Doç. Dr. Erhan Çapraz

O’ndan “kaçmak” da yine O’na “kalmak”tır!

Dilin (lisan) “Kün!” (Ol!) emr-i İlâhîsine bağlı mazhariyetinin tecellilerini dildeki tüm fiillerde görebilmek hiç şüphesiz mümkündür. Lâkin buna dönük bir bakış açısı şarttır! Maalesef bunu belli bir dinin, daha açık ifade ile belli bir ideolojinin (=İslamcılık) parçası olarak görenler, belki de kendi bayraktarlıklarını yaptıkları ideolojinin hilâfında gördükleri içün, aradan “hakikatı” “kaç”ırmaktadırlar… Bu yüzden açıkça ifade etmek gerekirse, -ne yaparsanız yapın- O’ndan (C.C.) “kaçmak” da yine O’na C.C.) “kalmak”tır! Nitekim Mülk suresinin 15. âyetinde Rabbimiz bizi, “O halde onun omuzlarında yürüyün. (Allâh’ın) rızkından yeyin. (Fakat şunu daima hatırlayın ki) son gidiş ancak O’nadır” şeklinde uyarmaktadır. Dolayısıyla Töreli edebî gelenekte lisana bağlı tüm yapı ve mecazların (mazmun) aslî kaynağı O’dur (C.C.). Bu itibarla dildeki tüm fiillerin O’na bağlı olması mukadderdir: O’na gitmek, O’nda kalmak, O’ndan kaçmak, O’na bakmak, O’nu sevmek, O’nu seçmek…

Sîmurg’un hikâyesini hepimiz biliriz:

Ateşinde yanarak küllerinden yeniden doğan Sîmurg (Anka kuşu), bilgi ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Kuşlar Sîmurg’a inanırlar, onun kendilerini kurtaracağını düşünürler ve yolunda gitmeyen her şeye Sîmurg’un çözüm bulacağına inanırlarmış. Ancak Sîmurg ortada görünmedikçe kuşlar beklemeyi bırakmış ve sonunda umudu kesmişler.

Bir gün bir kuş sürüsü Sîmurg’un kanadından bir tüy bulmuş ve diğer kuşlara çağrı yapmış. Çağrıyı duyan ve Sîmurg’un var olduğuna inanan dünyadaki tüm kuşlar bir araya gelmişler. Hep birlikte onun huzuruna çıkıp yardım istemeye karar vermişler.  

Ne var ki Sîmurg’un yuvası Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Üstelik oraya varmak için her birinde gizlenmiş ayrı bir duygu ile birlikte her biri diğerinden daha çetin yedi farklı vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar hep birlikte göğe doğru uçarak yolculuklarına başlamışlar. İsteği ve azmi az olanlar yolda birer birer dökülmüş. Vadilerden geçerken yorulanlar, düşenler ve vazgeçenler olmuş.

Önce bülbül, güle aşkını hatırlayıp “O üzülürse ben ölürüm” demiş ve hasretinden geri dönmüş. Oysa güle olan hasreti artık hiç bitmeyecekmiş! Papağan, “Tüylerim çok güzel benim, bu kadar uçmak onları eskitir, ben kıyamam tüylerime” demiş ve uçmayı bırakmış. Ve güzel tüyleri sebebiyle hep kafeslere kapatılmış, kafeslerde ömür tüketmiş.

Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış.

Baykuş, yıkıntılarını özlemiş.

Balıkçık kuşu, bataklığını…

Her vadide bir duygu tuzağı, bazı kuşları yolculuktan vazgeçirmiş ve geri döndürmüş. Vadiler üzerinden uçtukça kuşların sayısı giderek azalmış. Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmışlar. Bakmışlar ne bilgi ağacı var ne de Sîmurg… Anlamışlar ki aslında gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculukmuş. Kurtarıcı bilge kuş, bu yedi vadiyi geçen kuşmuş ve yine son olarak anlamışlar ki;

Her biri bir “Sîmurg”muş!

Hikâyede Sîmurg’un, yâni kesrete bağlı otuz kuşun esasında tekbir kuşa (tevhid) tekâbül etmesi gibi, hiç şüphesiz dildeki tüm fiillerin ise O’na (C.C.) tekâbül etmesi mukadderâttandır! Maalesef bu hakikattan mahrum olanlar, lisanı insanın “bilişsel” (!) gelişiminin bir parçası görürler. Bütünü (vahdet) ise görmeden ve dahi atlayarak…

Arefî’m soylamış, görelim cânım ne soylamış:

ne diyelim söyleyelim
akıl başta olmayınca
Arefî’m söz tükenir mi
O’nda kalıp ölmeyince…

Erhan ÇAPRAZ

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu