İzzet IrmakKitap

MERHABA BEYAZ GEMİ, BENİM, BEN! 

Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi isimli eseri, yayımlandığı 1970 yılından bu güne kadar çok yankı uyandıran, çok konuşulan bir roman. Kurgu olarak roman olsa da uzun bir öykü tadında olan Beyaz Gemi; masalla gerçeği, efsane ile hakikati birleştiren bir eser.

“Sen, yüze yüze masalına sığındın. Balık olacağın zaman, Issık Göle ulaşamayacağını, beyaz gemiyi göremeyeceğini, ona “Merhaba beyaz gemi, benim, ben!” diyemeyeceğini biliyor muydun?
Yüze yüze gittin.
Çocuk ruhunun bağdaşamadığı çirkinliği ittin elinin tersiyle. Her çekirdekte yeni bir hayat oluşumu vardır. Çocuk vicdanı ise, insanlarda gelişen yeni bir hayatın belirtisidir. Ve bu yeryüzünde bizi ne beklerse beklesin, insanlar doğup öldükçe, doğruluk ölmeyecektir.”
Yaşlılık da bir tür çocukluk mudur? Öyledir galiba. Çocukların ruhunu en iyi yaşlılar bildiğine göre…
 Yukarıdaki sözlerle biten Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi isimli eseri, yayımlandığı 1970 yılından bu güne kadar çok yankı uyandıran, çok konuşulan bir roman. Kurgu olarak roman olsa da uzun bir öykü tadında olan Beyaz Gemi; masalla gerçeği, efsane ile hakikati birleştiren bir eser.
Aytmatov’un, edebiyat âleminde geniş yankılar uyandıran; neredeyse günümüze kadar tartışılan bu eserle ilgili savunması da dikkat çekicidir. O, iyiliğin her zaman kazanması gerektiğine inansa da edebi eserde bunun, tersten işlem ile ispat gibi, ters bir sonuçla işlenebileceğini düşünür.
Çocuk ile dedesi Mümin’in ilişkisini, kendi dedemle ilişkime benzettiğim için beni bambaşka etkileyen bu eserde, dikkatimi çeken bir husus; başkahramanımız olan çocuğun adının hiç geçmemesidir. Herkesin adı var ama onun adı yok. Sadece çocuktur o.
Dedesinin kurduğu masal dünyası ile hayatın acı gerçeği arasında kendi hayal dünyasını kurgulayan, çoğunlukla orada yaşayan hayalperest bir çocuk.
Yüreği tertemiz bir çocuk.
Bu eserde yazar, tarihi bir efsane ile günümüz dünyasını harmanlamış ve kendine has üslubu ile etkileyici yorumlar katmıştır.
Olaylar ve kişiler, Mümin dede ile torunu etrafında şekillenerek anlam kazanmaktadırlar.
İhtiyar Mümin ya da bazı ukala tiplerin dediği gibi Hamarat Mümin. Onu çevredeki herkes tanır. Oda herkesi tanır. Güler yüzlü, yardımsever bir insan. Tanısın tanımasın herkese yardım eder, herkesi memnun etmeye çalışır. Zaten “hamarat” lakabı da ona çalışkanlığı ve yardımseverliği için verilmiş.
Her sokak başında yığınla altın olsa ve isteyen istediği kadar alsa altının bir değeri kalır mı? İşte Mümin dedenin de bu yardımseverliğinin ve güler yüzlülüğünün hiçbir değeri yok. Yaşına rağmen kimse onu önemsemez, ona değer vermez.
Mümin Dede geleneklerine bağlı ve yaşına rağmen çalışmaya devam eden biridir. Çalışmasındaki en önemli etken ise anne ve babasının terk etmesi ile ona kalan küçük torunudur. Çocuk oldukça hayalperesttir. Hayalperest olmasındaki en büyük etki de dedesinin anlattığı efsanelerdir. Bunlardan bir tanesi de Maral Ana efsanesidir.
Maral Ana efsanesine göre; zamanında Kırgızlar, ölen hanları için tören düzenlerken, kalleşçe bir saldırıya uğrarlar ve tüm Kırgızlar öldürülür. Fakat tören sırasında ormana gitmiş olan bir kız ile bir erkek sağ kalır ve saldırıyı yapanların peşinden onları takip ederler. Yakalandıklarında ise öldürülmek için uçurum kenarına götürülürler ve tam uçurumdan aşağı atılacakları sırada beyaz Maral Ana çıkagelir ve çocukları himayesine almak ister. Düşman, çocukları öldürmez fakat Maral Ana’yı da insanlar konusunda uyarır. Bugün himayesine aldığı çocuklarının atalarının, gün gelip Maral Ana’nın soyunu da öldüreceğini belirtir. Maral Ana buna rağmen çocukları himayesine alır ve onları Issık Gölü kenarına kadar getirir. Burada yeniden çoğalmalarını sağlar ve Kırgızlar ile Marallar barış içinde burada yaşarlar. Fakat uzun yıllar sonra insanlar, Maral soyundan geldiklerini belli etmek için arayış içine girerler ve gösteriş meraklısı iki kardeş beyaz bir maralı öldürüp boynuzlarını babasının mezarının üzerine koyarlar. Böylece Maral soyundan gelmenin simgesi bu olur. Bu çok ilgi görür ve insanlar maralları öldürüp aynısını yapmaya başlar. Bunun üzerine beyaz marallar, Issık Gölünü terk ederler ve o zamandan beri kimse beyaz maral görememiştir.
Bu efsane ile büyüyen çocuk,  marallara karşı büyük sevgi besler. Zaten anne ve babası onu terk etmişlerdir. Bunun acısını kaldıramayan çocuk kalbi, ona farklı bir kapı açmıştır. Zamanının çoğunu, dedesinin dürbününü alıp dağın eteklerinden çevreyi izleyerek geçirir. En büyük hayali ise Beyaz Gemidir. Her gün aynı saatte bir beyaz gemi Issık Gölünde görünür ve geçip gider. Çocuk yıllar önce onu terk eden babasının o gemide çalıştığını hayal eder. Bu yüzden de bazen kafası insan, bedeni balık olan bir canlıya dönüştüğünü hayal eder. Böylece nehre atlayabilecek, yüzerek göle ulaşacak oradan da Beyaz Gemiye çıkacak ve babası ile buluşacaktır.
Çocuk okul çağına geldiğinde ise en büyük sırdaşı çantası olur. Orozkul’un şiddeti ve zorbalığıyla tatsız tuzsuz olan hayatları, çocuğu daha çok iter bu hayal dünyasına.
Orozkul, Mümin dedenin damadıdır. Bir kızı, çocuğunu kendisine bırakıp kaçan dedenin diğer kızı da Orozkul ile evlidir. Onun da talihi karadır. Çocuğu olmamaktadır. Mümin dede, damadının yanında çalışmaktadır. Orozkul orman işçilerinin amiridir ve işlerinde Mümin dedeyi de kullanmaktadır. Çocuğu olmadığı için sürekli Mümin dedenin kızını suçlar ve bu yüzden sürekli içer ve onu döver. Mümin dede ise buna pek ses çıkartamaz çünkü torunu büyüyene kadar çalışmak ve ona bakmak zorundadır. Bu yüzden Orozkul ne yaparsa yapsın alttan almak zorunda kalır.
Her emre itaat eden Mümin, bir gün Orozkul’un isteğine karşı gelir. Söz konusu olan torunudur. Torunu ile Orozkul arasında kalınca torununu tercih eder ve bunun nelere mal olacağını tahmin bile edemez.
Roman, çok çarpıcı bir sonla biter. Hem okuyucu için hem Mümin dede için hem çocuk için.
10 Haziran 2008 tarihinde seksen yaşında vefat eden Aytmatov sadece Kırgız edebiyatının veTürk edebiyatının değil; dünya edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından biridir.
