Efendim, bugün, Reşat Özcan Ağabeyimizin çok kıymetli babaları, Bolu Büyük Camii emekli müezzinlerinden Hacı Hafız Rıfat Özcan dedemizi Hakk’a uğurladık. Allah rahmet eylesin. Menzili cennet; manzarası Cemâlullah olsun.
Rahmetli dedemizin adı “Rıfat” olmakla birlikte kendisi aynı zamanda bir “rif’at erbabı” idi. Dolayısıyla bu yazımızda “rifat” kelimesi üzerinden onun hatırasına bir çıhış eyleyeceğiz.
Arapça, ref’ (ﺭﻓﻊ) ismine dayanan “rif’at” (ﺭﻓﻌﺖ) kelimesi, sözlüğümüz Kubbealtı’nda “Yücelik, yükseklik, özellikle mevki yüksekliği” mânâlarına gelmektedir. Fakat, sözlükten de anlaşıldığı kadarıyla kelimenin “rif’at” haline gelinceye kadar ki hal-i hakikatını “ref’” ismi tayin eder. Dolayısıyla öncelikle bu isim üzerinde durmakta büyük fayda mevcuttur.
Ref’, sözlükte ilkin, “Yukarı kaldırma, yükseltme” mânâsına gelir ki lisanımızda “ref’-i liva” (Sancağı yukarı kaldırma) gibi oldukça ulvî bir vazife ile ilişkilendirilmiştir. Fıtnat Hanım’ın dile getirdiği üzere bunu hulus-ı kalb ile yapabilmek ise büyük bir fazilettir:
“Kim derûnunda hulûs ile edenler ref’-i yed
Keff-i dest-i da’vetin bulmakta pür nakd-i ümîd”
Kelimenin ikinci ulvî mânâsı ise “Yüceltme, yükseltme”dir. “Ref’-i derece” misalinde olduğu gibi bir kişi veya bir şeyin “derecesini yükseltmeye” mîyardır.
Aslında doğrudan Töre’nin asıl kaynağına (Cenab-ı Hak) bağlı olan kelimenin lisanımızda “yükseltme” ile aynı zamanında geçerlilik taşıyan “Ortadan kaldırma, hükümsüz kılma, feshetme, lağvetme” gibi doğrudan O’nun (C.C.) kudretine bağlı mânâları da mevcuttur. Kelimenin sözlükteki dördüncü karşılığına bakılırsa da bu âdemde, “Giderme, giderilme, kaldırma, kaldırılma” şeklinde tecellî eder. Nitekim Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin ifade ettiği üzere bu durum âdemde ancak gönül gözüyle O’na (C.C.) bakmakla mümkündür:
“Aç gözün dildâra bak ref’ oldu yüzünden nikāb
Zulmeti sürüp çıkardı ara yerden âfitâb”
Zira Hayâlî Bey’in belirttiği üzere, O’nunla (C.C.) hicab perdesini aradan kaldırmak için O’nun (C.C.) hicabını gönülden duymak elzemdir:
“Çün kim Hayâlî sen sana oldun hicâb-ı dost
Benden işit nasîhati ref’-i hicâb kıl”
Peki, ref’in mânâsı bunlarla mı sınırlı?
Elbette hayır…
Eski dilbilgisinde “Arapça bir kelimenin sonunu ötre ile okuma” ve aruz ölçüsünde “müstef’ilün” cüzünü “fâilün” şekline koymak da bir ref’dir. Yani ref’in doğrudan ona bağlı kazandığı lisandaki kudreti de yücedir.
Ref’in lisanda bir de “ref’-i sadâ” (sesi yükseltme) şeklinde yaygın bir kullanımı daha mevcuttur ki bu da rahmetli Rıfat dedemizde olduğu gibi açık veya gizli tüm mevcudâtta zuhur eder.
İşte, “rif’at” tüm bu aşamaları bihakkın tamam eylemektir. Tamam eyleyenler, “Yücelik, yükseklik, özellikle mevki yüksekliği” kazanırlar. Bu mayaya sahip olmak ise Fıtnat Hanım’ın dile getirdiği üzere bizler içün büyük bir saltanat ve iftihar vesilesidir:
”İftihâr-ı kubbe-i dîvan-serây-ı saltanat
Mâye-i izz ü saâdet rif’at ü şandır gelen”
Anınçün Muallim Naci Efendi’nin dile getirdiği üzere “Rif’at erbâbını taklîde özen”mek gerektir. İnsan ancak bu sayede “rif’atlü” olur. Dolayısıyla bu rif’atlünün Osmanlıda binbaşılar, rütbe-i saniye sahipleri, rikab-ı hümayun kapıcıbaşı payelileri ve alay eminleri için kullanılması da boşa değildir.
Bu bağlamda “Rifat” isminin Türkiye’deki kullanım sıklığına baktığımızda ismin sıralamada 455. olduğu görülmektedir. Türkiye’de her 6.765 kişiden birinin ismi “Rifat” imiş.
Ne diyelim, halkımız ve elbette “ad verme (koyma) geleneği”miz de bu hakikatın farkında imiş! Zira konulan ad, kişinin şahsiyetini doğrudan belirler. Nitekim ismiyle müsemma olan rahmetli Rifat dedemizde de bunu açıkça görmek mümkündü.
Tekrar dedeme rahmet; sevenlerine baş sağlığı diliyorum…