Çok küçüktüm. Yaz mevsimi olduğunu hatırlıyorum. Dedem, içerde uzanmış, uyukluyordu. Biz de komşu çocuklarıyla, bahçedeki kayısı ağaçlarının altında, oyunlar oynuyorduk. Birden kapının önünde üç adam belirivermişti.
Seslenmeleri ile dedemin kapıya çıkması bir olmuştu. Bir yandan oyun oynarken kulak misafiri de olmuştuk.
“Top attı, iflas etti, battı…” gibi kelimeler kullanıyorlardı. Kötü bir şey olduğu belliydi. Kelimeler bizim için çok bir şey ifade etmiyordu.
Dedem bizi çağırdı. Yanına koştuk. Ağılın kapısına vardık. Kapıyı açtı, içeriden epey büyümüş bir oğlak seçti. Beraber çekip getirdik. Adamlara verdik.
Dedem onlara yardımcı olmamızı söyledi. Birlikte komşuya kadar götürdük. Meğerse onlar da bir koyun ayırmış. Adamlar, bu hayvanları kamyonete yüklediler. Kamyonette birkaç hayvan daha vardı.
Bu işe şaşırmıştık. Sonradan öğrendik ki komşu köyde bir adam, hayvan ticareti ile uğraşırken, batmış. Elde avuçta bir şey kalmamış.
Kendi köyünün önde gelenlerinden iki kişiyle beraber, ev ev gezip yardım topluyorlarmış.
Sonraki yıllarda da bu geleneğin defalarca uygulandığını gördüm.
Biri zor durumda kalsa çevre köyler de dâhil komşular, akrabalar olaya el atar, ona yardımcı olurlardı.
Alacaklısı kapıya dayanan adama para toplandığını da gördüm, el birliği ile kendisine iki göz ev yapılarak içi doldurulan gariban da…
Diyebilirim ki; dedemi en mutlu gördüğüm zamanlar, bu zamanlardı. Birine yardım etmenin insana garip bir mutluluk verdiğini ilkin onda görmüştüm.
Sanıyordum ki onların neslinden sonra da bitti bu mutluluk. Aslında dönüp kendimize bakarsak, yaptığımız her iyilikte bu mutluluğun nüvelerini hissedebiliriz.
Yine de şartlar genel olarak çok farklı.
Çocukluğumda, köydeki herkesin yaşam şartları üç aşağı beş yukarı aynıydı. Zengini de fakiri de aynı şartlarda yaşıyordu. İyi günde kötü günde aynı ortamı paylaşıyordu.
Ya şimdi?
Aynı köylülerin bir kısmı villalarda yaşarken, bir kısmı olabildiğine sefalet içinde yaşamaya devam ediyor.
Kulağından tutup ihtiyaç sahibine verilecek bir oğlak da yok köyde, varsa bile o oğlağı verecek yürek de…
İnsanın en büyük hedefi mutlu olmak değil midir? Neden mal sahibi olmak isteriz? Mutlu olmak için değil mi? Yahut da bizi mutlu edecek imkânlara kavuşmak için değil mi?
Son yüzyılda insanlığın en büyük hatası bu oldu galiba. Mutluluğun, en fazla, aracı olabilecek parayı, mutluluğun kendisi sandı.
Onun için, bunca varlık içinde; yüzler asık, endişeler yüksek, huzursuzluk had safhada.
Savaşlar, davalar, ihanetler, aldatmalar, şikâyetler bitmiyor.
Şüphesiz bugün de hayırla uğraşanlar var. Garibe, mazluma, muhtaca el uzatanlar var ama bu durum, toplumun genel bir kaidesi olmaktan çıktı maalesef.
Mübarek Ramazan ayındayız. Ramazan demek Kur’an demek. Din deyince hepimizin aklına namaz, oruç, hac geliyor. Doğrudur şüphesiz ama Kur’an’a bakalım bir de ne diyor diye:
“İman etmiş kullarıma söyle: “Alış-verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmezden evvel, dosdoğru namazı kılsınlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak etsinler.” (İbrahim 31)”
“Allah’a ve Resûlü’ne iman edin. “Sizi kendilerinde halifeler kılıp harcama yetkisi verdiği’ şeylerden infak edin. Artık sizden kim iman edip infak ederse, onlara büyük bir ecir vardır. (Hadid 7)”
“Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (Bakara 3)”
“Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever. (Bakara 195)”
Daha nice ayetler infakı emrediyor. Muhtaca, yolda kalmışa, borçluya infakı emrediyor.
İslam’ın en temel meselelerinden biri de budur.
İslam güzeldir, paylaşmak güzeldir, mutluluk güzeldir vesselam…
***
İzzet Irmak
Vermenin velûdi sırrına fakir kalanlar hep almanın beklentisiyle elindekine bile muhtaç yaşamaya mahkum değil midir? Onun için Rabbimiz” O miminler ki varlıkta ve darlıkta infak ederler” diyor. Darlıkta müşfik olanlara selam olsun…