Mustafa ArslanoğluTöreli Yazılar

Kibir – Kibâr

Kibir – Kibâr

İnsan huylarıyla mâruf bir varlıktır. Huyları, ahlâk kuralına uygun olanlar olgun, erdemli ve eşref vasıflarıyla cemiyette yerini alır.

Töresözlerin dediği gibi;
“İnsan çeşit çeşit, yer damar damar.” ve “Hayvanın alacası dışında, insanın alacası içinde!” olur.

Ecdâdımızdan gelen “Kelâm-ı Kibâr” sözler, derin mânâlar ihtivâ eder. İnsan çeşit çeşit olup, alacası içindedir. Yani, göründüğü gibi olmayan, sözü ve niyeti ayrı insanlar vardır. Böylelerinin karakterleri ahlâkî değerlere uygun değildir. Samimiyetsiz ve ikiyüzlü davranış sergilerler. Bu tür insanlarda münafıklığın ve cehâletin her rengine rastlanır.

Bilmemek cehâletin en mâsum hâlidir.
Asıl câhillik; Hakk’ı kabul etmemek, bilmediğini bilmemek ve yanlışta direnmektir.

Cehâletin en kötüsünden biri Hakk’ı inkâr ise diğeri de kibirdir. Zâten, Hakk’ı inkâr da kibirden gelir.

Bu yazımızın ana konusu “Kibir” üzerinedir.

Kibir ve Kibâr.

Her iki kelime de Arapça “k-b-r” kökünden gelmektedir.

Kibir; Arapça “k-b-r” kökünden gelen “kibr” sözcüğünden alıntıdır. Büyüklük, azamet, büyüklenme mânâlarını ifâde eder.

Kibir kelimesini tehlikeli, çirkin, ilkel ve günah kılan, “kelime anlamı” değil; insanların bu anlamlara yüklediği kötü ve şer niyettir, davranıştır.

İnsan mensup olduğu ırkını sever. Sevmelidir de! Ancak bu sevgi başkasının ırkını küçük ve hâkir görmeye başlıyorsa; bu davranış ve anlayış biçimi yanlıştır, ilkeldir ve günahtır.

İnsan; soylu ve tanınmış bir aileye, sülâle ya da aşirete mensup olabilir. Ancak bu mensubiyetini gurur ve kibir hâline getirip başka insanları küçük görmeye, onlara zulmetmeye götürüyorsa; böylesi davranış insanî ve ahlâkî değildir.

Her türlü şer davranış kişinin karakteri hâline gelmiş, onun sıfatı olmuşsa, böyleleri âhiret heybesini günahla dolduran, şeytanla yoldaşlık yapan insanlara benzer.

Kibâr; Arapça “k-b-r” kökünden gelen “kebîr” ‘büyük’ sözcüğünün çoğulu olup; büyüklük, ekâbir mânâsına gelir.

Terim olarak kibâr; düşünce, davranış ve duygu yönüyle; bir insanın nâzik, zarîf, asîl ve ince ruhlu olması demektir.

Kibir ve kibar kelimeleri temelde aynı kökten olsalar bile birbirlerine zıt kavramlardır.

Peki bu nasıl olur?

Niyet ve anlayış farkı böyle bir sonucu doğuruyor.

Nasıl mı?

Bir kelime, ya da kısa bir cümle tatlı ve âhenkli bir ses tonu ile söylenirse, olumlu bir anlam ifâde ederken; yüksek ve sert bir üslûp kullanılırsa olumsuz bir hitâp olarak muhâtabımıza ulaşır.

Yaşadığımız toplumda hayırdan şer, şerden hayır doğabildiğine hepimiz şâhit olmuşuzdur.

Mütedeyyin, vatansever ailenin bir çocuğu muhafazakâr, mânevî değerlere bağlı iken, diğer çocuğu âsi ve millî değerlerden uzak olabiliyor. Bu örneğin zıddı da görülebilen gerçeklerdendir.

Sâdî Şirâzî, “Kurdun yavrusu kurt olur.” diyor.

Ancak insanın yavrusu şeklen insan olsa da, bazısı şerrin dostu, bazısı hayrın dostu olabiliyor.

Neden mi?

İnsan da, hayvan da yedi ceddine çekebilir.

Niçin mi?

“İnsanoğlu çiğ süt emmiş!”, nefsine yenik düşebilir!

Töresöz diyor ki, “Otu çek köküne bak!”…

Soy ve şecere önemlidir. Soyu bozuk insan Devlete de Millete de ihânet eder. Milli sırları satar, hastanede bebek öldürür, cephede düşman safına geçer…

Ecdâdımız bu yüzden mayânın önemine değer vermiş;

“Asil azmaz, bal kokmaz!” diye soy ve ahlâk güzelliğine işâret etmiştir.

Kibir hastalığı da asâlet, edep ve ahlâk noksanlığının eseri olup; insanı şeytan safına ilhâk eder.

Kibir, insanın kendine ihânetidir.

Kibir, insanın Allah’a baş kaldırışıdır.

Kibir, insanın insanlığa karşı gelişidir.

Kibir, insanın şeytanlaşması demektir.

Allah’ın huzuruna şeytanla giden, kibirden kurtulmadan dua eden insan; şeytan yanında iken Rabb’ine el açmış olur. İnsan-kul için ne hazin bir durum!

