TÖRELİ BİR HALK OZANI: NEŞET ERTAŞ
Neşet Ertaş son konserini 3 Mart 2012’de Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde vermişti. Eski dostu ozan Hüseyin Çırakman’a destek için verdiği konserde, Köroğlu’nun memleketi Bolu’ya gelmekten duyduğu memnuniyeti dile getirmişti. 25 Eylül 2012’de İzmir’de aramızdan ayrıldı. Baharda geldi, hazanda gitti.
Neşet Ertaş 12. yüzyılda Orta-Asya’dan Horasan’a, oradan kopup, Orta-Anadolu bozkırlarına yerleşen Abdal Türkmenlerindendir. Bu husus abdalların dilinde “Kalktık Horasan’dan sökün eyledik…” şeklinde dillendirilir. Abdallar konar-göçer hayat tarzını benimsemişlerdir. Türkmen boyları çoğu zaman belirli bir meslek dalıyla anılmışlardır. Atçeken oymaklarında olduğu gibi kimileri at yetiştirirken, kimi demircilikle, kimi debbağlıkla kimileri ise bıçakçılıkla özdeşleşmişlerdir. Bu iş bölümünde çalıp söyleme kısacası çalgıcılık mesleği de Abdallara düşmüştür. Bu yüzden Neşet Ertaş daha çocukluk yıllarından itibaren babası, aynı zamanda ustası, bozlakların pirî Muharrem Ertaş’la birlikte Kırşehir, Kırıkkale, Ankara, Yozgat, Nevşehir, Niğde ve Kayseri’de düğünlerde çalıp söylemiştir. Neşet Ertaş bütün çocukluk ve ilk gençlik yıllarında isimlerini sıraladığımız şehirleri, mahalle mahalle, köy köy, dolaşmıştır. Bu şehirler taşıdığı iklim ve bitki örtüsü nedeniyle bozkır olarak adlandırılır. Bu yüzden Ona “Bozkırın tezenesi” unvanı verilmiştir. Bozkır, gönül kelimesini Neşet Ertaş gibi telaffuz eden insanların yaşadığı coğrafyadır. O gönül’ü nazal n diğer bir deyimi ile Kâf-ı Türkî ile “gonüül”, gönlüm’ü “gonüm” diye telaffuz ederdi.
“Gonüül dağı yağmur yağmur boran olunca” ve “Gonüm hep seni arıyor neredesin sen” örneklerinde olduğu gibi.
Bozkırda hayat zordur. Bir de oradan oraya savrulmuşsanız vay halinize. Neşet Ertaş’ın hayatı memleketi olan Kırşehir’deki bir duvar yazısında şöyle özetlenmiştir. “Neşet Ertaş diye yazılır, Neşe, Dert, Aşk diye okunur.”
Onun hayatında neşe vardı. Fakat bu kendi neşesi değildi. Düğünlerde çalıp söylüyor başkalarını neşelendiriyordu. Dert, dert ise çoktu. Küçük yaşta annesini kaybetmiş beş kardeşi ile birlikte yetim kalmıştı. Aşk’a gelince, gezdiği yerlerde gördüğü bazı güzellere “gönü” düşüyor, ancak bozkırda abdala kız vermiyorlardı. Bu yüzden, “Bir ömür boyu bin gonüüle düğün çaldım. Şu kendi gönümün düğünü heç olmadı” diyordu.
Aşk deyince onun aşkını sadece beşeri aşk olarak anlamamak gerekir. “Garibim can yakıp gönül kırmadım” derken,
“Gönül Calab’ın tahtı, Calap gönüle baktı
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise” diyen, Yunus Emre ile aynı çizgide buluşur.
Onun,
“Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gonüülden gonüüle yol gizli gizli” mısraları nasıl düşünürseniz öyle anlamını bulur.
Kısacası hangi yönden ele alırsak alalım o töreli bir halk ozanıdır.
Mahlası babası Muharrem usta tarafından verilen “Garib” dir. Garib dilimizde, kimsesiz, zavallı ve gurbette olan anlamlarına gelir ki tek başına Neşet Ertaş’ı anlatmaya yeter. Onun türküleri garib ile başlar garib ile devam edip garib ile biter.
“Neden garib garib ötersin bülbül
Yoksa sen de bahtı kareli misin
Durmaz feryat edip coşarsın bülbül
Sen de benim gibi yareli misin”
Garib olan gurbette olandır. Neşet Ertaş’ın gurbet hayatı önce Kırşehir’den ayrılıp Ankara’ya gelmesi ile başladı. Sonra İstanbul yılları derken, Almanya’ya kadar uzandı. Bu gurbet hikâyesi aynı zamanda bozkır insanının da hikâyesidir. Bozkırda baharda ana, yar ve evlat sılada bırakılıp gurbete çıkılır. Gurbet önce İstanbul’du. “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun” adlı Kayseri türküsü gurbeti dile getirmek için söylenmiştir. 1960’ların başında Bozkır insanı Almanya’ya gitmeye başladı. Gurbetlik kat be kat arttı. Bu yüzden İstanbul’un bekar hanlarında Düsseldorf ve Frankfurt’un “Heim” larında (Almanya’da Türk işçilerinin kaldığı altı kişilik oda) Neşet Ertaş’ın gurbet türküleri yankılandı.
“Gurbete gidene gelmez diyorlar,
Akar gözyaşları dinmez diyorlar.”
Neşet Ertaş gurbet türkülerini hem kendi, hem de bozkır insanı için söyledi. O türkülerine uzun bir saz takdimi ile başlar. Onun sazının tınısı farklıdır. Elli saz aynı anda çalsa onun sazını içlerinden tanırsınız. Çünkü Neşet Ertaş türküsünü havalandırmaya başladığında önce sazı ağlar. Bu ağlayış bazen içli içlidir. Birden hıçkırıklara boğulur, avazı çıktığı kadar yükselir, sonra yorulur dinginleşir yeniden içli içli ağlamaya devam eder. Tam bu safhada Neşet Ertaş söz alır türküsünü çığırmaya başlar. Ağzından dökülen sözlerle, sazının açtığı yoldan gider. İnişler çıkışlar hep aynıdır. Türküsünün sözleri sazının neden ağladığını açıklar bize bu sözlerde sıla, gurbet ve hasret, kısacası gariblik vardır.
Neşet Ertaş türküleri bir başka etkiler bozkır insanını, her biri alıp bir yerlere götürür onu,
Develi’ye gidelim çocukluğumuza,
Türkü çığıralım seher vaktinde
Gala’dan Tavacığa doğru
“Seher vakti çaldım yârin kapıları aman aman”
Köşe başında çelik çomak oynayalım.
Amcam bir plak koysun pikabına
Neşet Ertaş duyulsun pencereden
“Köprüden geçti gelin saç bağı düştü gelin”
Güz geldi artık yeter, vaktidir.
Dayım İstanbul, babam Almanya’dan gelsin
Güller açsın yüzümüzde bari bu güzde.
“Yine mi gurbete düştü yolumuz?” demesin kimse.
Gurbetti Develi’nin yaşam tarzı
Gönül arzuluyor yâri bazı bazı
Gideyim dedim de yâri görmeğe
“Engel bırakmıyor buna ne dersin”
Develi ilinde Erciyes,
Neşet Usta’nın dilinde “gonüül dağı”,
Gurbette olanın sıla ile bağı,
“Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez”
Neşet Ertaş; “Aşk biterse yorulur insan ben ne zaman ölürsem Neşet yoruldu desinler” demişti. Neşet Usta yorulalı 11 yıl oldu. Rahmetle anıyoruz. Mekânı cennet olsun.