Herkesin gâliplik tasladığı bir ortamda maalesef gâlibe verilen değer de ortadır. Yani sadece orta değerde bir gâlip söz konusudur. Hâlbuki Rabbimizin Yûsuf suresinin 21. âyetindeki hükmü çok açıktır: “Lâ gâlibe illallâh!” (Allah’tan başka gâlip yoktur!) Dolayısıyla gâlip olan sadece O’dur (C.C). Bizim için ise şairin dediği üzere, “Gâliptir bu yolda mağlup!” Hz. Yûsuf ise bize güzelliğin gâliple vuslatıdır. Bu yüzden Endülüs mimarisinde saray ve cami yapılarında hemen hemen her yerde bu âyet göze çarpar. Kısacası bizim medeniyetimizde gâlibe verilen anlam çok kıymetlidir! Yani özünde sadece O’nu (C.C.) taşır.
Arapça ġalebe (yenmek, üstün gelmek) fiilinden türeyen “ġālib”, lisanımızda ilk olarak “Üstün gelen, yenen, galebe çalan (kimse)” anlamı taşımaktadır. Yukarıda belirttiğimiz üzere kişinin bu kodları Cenab-ı Hak’tan aldığı ise mutlaktır. Fakat insan, nisyandan geldiği için bu kodlarını çok çabuk unutuverir de Allah muhafaza Nemrudluk, Firavunluk taslayıverir… Yine şairin, “Gālib yine cûş-ı âşıkānem” (Muallim Nâci) dediği gibi gâliplik, aşk’ın ve âşıkın coşkunluğunda yaşanır. Bu yüzden gālip gelmek, ancak Allâh’ın inâyetiyle mümkündür. Maalesef bu hakikattan mahrum olanlar “ben gālip geldim” sanırlar. Dolayısıyla gālip gelmenin doğrudan nefse üstün gelmeyi gaye edinen bir tarafı da vardır. Buna bağlı olarak da insan hayatta gālibâne (Gālip olana yakışır tarzda, gālipçesine) bir tavır takınır. Fakat en başta ifade ettiğimiz üzere her hâlükârda gālip gelen aslında O’dur (C.C.); O’nun tecellisidir. Bizde ise bu O’na karşı tavrımızda tecessüm ve tecessüs eder. Bu tavırla hareket eden insan ise asla yenilmez; her zaman gâlip olur. Dolayısıyla fiilin “gālibe” şeklindeki sıfat şekli müennestir. Bu şekliyle de tecelliyâta bağlı olarak bizi her zaman gālip gelenlerin zümresine bağlar. Lâkin yine en başa dönecek olursak “Allâh’tan başka gālip yoktur” (Yûsuf, 21).
Töreli edebî gelenekte “gālip” dediğimiz zaman ise akla “Hüsn ü Aşk”ın yazarı büyük divan şairimiz “Gālip Dede” gelir. Yani “Hüsn” ve “Aşk”, Gālip Dede’ye de üstün gelmiştir artık… Hüsn, tüm engellerden, elbette ateş denizden gālip gelmeyi “Aşk”a ve aşkına borçludur. O halde biz de size Hüsn ü Aşk’ın dilinden soralım:
“Ey gül-i rânâ..!
Ömrün beş mevsimi var: Aşk, hasret, yalnızlık, vuslat ve hüzün.
Sahi, sen hangi mevsimdesin?”
Efendim ey meded!
Ârifî’m soylamış, görelim cânım ne soylamış:
gâlip olan aşktır bize
hüsn ezelden O’ndan size
ârifî’yi anlamazsan
sonra gelirsiniz dize…