Kibir; tevâzunun, nezâketin zıddıdır, cümle güzel duyguların karşıtıdır.

Olgun başaklar gibi mütevâzı olmalı.

İnsan haddini bilip kul yolunu bulmalı.

Ahlâk, güzel huy demektir. Kibirli insanda güzellik bulunmaz.

Erzurumlu İbrahim Hakkı, şekilciliğe önem vermeyen, öze yatırım yapan insanların hor ve hâkir görülmemesini ne kadar güzel dile getirmiş:

“Harâbat ehlini hor görme zâkir,
Defineye mâlik virâneler var.”

Günaha götüren ihtiras, her türlü şer amel Hakk’a isyandan gelir. Şeytan, kibrinden “Ben üstünüm” dediği için isyan etmiş ve ebedî rahmetten mahrum kalmıştır.

Kur’an’da Allah, bu konuda şöyle buyuruyor:

“Meleklere, ‘Adem’e secde ediniz‘ dediğimiz vakit İblis’ten başka hepsi secde ettiler. İblis secde etmedi, kibirlendi ve kafir oldu.” (Bakara, 34).

Özelde İblis’i, genelde şeytanı isyân ettiren kibrin kaynağı “Ben üstünüm” anlayışıdır. Kur’an-ı Kerîm bu hususu şöyle açıklıyor:

“Allah, ‘sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir’ dedi. (İblis) ‘Ben ondan (Âdem’den) üstünüm, beni ateşten, onu çamurdan yarattın’ dedi.” (A’râf, 12).

İnsanın kendini bilmesi ve haddini aşmaması için, Allah akılda kalıcı bir benzetmeyle insanları şöyle uyarıyor:

“Yeryüzünde kibirlenerek yürüme! Çünkü sen (cürmünle) ne yeri yarabilir, ne de dağlarla boyca ululuk yarışına girebilirsin. Bütün bu kötü ameller Rabb’inin nezdinde çirkindir.” (İsrâ, 37-38).

Ecdadımızın dediği gibi, “El elden üstündür.”, “Çul içinde aslan yatar.”…

İnsanı kibirlendiren her ne varsa, Allah o kimseyi ondan mahrum bırakabilir. “Gün doğmadan neler doğar!” Bu ibretâmiz töre sözünü olumlu ve olumsuz mânâda düşünmeliyiz.

Ey insan!

“Düşmez kalkmaz bir Allah…” ecdâd sözü unutulmamalıdır.

Ey insan hatırdan uzak tutma!

Kimler geçti bu âlemden! Gururlanma! Dünya sana da kalmaz. Nice imparatorluklar yıkıldı, nice devletler tarih sahnesinden silindi. Kârun’a ve servetine ne oldu? Kendilerini sorgulanamaz zanneden, ilâhlık taslayan Firavun ve benzerlerinin âkıbetinden ibret almak lâzım.

İnsan da, dünya da fânidir. Kibirlenme!
Bâki olan Allah’tır. Haddini aşma!

Mazlumun, kimsesizlerin kimsesi Allah’tır.
Allah şöyle buyuruyor:

“… Biz insana şah damarından daha yakınız.” (Kâf,16).

Ey kibir deryâsında yüzen insan! Allah’ın şah damarından daha yakın olduğu bir insanı sen nasıl küçük görürsün. Allah, zâlimin bile dünyada rızkını verirken, çalıştığının bedelini öderken; kibir ve güç zehirlenmesi yüzünden hak edenin hakkını vermemenin, zayıfların ekmeğiyle oynamanın âhı elbette yapanın yanına kâr kalmaz.

Nice insanın başına hiç beklemediği bir anda belâ ve musibet gelir de, sebebini kendinde küsur aramadığı için bulamaz.

Âni iflas, akıl erdiremediği hastalık ve sıkıntılar çok zaman “kibir” yüzünden insanın başına gelir.

Hz. Ömer, musibetlerin hikmetini şöyle açıklamış:

“Kibir ve gururla haddini aşanı, Yüce Allah yerden yere vurur.”

Hz. Muhammed kibir konusunu şöyle anlatmıştır:

“— ‘Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.’

Bunun üzerine bir adam şöyle dedi:

— ‘İnsan elbisesinin güzel olmasından, ayakkabısının güzel olmasından hoşlanır. (Bu da kibre girer mi?)’.

Allah Resulü şöyle buyurdu:

‘Muhakkak ki Allah güzeldir; güzel olanı sever. Kibir (ise) Hakkı kabullenmemek ve insanları küçük görmektir.’

İnsanın kibir ve gösteriş duygusuna kapılmadan, Allah’ın verdiği nimetleri kullanması meşrûdur.
Kötü olan ve insanı rahmetten uzaklaştıran, “Hakkı kabullenmeme” inanışıdır. Çünkü insan, hak ve hakikatı reddetmeden kibrin çirkin amellerini yapamaz.

Nasıl ki bir kıvılcım bir ormanı yakabiliyorsa, zerre kadar kibir de imanı yok edebilir. İnsan kendisini sorgulamalı, kibirinden doğan günahlarından tövbe etmeli, aldığı kul haklarını helal ettirmelidir.

Kibir konusunu Mevlânâ’nın şu sözüyle bitirelim:

“Ey gönül!
Bak ve ibret al, yere düşen kurumuş yaprağa;
O da eskiden yukarıdan bakardı toprağa.”

Mustafa Arslanoğlu

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu