
Efendim, bizleri bir kez daha şehr-i ramazana kavuşturan Rabbimize sayısız hamd ü senalar eyleriz.
Lugatımız Kubbealtı’nda ramazan (ﺭﻣﻀﺎﻥ) kelimesinin Arapça “ramaż”, yani “şiddetli sıcak olmak, yakmak”tan geldiği belirtilmektedir. Üstad İsmet Bozdağ, kelimenin “ramaz”a bağlı hakikatini şöyle çok güzel tevil eder:
“Ramazan kelime olarak ‘çok sıcak gün, güneş kumları’ anlamına geliyor. İbadet ayı olduğu için günahlarımız yanıp uçuyor da onun için mi, yoksa sıcak yaz günlerinde oruç tutanların içleri kavrulup tutuştuğu için mi bu kutsal aya ramazan denmiş?”
Elbette, Allahuâlem. Dolayısıyla ramazanın hikmeti, kelimenin “Arabî ayların şaban ve şevval arasında kalan ve devamı boyunca oruç tutulan dokuzuncu ayı” olmasından ileri gelir.
Ramazanın kısaltması ise seneyi gösteren rakamdan sonra konan “nun” (ﻥ)’dur.
Bir ramazan mânisinde, bu hakikat hem de alanı Kur’an’a bağlı olarak gerçekten muhteşem bir surette ortaya konulmuştur:
“Merhabâ ey rahmet ayı ramaza(n)
Seni haber verdi bize Kur’a(n)”
Dolayısıyla ramazan aynı zamanda bir “mâni” ayıdır. Bu ayda, “ramazan davulu eşliğinde okunan ve ramazana ait güzellikleri dile getiren nükteli mâni”ye “ramazan mânisi” adı verilir. Buradaki tanımda da geçtiği üzere, “oruç tutanları sahura kaldırmak için ramazan ayında imsakten önce sokaklarda çalınan davul”a da “ramazan davulu” adı verilmiştir.
Ramazan, aynı zamanda “oruç” demektir. Onun için “ramazanı tutmak”, “orucu tutmak”; “ramazanı yemek” de “orucu yemek”tir. Bakın şu türküde sevdası yüzünden ramazanı tutamayan âşık, sevgilisine ne de güzel sitem ediyor:
“Derenin kenarında
Kalayladım kazanı
Kız ben senin yüzünden
Tutmadım ramazanı”
Dolayısıyla ramazan, -ı’ya uzandığında (ramazan-ı) sadece oruca sevdaluktur…
Ramazan, -i’ye uzanırsa, “ramazanla ilgili”den ramażānі/ramażāniyye, yani “ramazana mahsus, ramazanda alınan, verilen veya yapılan her şey” olur artık. Öyle ki Töreli edebî dairede sadece bu aya özgü “padişaha, sadrazama ve zamanın ileri gelenlerine takdim edilmek üzere yazılan, ramazan ayının faziletini, İslâm dinindeki yerini anlattıktan sonra takdim edilecek kimseye ait övgü beyitlerine yer verilen kasîde”ler yazılmıştır. Töreli diyoruz, lâkin lugatte belirtildiği üzere, “kelime bu anlamını Türkçe’de kazanmıştır.” Aslında Arapça olan -î nisbet ekiyle türeyen bir kelimenin bu anlamını Türkçe’de kazanması oldukça dikkat çekicidir.
Çok ilginçtir ki kelimenin lugatteki son şekli olan “ramazaniyelik”, son eki -lik’i doğrudan Türkçe’den alır. Dolayısıyla ramazan, Türk’e ve Türkçe’ye mahsus olur. Öyle ki bu mahsusiyet, “ramazan sofrasında yenmek üzere önceden hazırlanan yiyecekler”e kadar uzanır.
Bu ayın olduğu gibi kelimenin asıl vuslatı ise “bayram”adır. Bu yüzden kelime son tahlilde “ramazan bayramı”na tahvil eder. Elbette bizim bu esnadaki vuslat arzumuz, sadece Cenab-ı Hakk’adır. Dolayısıyla ramazan, tıpkı Yahyâ Kemal’in arzuladığı gibi sadece bu “vuslat” ânından ibarettir biz mü’minler için:
“Ey vuslat o âşıkları efsûnuna râm et
Ey tatlı ve ulvî gece yıllarca devâm et”
Yukarıdaki beyitte de geçen gecenin gerçek vuslatı ise “kadir”dir (Kadir Gecesi). Elbette yazıda hiç düşünmediğimiz halde bu kadar üst üste gelen tevafuka ise sadece Allah (C.C.) kâdirdir!