Efendim, daha önceki bir yazımızda, lisanımızda tab’dan tabu’ya doğru gidilen süreci ele almış idik. Böylece hakikatin yatay düzlemde mecaza veya iştikak ameliyesine göre vücut bulduğuna bir kez daha şahit olmuş idik. Bu yazımızda ise yine aynı hakikate bağlı, fakat bu sefer dikey düzlemde, yani tabut’tan tabu’ya giden süreci ele alacağız. Dolayısıyla tüm kainatta sadece O’na (C.C.) bağlı hakikat döngüsünün elbette tüm lisanlarda olduğu gibi bizim lisanımıza da hakîkî bir gerçeklik kazandırdığı açıkça görülecektir.
Lügatimiz Kubbealtı’nın aktardığı bilgilere göre, tabu kelimesi, Fransız-İngiliz ortak yapımı (Fr. tabou – İng. taboo) olup Kaptan Cook tarafından İngilizce’ye aktarılmıştır; “Kutsal sayılan ve bu sebeple dokunulması yasaklanan canlı veya nesne” mânâsına gelir.
Tabut (Ar. tābūt) ise malûm olduğu üzere, “İçine ölü konan sandık” demektir. Fakat bu sandığın doğrudan kutsalla (Ölüm, olum/oluş) olan irtibatı hakikat döngüsünde kelimeyi tabuyla da irtibatlı hâle getirir. Birileri için tabut da bir tabudur artık! Abdülhak Hâmit’in şu dizelerinde tıpkı tabutun türlü mecâzî görünümlerinde olduğu gibi tabunun da gelenekte elbette kutsala bağlı çeşitlenmeleri söz konusudur:
“Tâbût!… O rehnümâ-yı makber
Tâbût!… O heykel-i mükedder”
Asıl dikkati çeken husus, tabutun aynı hakikat döngüsünde “Bir yerden bir yere yumurta taşımak için kullanılan sandık [12 düzine yumurta alır]” için de kullanılan bir kelime olmasıdır: Oluş’un “sandık” hâli…
Tabii kelimenin türe(t)meye (=“Ol!”) bağlı kazandığı “tabutluk” gibi bir hakikati daha mevcuttur ki “Câmi avlularında tabutların konulduğu yer” için kullanılır. Aynı kelimenin târihî süreçte, “1940’lı yıllarda bilhassa Türkçü düşünceye sahip aydınların konulduğu bir kişinin ancak ayakta durabileceği kadar küçük özel işkence hücresi” suretinde tecessüm eden bir başka mânâsı daha mevcuttur ki bu da siyâsî açıdan tabutları tabulara bağlar. Dolayısıyla bu noktada artık, tabutun tabudan bir farkı kalmaz.
Elbette bizim lisana bağlı bu denemelerimiz birilerince “zorlama” olarak addedilebilir. Fakat O’nun (C.C.) hakikat döngüsünde asla “zor” yoktur! Çünkü O (C.C.), “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri, ona yalnızca: ‘Ol’ demesidir; o da hemen oluverir.” (Yâsîn, 82).
Kaleminize sağlık Sayın hocam, fikirleriniz gelecek kulağa ışık olacaktır.