Hakkı Bu mudur..?
Yaşadığımız dünyada aldanmamak ve adâleti tesis etmek; “Hakkı bu mudur?”, “Doğrusu bu mu?” sorularını elzem kılmaktadır.
Doğru olmak, hakkı savunmak sadece insanın karşısındakine göstereceği bir davranış şekli olmamalıdır. İnsan, kendi hakkını savunurken de bu kıstasa riâyet etmelidir.
Hak bu mu?
Ticârette, beşeri ilişkilerde taraflar; “Hak bu mu?” sorusunu önce kendine sonra muhatabına sorarak, “mâkul seviye”nin hayat bulmasına, ahlâkî bir güzelliğin oluşmasına zemin hazırlamalıdır.
İnsan haksızlığa uğratıldığında; “Ah alan onmaz, ah yerde kalmaz.” diye serzenişte bulunması haklı bir tepkidir.
Hak kavramı hayatın her zerresinde vardır ve olmalıdır. Çünkü hakkın sahibi vardır. Hakkın sahibi, hak adına âlemleri yaratan Allah’tır.
Hakk; “Esmâ-i Hüsnâ” diye bilinen, Allah’ın 99 güzel isimlerinden biridir.
Hak; doğru olmak, lâyık olmak, gerçek ve güvenilir olmak gibi mânâları özünde barındırır.
Allah Resûlu bir duâsında şöyle niyâz etmiştir: “Allah’ım Sen haksın, vaadin hak, sözün haktır; Sana kavuşmak haktır; Cennet hak, Cehennem haktır; peygamberler haktır; kıyâmetin kopması haktır.”
Hakkını teslim etmek!
Hakkını teslim edelim. Bu yazımın başlığını; Şâir ve mütefekkir Prof. Dr. Nurullah Genç’in sosyal medyada yayınlanan; çocukluğunda babası ile Horasan’a koyun satmaya gittikleri ve satış esnasında yaşanan gelişmelerle ilgili anısını dinleyince seçtim. Rahmetli babası koyunu ne aza satmış ne de çok fiyat istemiş. Fiyatı az verene; “Hakkı bu mu? demiş; çok verene de; “Olmaz! Hakkı budur!” diyerek satacağı fiyatı söylemiş.
Doğruluk..!
Ayrılma doğruluktan, yâr olur sana Mevlâ;
Hak adına her adım, yalan dünyadan evlâ.
Hak ne güzel kelime. Ötelerden, yücelerden yola çıkıp, ebede gitmeden evvel işliyor insanın zihnine ve gönlüne.
Hak ne güzel kelime. İnsan haklı olduğunda, hak aradığında, haksızlığa boyun eğmediğinde, hakkı savunduğunda, hak yolda yürüdüğünde yol arkadaşı Hakk’tır, Allah’tır.
Allah’ın yoldaş olduğu bir yol ne kutlu bir yoldur ve o yolcu ne şerefli bir yolcudur.
Hak ne güzel kelime. İnsanın, cümle canın ve âlemdeki varlıkların menfaatlerini teminat altına alan İlahî bir düzendir.
Hak ne güzel kelime. Hukukun anayasasını teşkil eder.
Hak ne güzel kelime. Yarar zarar, ceza mükâfat, güçlü zayıf, zengin fakir, işçi işveren arasındaki adâleti tesis eder.
Hak ne güzel kelime. Hakkı bu mu? Hak mı bu? sorularına verilen cevapla herkesin sorumluluğunu ayân eder.
Hak geçer mi?
Hak geçer mi sorusu şüphesi ve endişesi insanı her dem teyakkuz hâlinde diri tutmalı. Kâinat insana emânet. İnsanın insana hakkı geçebileceği gibi, yeryüzünde canlı ve cansız varlıklar üzerinde yapılan her yanlıştan, yanlışı yapan ile susanlar sorumludur.
Atalarımız; “Alma mazlumun âhını çıkar âheste âheste.” diyerek can yakanların, yanına kâr kalmayacağına işaret etmiştir.
Emânet deyince ne anlıyoruz?
Emânetin hakkı nedir?
