekinin tam aksine Ruslar, elbette büyük Sovyetler Birliği ideolojisi uğruna tamamen kendi geleneklerini koruyarak yeni, yerli ve millî bir folklör anlayışı kurmayı başarıyorlar. Dolayısıyla her ne kadar adi bir asimilasyona uğrasalar da bundan Türkistan’da yaşayan tüm kardeşlerimiz de iyi mânâda etkileniyorlar. Dolayısıyla bugün Türkistan’da her alanda, elbette folklör alanında yaşanan büyük bir sıçramayı tamamen bu duruma bağlı düşünmek iktiza eder. Yoksa bizdeki gibi sırf çok gelişmiş (!) Batı’nın kuyruğuna takılıp kalmakla büyük bir sıçrama beklemek elbette hayal olur.
Gerek Batılılar gerekse Ruslar 19. yüzyılda işe masal araştırmaları ile başladılar. Biz ise şimdi tam iki asır sonra onlar gibi tekrar masalla işe başlıyoruz. Ama sadece masalları toplayarak! Ne diyelim bizim tarafta hâlâ kara görünmüyor. Zaten kimsenin de karayı görmeye niyyeti yok. Çünkü kara demek; iş demek, icad demek! Check in peşinde koşup diyar diyar gezmek dururken bununla kim uğraşır?
Bu durum karşısında ise benim içimden, “Keşke iki asırdır Batı’nın kuyruğuna takılacağınıza, Rus foklörüne tâbi olsaydınız” demekten başka bir şey de açıkçası gelmiyor.
Neyse ki Töreli Fikir var artık. Rabbim izin verdiği müddetçe taşları törelice yerli yerine yerleştireceğiz inşaAllah…
Erhan Çapraz