Töreli Türk Mizâhı’nın merkezinde “ehl-i sünnet ve’l-cemâat” anlayışın gereği Nasreddîn Hoca Hazretleri vardır. Fakat bu merkezî yapının karşısında daha ziyâde taşrada hâkimiyetini tescîl ettiren muhâlif ve aslında denetleyici odak, Bektâşî babaları ve dervişleri olmuştur. Latîfe geleneği içerisinde Bektâşî tipinin Nasreddîn Hoca Hazretlerinden sonra ikinci sırada gelmesi bu durumu yeterince îzâh etmektedir. Bu bağlamda ramazan ayında teşekkül eden Töreli Türk Mizâh ve fıkralarının en önemli şahsiyetleri de Bektâşî dervişleri olmuştur. Dolayısıyla söz konusu mizâhın misâllerine daha yakından bakmakta büyük yarar vardır…
“Bektâşî’ye sormuşlar: Ramazan ile aran nasıl erenler? Cevâp vermiş: Pek iyiyiz erenler, ne bu fakîr o mübâreği incitiyor, ne de o mübârek bu fakîre dokunuyor!”
Yukarıdaki fıkrada görüldüğü üzere, Türk toplumunda karşı tarafa gösterilen hoşgörünün şahsında tecessüm ettiği yegâne temel karakter “Bektâşî” olmuştur. Hîç şüphesiz burada da en büyük rol, Töreli mizâhındır. Bektaşî de bu mizâh dâiresi içerisinde geliştirdiği kendi mizâhıyla toplumda yerini sağlama almasını bilmiştir…
Yine aşağıdaki sahnelerde de Bektâşî’nin kendine özgü mizâhî üslûbuyla toplumu dînî mânâda “tamamlama”sı söz konusudur:
Ramazan ayında oruç tutamamak ya da kaçırmak da kahve sohbetlerinin en önemli konularından biri olmuştur. Herkes tâm oruçlu bir ramazan ayı hedefi ile aya başlasa da yol kazâsı olarak orucu kaçırabilmek de mümkündür. Böyle bir ramazan ayından sonraki bir mecliste, bayrâm sohbetinde olan hocanın biri: “Âh, âh, nasılsa bu mübârek ramazanda bir günü kaçırdım” demiş. Sohbeti köşeden dinleyen Bektâşî hemen atılmış: “Amân hocam, hiç dert etmeyin! O kaçırdığın gün hiç de boşa gitmedi, çünkü sizin kaçırdığın o bir günü ben tuttum!”
Yine, yaz sıcağında bir ramazan günüymüş. Derviş Ahmed de oruçlu ve tekkenin duvarını bu sıcakta tâmir etmesi gerekiyormuş. Çâresiz, çalışmış saatlerce. Tam öğle güneşinde tâkatı kesilip bayılacak gibi olunca, yanındaki kovanın içindeki soğuk suya bardağını daldırdığı gibi âfiyetle içmiş. O anda bir ses: “Ne yaptın be erenler, ramazan ayındayız!” demiş. Derviş Ahmed, yüreğindeki yangını soğuk su ile söndürmüş olmanın zevki ile hemen cevâplamış: “Evet erenler, ramazandayız biliyorum. Fakat, bu mübârek her sene gelir nasıl olsa. Lâkin Derviş Ahmed ise ancak bir kerre!”
Esâsında Bektâşî’de tezâhür eden bu mizâhın bir isyân mizâhı olduğu da vâkıadır. Bu mizâhın ise doğrudan karşı tarafın (sünnî) aşırılıkları ve sahtekârlıkları üzerine inşâ edildiği görülmektedir. Bu da bir nev’î rahmetli Nurettin Topçu’nun “İsyan ahlâkı” adını verdiği iradenin kendince sonsuza ulaşmak gayesiyle her çeşit menfaat ve tutkuya, sonlu olan iyilik ve mutluluğa dahi başkaldıran bir sorumluluk idealidir aslında.
Ayrıca bu mizâh sâyesinde biz, dönemle ilgili referans alınan bağlamın mâhiyetine de hakkıyla vâkıf oluruz. Örneğin Bektâşî babası Edip Harâbî şu şiiriyle 1910’ların İstanbul’undaki ramazan aylarının çok yakın ve eleştirel bir portresini verir bizlere:
Oruç ayı değil şehr-i ramazân
Türlü türlü yemek içmek ayıdır
İbâdet etmeye olmuyor imkân
Zirâ bir eğlenmek gülmek ayıdır
Bu ayda gör nefse edilen hizmet
Başka ayda böyle edilmez gayret
Her türlü taâma olunur rağbet
Kaymaklı baklava börek ayıdır
Bu mübârek ayda olan rezâlet
Hîçbir vakit olmaz olan delâlet
Herkes zevk ediyor nerde ibâdet
Fazla fazla günâh etmek ayıdır
Tiyatro hokkabâz canbâz pehlivân
Her nerede varsa giderler hemân
Çalgılar çalınır açık her mekân
Hovardalık etmek gezmek ayıdır
Bu ahvâli görüp almalı ibret
Fâsıklara olsun sad hezâr lânet
Terâvihten sonra artar muhabbet
Sabâha dek güzel sevmek ayıdır
Ey Harâbî bu ay günâh edenler
Her zamândan fazla yemek yiyenler
Bu hâl ile oruç tuttum diyenler
İnsân değil mutlak eşek ayıdır
Ne dersiniz, bir bakıma günümüze de ışık tutmuyor mu Harâbî Baba’nın bu gözlemleri?
Lutfî Baba soylamış, görelim cânım ne soylamış:
Lutfi Baba’nın sözleri
Belki şaşırtır gözleri
Mutlaka her hâlükârda
Hakka çıkarır özleri…
Erhan Çapraz