Emânet, hak ile bâtılın insandaki imtihanıdır.
Emânete sâhip çıkmak ya da çıkmamak kişinin imani, ahlâkî ve insanî yönünün seviyesini gösterir. Bu gösterge ya kulluk ve asâlet yönü ile zirveye işâret eder, ya da nefsani arzularına teslim olmuş sorumsuzluğun dip hâlini resmeder.
Karar insanın kendisine ait. İnsan, ya nûru tercih edip fazilete erer, ya da kiri tercih ile rezâlete düşer.
Üstâd Necip Fâzıl Kısakürek’in muhteşem “Sakarya Türküsü”nden;
…
“Herşey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.”
Can emânet, cânân emânet. Nimet emânet, kısmet emânet. Kalem emânet, defter emânet. İnsana yeryüzü, gökyüzü, cümle âlem emânet.
Hâsıl-ı kelâm; eşref-i mahlûk insan Kur’ânî buyruğu yüklendi.
İşte ilâhî buyruk; “Biz emâneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler; ondan korktular ve onu (Kur’ân-ı Kerim’i) insan yüklendi. Şüphesiz ki insan (ilâhî emânetten yüz çevirince) çok zâlim, çok bilgisizdir.” (Ahzâb Suresi / 72).
Hakk’a teslim olmayan insan bu ağır ve kutsal emâneti taşıyamaz.
Hak mı, bâtıl mı?
Hak ve bâtıl nedir? Biliyor muyuz?
Hak ile bâtıl aynı anda bir bedende, bir gönülde yaşayamaz.
Hak kavramı yazımızın ana teması olduğundan tekrara girmeyeceğim.
Bâtıl…
Allah’ın İlâhî buyruklarına zıt olan, gerçekliği bulunmayan, hukuksuz kazançla elde edilen; boş ve faydasız işlerin tamamı bâtıl hükmündedir.
Hak ve bâtılın sana göre, bana göre izâhı ve tasnifi olamaz. Ölçü, ilâhî buyruklardır. Kuran’a ve Sünnet’e uymayan; hak ve adâlet ile bağdaşmayan hiçbir kazanç meşrû değildir.
Meşrû bir işte alın teri, el emeği ve göz nûru ile elde edilen kazanç elbette övgüye lâyıktır. Tabii ki nimetin ilk sâhibini unutmamak lâzım.
Yanımızda çalışan insanların emeklerini öderken; “Hakkı bu mudur?” diye düşünmemiz ve ödeme yaparken acele etmemiz lâzım. Hz. Muhammed: “İşçinin hakkını alın teri kurumadan veriniz.” buyuruyor.
Şimdi kazanç sâhibine yazımızın başlığını soralım; “Hakkı bu mudur?” Ya da biraz değiştirerek soralım; bu kazancın “Hepsi hak mıdır?”
Unutmayalım ki; her kazancın vergisi var, zekâtı var. Helâl kazanmak kadar helâl yolda harcamak da aynı derecede önemlidir.
Kul isen hakka râm ol, devrilsin tüm tabular;
Hayra harcanmadıysa, derman olmaz tapular.
Neden çocuklarımıza maddi mirasın dışında sevgi ve saygıyı, hak ve adâlet anlayışını, doğruluk ve iyilik gibi şahit olacakları güzel örnekleri sunamıyoruz.
Maalesef; sözlerin, nasihatlerin icraata dökülememesi toplumda törelerimizin, âdâb-ı muâşeret terbiyesinin yeşermesine izin vermemektedir.
Sonuç: Kellim kellim lâ yenfa’ -Konuş konuş faydasız.-…
Hakkı yok mudur?
Devlet malı millet malıdır, zimmete geçirilemez, çarçur edilemez. Milletin malında tüyü bitmedik yetimin, torunların, dünyaya gelmemiş canların, âhirete göçenlerin hakkı var.
Töresöz sâhibi şâir Âşık Noksânî ne güzel söz eylemiş;
“Yaptığın hatâdan habersiz sanma;
Kara karıncayı gece gören var.”
Mustafa Arslanoğlu