Dişi Kurdun Rüyaları, Sultan Murat, Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek, Gül Sarı, İlk Turnalar, Hiroşimalar Olmasın, Kızıl Elma, Çocukluğum, Cengiz Han’a Küsen Bulut, Toprak Ana, Zorlu Geçit, Yüz yüze, Cemile, İlk Öğretmenim, Dağlar ve Steplerden Masallar, Elveda Gülsarı, Selvi Boylum Al Yazmalım, Beyaz Gemi, Fuji Yama, Gün Olur Asra Bedel, Darağacı, Dağlar Devrildiğinde…
Eserlerinin çoğunu okudum. Kimi görüşlerine katıldım, kimine katılmadım. Mesela Beyaz Gemi’nin finaline dair dünya genelindeki yoğun eleştirilere rağmen Aytmatov’a katıldım ama Cemile konusunda onun görüşlerine katılmadım. Cemile’nin davranışını anlıyorum ama yazarın bakış açısına katılmadım.
Her zaman Aytmatov’a derin bir saygı duydum. Saygıdan ziyade, büyük bir hayranlık da denebilir.  Sadece bir yazar değildi o, aynı zamanda çevirmen, gazeteci, diplomat ve politikacıydı.
Yerel, evrensel, lirik ve mitolojik unsurları oldukça başarıyla harmanlamış bir yazar, fikir adamı ve çağdaş bir bilgedir.
Sovyet Rusya’nın kurduğu hegemonyanın ve Türk topluluklarının bağımsızlık mücadelelerinin de şahidi olan Aytmatov, iyi bir gözlemcidir aynı zamanda. Çocukluk yıllarının yokluğunu, sistemin çarpıklığını, komünizmin insanların dünyasında oluşturduğu etkileri tarafsız bir şekilde ortaya koyar eserlerinde.
Savaşın yıkıcılığı, yalnız kalan kadınlar ve yalın aşk hikâyeleri Aytmatov’un eserlerinde ön plana çıkan öğelerdendir. Aytmatov’un eserlerinde Sovyet siteminin çevreyi ve insanı dikkate almayan uygulamaları eleştirilir. Sovyetler Birliği’nin dağılmaya yüz tuttuğu yıllarda, bu eleştirilerden, Sovyet sistemi ve Sosyalizm de yeterince nasibini alır.
Cengiz Aytmatov, 12 Aralık 1928 tarihinde Kırgızistan’daki Şeker’de dünyaya geldi.
Gençliği, ülkesinin en sıkıntılı dönemlerinden biri olan yeni siyasi sistemin başlangıcına denk geldi. 2. Dünya Savaşı’nın SSCB üzerindeki etkileri, gençleri de etkiliyordu. Bu yüzden Aytmatov, genç yaşta çalışmaya başladı. Yetişkin nüfusun savaşta olmasından dolayı, gençlerin çalışması gerekiyordu. Aytmatov da henüz on dört yaşındayken köyündeki sekreterlikte tarım makinelerinin sayımı, vergi tahsildarlığı gibi işlerde çalıştı.
Sonraları, Şeker Köyü’nden Kazakistan’a giden Aytmatov, Cambul Veterinerlik Teknik Okulu’nda okudu. Buradan sonra Bişkek’e giderek Frunze Tarım Enstitüsü’nde eğitimine devam etti.
Buradan da Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne geçen Aytmatov, yazmaya da bu zamanlarda “Pravda” gazetesinde başladı.
Yazdığı eserlerle üne kavuştuktan sonra, 1957 senesinde Sovyet Yazarlar Birliği’ne üye olarak kabul edildi.
Aytmatov, 1963 senesinde Lenin Ödülü’nü aldı.
Yazmış olduğu eserler Türkçe dâhil yüz elliyi aşkın dile tercüme edildi.
Aytmatov, 1990-94 yılları arasında Sovyetler Birliği ve Rusya Federasyonu’nu, sonra da 2008’e kadar Kırgızistan Cumhuriyeti’ni büyükelçi olarak temsil etti.
2008 senesinde, Gün Olur Asra Bedel romanının film çekimleri için Rusya’da iken rahatsızlandı ve böbrek yetmezliği teşhisi kondu. Tedavi için Almanya’ya getirildi. Burada Klinikum Nord’da tedavi gören Cengiz Aytmatov, 10 Haziran 2008 tarihinde vefat etti.
Bu hafta da böyle. Haftaya yeni bir kitabın dünyasında buluşmak üzere dostlar.
***
İzzet Irmak

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu