İctimâiyatTöreli Yazılar

Ailevî Mesuliyete Dair Düşünceler

-Arzu Bosnevi-

Ailevî Mesuliyete Dair Düşünceler

Arzu Bosnevi

“Aile” kelimesi iyâla sözcüğünün sıfat müennes hali imiş. Arapça geçimini sağlama, bakma, besleme anlamında, yani dişildir aile. Geçimi sağlayan baba, aileyi besleyen, aileye bakan annedir.

İnsanlık âlemi daha dünyaya gelirken aile içinde bulur kendini. Yeni doğan bebeğe analı-babalı büyüsün, hayırlı evlat olsun deriz. Dua niyetine söylenen bu sözlerin arkasında sağlam, sarsılmaz bir aile olmalıdır. Sağlıklı bir nesil için bu temellerin ve kuvvetli akrabalık ilişkilerinin olması elzemdir. Sonra da komşularımız, mahallemiz, şehrimiz ve memleketimiz gelir. Aile, devletin temelini oluşturan en büyük güç. Aile öyle bir temel ki yıkıldığında, bozulduğunda bütün arz titrer derler.

İslam prensiplerine göre insanların akıl baliğ olduktan sonra nikahlanıp, hayatının sonuna kadar nikahlı bulunması efdal ve evlâdır. Bunun için Osmanlı ecdadımız da herkesin nikahlı olmasına itina eder, herhangi bir sebeple nikahın bozulması halinde en kısa zamanda yeniden nikahlanmayı temin için akraba mahalle seferber olurdu.

Büyüklerimizden biri anlatmıştı: “Eşinden boşanmak üzere bir dostumuz vardı. Üstadı-hocası ona dedi ki, ‘Sabret boşanmaya sen talip olma, bırak istek karşıdan gelsin’. Bu dost, daha sonra eşiyle barıştı ve şu anda yirmi küsur yıllık mutlu bir aile reisidir”.

Çocuğun ailesi, akrabaları, komşuları ile geçirdiği vakitler de eğitim ve öğretime dahildir. İlk öğretmenlerimiz onlardır ve adeta bir ittifak halindedirler. Bir hata yaptığında ikaz ederler, güzel bir iş yaptığında mükafatlandırırlar. Böylelikle çocuğun pedagojik-ruhî ihtiyaçlarını karşılarlar. Çocuk ruhaniyetinde her türlü insan davranışlarını da örnek alma huyu vardır. Şimdi ise aile içine yerleşen medyatik karakterler örnek alınıyor. Yeni nesli vuran dalgaları engelleyemezsek de, en az etkilenmek için setler kurulmalı. Değerlerimizle buluşturacak fikirler üretilmeli.

Modern hayata elini uzatan kolunu kaptırıyor. Batı merkezli kalkınma modelini takip ederken, bizi bir araya getiren aile, komşuluk, akrabalık teker teker sökülmeye başladı. Sonra da bu değerlere özel günler kondu. Anneler, babalar, sevgililer, kızkardeş, komşu günleri…

Kadına çalışıyor musun diye sorulduğunda ‘ev hanımıyım’ cevabı da asıl ve en çok çalışanlar arasına dahil edilmeli. Ev hanımları da çalışıyor, üstelik çocukları da hep yanında ve hep rahle-i tedrisinde. Kariyerlerini de iyi ve ahlaklı çocuk yetiştirme ile elde ederler. Bugün memleketimizin yöneticilerinin, idarecilerinin analarının pek çoğu ev hanımıdır. Kadınlarımız, hangi bölümü okursa, hangi mesleği icra ederse etsin dünyada en önemli bölümün evlilik kurumu ve dünyada en önemli mesleğin de annelik olduğu bilinmelidir.

Kariyer yapmak uğruna yuva kurmaktan kaçınanlar, özgür yaşamak isteyenler geniş aileden sonra çekirdek aileyi de gözden çıkardı. Ve yalnızlaşmaya başladı. Ekonomik bağımsızlığı elde eden kadın da karşı cinse fazla da ihtiyaç duymadığı inancı taşımakta. Kadınların işgücüne yüksek oranda katılımı sağlanmaya çalışılırken, hem de en az 3 çocuk sahibi olmak nasıl olabilir? Üstelik aile ve yeni nesiller kadına ihale edilmiş iken. Bunun cevabı henüz yok. Burası çıkmaz sokak.

