Emânet ve İmtihan
Emânet, mânevî ve maddî sorumluluğu ifâde eden kudsî bir görevdir. İnsan olma şerefini taşıyan herkes bu yüce mesûliyetin tâlibidir.
Emânet, emânet edilenin imtihânıdır. Emânet ve imtihan dengesi yeryüzünün düzenini sağladığı gibi, olgun ve güvenilir insan karakterinin temelini oluşturur.
Emânet ve imtihan eşref-i mahlûk olmanın getirdiği sorumluluk ve itibârıdır.
Bilmek lâzım!
Hak edilmiş her meşrû kazanç emânettir, Hakk’ın insana ikramıdır, ihsânıdır, nimetidir.
Kim derse ki; “Ben çalıştım, ben kazandım!”, bu ve benzeri ifadeler ne kadar acı! Bu ifade Kudret sahibini, nimetin sahibini unutturan bir ruh hâli. Yazıklar olsun böyle cehâlete! Yazıklar olsun böyle enâniyete.
Ey mal sahibi, mülk sâhibi
Unutma ilk sâhibi…
Can emânet, bedenimiz emânet. Yeryüzü, gökyüzü bize emânet. Eş emânet, evlat emânet. Hayat emânet, memat emânet. Nefes emânet, ses emânet.
Senin neyin var ey insan? Emânetin şükrünü bil ki imtihanı kazanabilesin.
Hak edilmiş veya hak edilmemiş her kazanç, her makam aynı zamanda insanın imtihanıdır. Gayrımeşru kazanca tâlip olan emânet imtihanını kaybetmiştir.
Haramı, haksızlığı tercih ettiren hırs; sâhibini insanlıktan, kulluktan, hak ve hakikatten uzaklaştırır.
Unutmamak lâzım!
Her malın, her kazancın, kısacası bedenimiz dâhil her nimetin zekâtı var, bedeli var, şükrü var, teşekkürü var.
Yeryüzüyle birlikte, insan insana emânet
İki cihan güzeli imanla gelen izzet…
Ahzâb Sûresi’nin 72’nci âyeti emânet konusunda insanın sorumluluğunu şöyle açıklıyor:
“Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler; ondan korktular ve onu –Kur’ân-ı Kerîm’i– insan yüklendi. Şüphesiz insan –Hak yoldan ayrılınca– çok zâlim, çok bilgisizdir.”
Bu ilâhî buyruk; insanın emânet sorumluluğunu âlemi hatta âlemleri kuşatacak genişliğe ve yücelliğe erdirmiştir.
Emânet sorumluluğunun genişliği ve yüceliği, aynı zamanda insanın Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğu hakikatini ortaya koymaktadır.
İnsan var!
İnsan var! Emâneti, kulluk imtihânını yaratılıştan gelen şerefli ve güzel mayasını bozmadan hayatına devam eder, iman esâsından ayrılmaz ve imtihânı kazanır.
İnsan var! Nefsinin esâretinde hayat sürer, hak yolu terkeder. Şeytanla yol almanın beklenen sonucu olan emâneti terketmesi nedeniyle imtihanı ve âhiretini kaybeder.
Emânet ve imtihan hakikatini hayatın merkezine almayan insan ziyandadır, yanlış yoldadır.
Âlemin sahibi var, başıboş değiliz. Âlemlerin Rabbi Allah’tır. Hâlık olmazsa mahluk olmaz. Milyarlarca yıldan beri yeryüzü, gökyüzü ve içindekilerin düzeni, ahenkle devam ediyorsa, bu tesadüfün eseri olamaz.
Emânet ve imtihan inancı olmazsa, cezâ ve mükâfat iman olarak gönlümüzde yer etmezse insanın-insanoğlunun huzuru kalmaz, yeryüzünün düzeni bozulur.
İşte acı örnekler:
Geçmiş tarihlere, yakın zamana gitmeye bile gerek yok. Son 30 yılda İslâm coğrafyasında neler oldu?
Bir düşünelim!
Ülkeler parçalandı, milyonlarca insan öldü, milyonlarca insan evlerinden, yurtlarından edildi. Zulüm aynı şiddetle devam ediyor.
İnsanlık İslam’a muhtaç. Allah’ı bulmayan gönül zâlim olmaya, vahşi kalmaya mahkumdur.
Özgüven adı altında ilahlaştırılan insan kendini tanrı zannetmeye başladı. Bâtıl bir tanrı ancak zulmün aracı olur. Aslında tanrı belledikleri şeytandır. Şeytanlaşan insan İsrail gibi devlet olursa kan döker, kan içer. Şeytanlaşan insanların hakim olduğu devlet yapısı soykırım yapar, çoluk çocuk demeden insanları vatanlarından eder öldürür öldürür.
Şimdi düşünelim:
Hazret-i Muhammed’in nakledeceğim hadisi şerifini imtihan ve emânet anlayışı ile bir tefekkür edelim.
“İnsanoğlu şu beş hususta hesâba çekilmeden ayakları Rabb’inin katından ayrılmayacaktır.
1- Ömrünü nerede ne yolda tükettiği,
2- Gençliğini nasıl geçirdiği,
3- Malını nerede kazandığı,
4- Kazancını nerede harcadığı,
5- İlmi ile amel edip etmediği.” (Tirmizî / 2531).
Yağmur emânet, kar emânet. Yaz emânet, kış emânet. Gece emânet, gündüz emânet. Unutmayalım ki, her biri bir nimet.
Töresöz ne güzel hayat dersi vermiş:
Bir musîbet bin nasihattan evlâdır.
Musîbet-i hayra çevirmek, felâketten mânevî bereket elde etmek Hakk’a kul olmakla mümkündür.
Sabır, kanaat, tevekkül, şükür ve azim nimeti de külfeti de hayra erdirebilmenin mânevî yollarıdır.
Hz. Muhammed; zor zamanda, musibet karşısında tahammül gücümüzün artması ve başımıza gelen sıkıntıların hikmetini kavrayabilmemiz için şöyle buyurmuştur:
“Allah hayır murat ettiği kuluna musibet verir.”
Bilmek lâzım!
Dünya hayatı imtihan yeridir, bilmek lâzım. Bazan zenginlik ile bazan fakirlik ile; bazan sağlıkla bazan hastalıkla Allah kulunu imtihan eder.
Kadere rıza, yani kanaat ve tevekkül sıkıntılı zamanlarda insanın derdini azaltır, hırsını törpüler. Dünya nimetleri ile huzur bulan insanların kibirlenmesini, cimri olmasını engeller.
Nimetin sahibinin Allah olduğunu bilen kimse, sahip olduğu değerleri ihtiyaç sahipleriyle paylaşır, emânetin ve imtihanın şifresini çözer, esbâba tevessül eder.
Ey insan! İmtihanı unutma! Emânete ihânet etme.
“Andolsun, size öyle bir kitap –Kur’ân-ı Kerîm– indirdik ki, sizin bütün şeref ve şânınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Enbiyâ Sûresi, 10. âyet).
Emânet var sırtımızda, imtihan var bahtımızda;
İbret ile bak âleme, şükür olsun tahtımızda…
Mustafa Arslanoğlu
Selam ve muhabbetlerimi sunuyorum. Fırsat buldukça yazılarınızı okuyorum.