Yıllar önce “Hapı Yutan İnsanlık” başlıklı Damla Çeliktaban’a ait bir makale okumuştuk “Kendini tanımanın bir hapı olsa; hayatın anlamını yutabilsen mesela bir bardak suyla. Zayıflıklarını, güçlü yanlarını, söyleyemediğin “hayır”ları, kaçırdığın fırsatları, değerlendirmediğin seçenekleri bir hapla hallediversen ne güzel olur. Ya da mesela betonla yaşayabilme hapı olsa… Her sabah yutarım” diye başlıyordu.

Şehrin mimarisi, yaşadığımız evin durumu da sosyal ilişkileri etkileyebiliyor. 1999 depreminde iki yıl evlerimize girememiştik. Bu sürede bize ve diğer mesai arkadaşlarımıza tahsis edilen bahçeli, ahşap ve iki odası bulunan prefabrik evlerden birinde kalıyorduk. Burada yatay mimarinin de (yan yana ve en çok üç katlı) faydasını gördük. Orada aile ve komşuluk ilişkilerimiz daha muhabbetli idi.

Bugün neden aileleri ile birlikte binlerce çocuğu hedef alarak vahşice katlediyorlar? bomba yağdırıyorlar, bile isteye nesilleri kesilsin, devletleri yıkılsın diye. Bir taraftan da aileyi dağıtmak için her fırsatı değerlendiren, çok güçlü bir mekanizmanın olduğunu duyuyoruz. Bir yuva kuramıyorsak, çocuk yapamıyorsak, çocuğumuza bakmayı bilmiyorsak, evliliği sürdüremiyorsak kendi ellerimizle aile kurumunu yıkmış sayılmaz mıyız?

“Biz ki her mevcûdu yıktık, gayesiz bir fikr ile

Yıkmadık bir şey bıraktık, sâde bir şey: Aile”

M.Âkif.

Evlenip de sonra ayrılan eşler de irtibatlarını kesmeli, birbirlerinin yeni hayatlarına dahil olmamalıdır. “Kapanır ise bir kapı, ne kapılar açar Mevla” deyip eski eşine nispet ya da ima yollu gösteriş yapmadan yeni hayatına daha olgun düşünce, amel ve niyetlerle devam etmelidir.

***

Osmanlı Devleti’nin ilmî ve idari bir çok kademelerinde uzun müddet kıymetli hizmetler ifa eden devrinin en büyük âlimlerinden olan Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895)’nın aileye bakışını okuyalım:

“Cevdet Paşa da toplumdaki sosyal ve ahlakî tabakalaşmada, aile kurumuna büyük önem verir. Ona göre aile kutsal bir müessesedir. Kişinin kendisini kötülüklerden koruması ve çocuk sahibi olması bir ibadettir. Bedeni kuvveti ve ekonomik gücü yeterli olan bir kimse evlenmelidir. Çünkü insan cinsinin üremesi ve devamlılığı, aile kurumunun varlığına bağlıdır. İslâm, kadını ve aileyi korunması gereken unsurlar olarak görmektedir. Kadın evlenmekle hürriyetinden bir şey kaybetmez. Kendi malında dilediği gibi tasarruf eder, alır, satar. Kocası ona karışamaz. Koca ise, hanımının yiyecek, içecek ve giyimini karşılamak zorundadır. Hanımının nafakasını kesemez. Bu ifadelerden hareketle Cevdet Paşa, müslümanların yaşadığı beldelerde meyhane, kumarhane, kârhane (genelev) olmayışını ve fuhuş sebebiyle meydana gelebilecek bulaşıcı hastalıkların bulunmayışını aile kurumunun varlığına bağlar. Çünkü İslâm toplumunda bekâr neredeyse yok gibidir. Fakirlik evlenmeyi engelleyici bir problem değildir”.

A. Zeki İzgöer, Müslüman, Osmanlı ve Modern Ahmet Cevdet Paşa, (İz Yay.), s. 78.

***

Yakın zamanda Adalet Çakır Hoca’mızın derlediği Muhabbet Baldan Tatlıdır kitabı (KTB) yayınlandı. Üstadı Nezih Çetin’le yapılan sohbetlerden evlilik ve aileye dair uzun bir bölümden seçmeler yaptık:

“Orta Asya Türk geleneğinde kadın ve erkek tarif edilirken bir elmanın iki yarısı gibidir denir, erkek kadından üstündür denmez. Erkek, elmanın daha büyük olan yarısıdır da denmez, sadece ve sadece iki yarısı gibidir denir”.

“Evlilik iki kişi arasındaki bir akitle gerçekleşir. Taraflardan biri koca biri karıdır. Türk kültüründe koca kelimesi etimolojik olarak eski ve kadîm anlamında, yaşlı ve bilge anlamında, genel olarak da dağ gibi heybetli ve büyük anlamında kullanılır. Han olan kişinin “O benim hânımdır” dediği gibi. Koca da ben heybetli bir dağ gibiyim dedikten sonra arkasından eşini kastederek, o da bana hayat veren, beni sarıp sarmalayan, kusurlarımı örten üzerimdeki bembeyaz kar gibidir. O benim karımdır, demektedir”.

“Kadınlar da kocasının statüsünün kendi statülerinden üstün olduğunu düşünüp kendilerinin arka planda kaldıklarını zannederler ve eşit oldukları hâlde sanki öyle değilmiş gibi bunu ispat etme yoluna giderler. Evlilik dışında yâni bireyken hiç böyle sorunları olmaz her konuda eşittirler ikinci sınıf olma endişeleri yoktur. Aslında iyi incelense evlilikte üstün olan koca değil kadındır, külfetler erkeğe, nimetler kadına verilmiştir.”

“Benim Avrupa’nın hukukuyla bir alıp veremediğim yok. Sadece şunu söylüyorum, ben Allah’a inanırım. Kulun yaptığında hata olabilir. Allah’ın hukukunda ise asla kusur ve hata olmaz o kadar, nokta. Anlaşıldıysa sözü daha uzatmayalım isterseniz. Girelim mi artık evlilikteki hak ve hukuka? Çünkü evlilik hayatı aslında tüm hayatın kalbi niteliğindedir hem evvelidir hem de âhiri. Hukukuna riâyet edilirse dünya hayatı da âhiret hayatı da cennet olur ama kötü yaşanırsa iki dünyanız da çekilmez olur. Onun için anlatacaklarımı ne olur insafı elden bırakmadan dinleyin. Modernlik adı altında fıtrata aykırı hareketleri bir anlık da olsa kenara bırakarak”.

“Kadın ve erkek hem evlenirim hem de bekârken yaşadığım gibi istediğimi yaparım, hürüm diyemez. Evlilik hukuku iki tarafı da bağlar. Bu konuda bizi yaratanın bağlayıcı kuralları vardır, bir de biz insanların yaptıkları kurallar. Daha önce söylediğim gibi, bizler sadece yaratıcının kurallarını dinleriz. Modern dünyanın insanı koruyup kollayan kurallarını dinlemeyiz diyemeyeceğimiz gibi sadece modern dünyanın kurallarını referans alır ilâhî kuralları dikkate almam da diyemeyiz”.

“Evlilik hukukunda yüz adet mesuliyet vardır. Doksan dokuzu erkeğe, biri kadına aittir, yani erkeğin üzerine evlilikte doksan dokuz mesuliyet kadının üzerine ise sadece bir mesuliyet yüklenmiştir. Haktan bahsetmiyorum, mesuliyetten bahsediyorum, mesuliyet hakdan önce gelir”.

“Erkeğe ait bütün o mesuliyetlere karşı kadının tek bir sorumluluğu vardır, o da kocasının iffetini korumaktır. Peki, anladınız mı, erkeğin doksan dokuz mesuliyeti ve buna karşılık kadının tek bir mesuliyeti olduğunu?

Kadın insan olarak zaten kendi namusunu ve iffetini korumalıdır. Buradaki iffet, kadının iffeti değil kocasının iffetidir. Kadın kocasının iffetini koruyacak.

Koca ertesi sabah evden çıkınca huzurlu ve mutlu olarak çıkacak evden. Evden mutsuz çıkıp da gözü başka kadınlara kaymayacak. Duyguları karışmayacak”.

“Mesuliyet evlilikte tabandadır, yâni en alt seviyedir, olmazsa olmazdır, mutlaka uyulması gerekendir. Mesuliyetten daha fazlasını hayat arkadaşı için yapmakta hiçbir sınır yoktur. İfrata ve israfa kaçmamak kaydı şartıyla. Kişi eşi için her şeyini verebilir, canını bile diyeceğim mübalağada sınır olmayacağı için onu da söylüyorum, evet canını bile verebilir”.

“Bugüne kadar evliliklerdeki sıkıntılar konusunda o kadar olayla karşılaştım ki! Bunların çoğu neyin üzerine biliyor musunuz hep bu mevzu üzerineydi. Kadının kadınlık özelliğini, evliliğin ilk gününden itibaren hayat boyu koz olarak kullanması! Anadolu’da güzel bir söz vardır. Hemen hemen herkes bilir. Ayının kırk türküsü vardır, kırkı da ahlat üstüne. Evet, evliliklerdeki huzursuzlukların kaynağı genelde budur.

Belki hepsi budur denmez, öyle de değildir zaten. Her aile de ayrı ayrı birbirine benzemeyen bin bir türlü mesele vardır ama her meseleyi biraz kurcalayın, altından adı konmamış olarak çoğunlukla bu mesele çıkar. Genelde bu bir sorun değilmiş gibi davranılır, üstü örtülür, gizlenir. Yok, farz edilir, dışa vurulmaz ama evliliği alttan alta oyar. Ortada hiçbir şey yokken ani öfkelere kırıcı sözlere dönüşür, muhabbet yavaş yavaş azalmaya stres artmaya başlar.

İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyler mesele hâline gelir, eğer tedbir alınmazsa karşılıklı sevginin tezahürü olan birlikte olmalar azalır, sevgi azlığı ve vurdumduymazlıklarla ilişkiler zayıflamaya başlar. Bu durum maalesef ki artık sonun başlangıcıdır. Eşler bu doksan dokuza bir mesuliyetin hukukuna riayet ederlerse aile içindeki birçok sorun daha başlamadan bitecektir”.

***

Aile kuracak gençlerimize bu sağlam esasları öğretmeliyiz. Bu hem evde, hem mektepte, hem dernekte, hem camide öğrenilmesi anlaşılması gereken bir husustur. Hiçbir kişi ve kurum başkasının üstüne atmadan bu vazifeye can u gönülden sarılmalıdır. İş neticesiyle belli olur. Ben vazifemi yaptım iddiasıyla olmaz.

Köyde muhtar, kazada kaymakam, vilayette vali, ülkede Devlet reisi halkın aynı zamanda velisidir. Bu hususları dikkatle takip ve murakabe etmezse olmaz. Sosyal bünyesi zayıf ve sıkıntılı millet ve memleketlerin hayatını sürdürmesi, düşmanlarına galebesi fevkalade güçtür.

İlim irfan ve aşk muhabbet sahibi olmalıyız. Evlerimizde temel kültür eserlerinden müteşekkil en az 100 kitaplık kütüphane olmalıdır. Yukarıda adı geçen iki eser dahil, dili ve ahengi zengin muteber eserler okunmalı ve torunlara en aziz miras olarak kalmalıdır. Seyrâni Baba: “Aşkın ipliğiyle dikilen dikiş / Kıyamete kadar sökülmez imiş” diyor.

Ahmed Kuddusi Hz.’leri de: “Aşkın atına binüben bugün/ Arayıp yâri bulasım geldi” diyor.

Aile, bir sığınak, sevgi, güvenlik ve mutluluk yuvasıdır. Kendimize güveni artıran da yine ailenin huzur dolu ortamıdır. Bu yüzden ailemize daha çok vakit ayıralım, neşe ve muhabbet içinde, birlikte yemek yiyelim, beraber gezelim, sohbeti çoğaltalım. Mesut ailelerin ve “güle benzer” çocukların çoğalması temennisiyle…

Arzu Bosnevi

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu