Nasılsın..?
Tanıdığımıza, tanımadığımıza rastlayınca selam faslından sonra, ilk sözümüz “nasılsın?” sorusudur. Bu ifade sorudan ziyâde bir gereklilik, bir muhabbet girizgâhıdır.
Hal hatır sormak, tanışmadığımızla tanışmak rahmanî yaklaşımdır. “Nerelisin?” sorusu da muhabbet kapısının açılmasında kilit rol oynar.
Toplumumuzda tanışmaya, sohbete yol açan töreli mimikler ve belli hareketler önemli yer tutar. Hemcins, samimiyet ve resmiyet durumlarına göre değişiklik olsa da; göz göze iletişim kurmak, tokalaşmak, ellerimizle omuza ve dirseğe dokunmak, tokalaşmayla berâber başların yanak yanağa değdirilmesi selâm ve kelâm kadar cârîdir.
Sıcak kanlı insanlarız vesselâm.
Bütün bu sohbet ve tanışma fasılları töreli medeniyetimizin kuşaktan kuşağa devam eden âdâb-ı muâşeret terbiyesidir.
Zaman ve fırsat varsa bu töreli medeniyetimize ikram faslı ile devam ederiz. Bunlar genelde; çay, kahve, simit ve yöreye ait ürünlerdir. Yemek ikrâmı da gönül zenginliğimizin sofraya yansımış lezzetidir.
İkram; muhabbet ve samimiyet iklimine çeşni katmak için yapılan gönül zenginliğimizin izzetidir, zekâtıdır.
Töreli dostlukları şiir diliyle anlatan şu töresöz, ne güzel bir sözdür:
Gönül ne kahve ister, ne kahvehâne;
Gönül muhabbet ister, kahve bahâne…
Bizde çay ve kahve dostluk, iletişim ve samimiyet köprüsüdür.
Yine âdetâ töresöz hâline gelmiş olan şu dizeler de bu mânâda pek vecizdir:
Geleydin bir çay içimi;
Sen çay dökerdin ben de içimi..!
“Nasılsın,” hitâbının cevapları da hayli zengin ve renklidir.
“İyiyim”, “çok şükür iyiyim”, “şükür Mevlâ’ya Mevlâ’ya”, “iç güveysinden hallice”…
Bizim hâlimizi soranlara; edep, ahlâk ve nezâket gereği biz de, “mukâbele-i bi’l-misl“ misâli soru sormamız gerekir. Eğer bunu yapmazsak muhatabımıza değer vermemiş oluruz.
Değer vermemek; gönül kırmak, kibirli olmak, karşıdakine kıymet vermemek demektir.
İnsanı küçük görmenin vehâmetini Yûnus Emre şöyle dile getiriyor:
Gönül Çalab’ın tahtı, Çalab gönüle baktı;
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise…
İyi olmak, sağlıklı ve mutlu hayat sürmek bizim tek hedefimiz mi?
Bir göz ağlarken diğer göz gülebilir mi?
Bize göre eldeki yara duvardaki delik mi?
Dostlar, komşular, Müslüman kardeşlerimiz, mazlumlar kan ağlarken mutluluk gösterisi yapabilir miyiz?
Bu ve benzeri sorulara tereddüt etmeden HAYIR diyebilmeliyiz. İslâm bunu emreder, insan olmak bunu gerektirir. Ama, unutulan bir hakikat var; insanı yaratan Allah, onun nasıl insan kalabileceğini, nasıl “mü’min ve kul” olabileceğini İlâhî Kitap Kur’ân-ı Kerim’de buyurmuştur.
Deprem, sel, yangın, hastalık ve savaş gibi âfetlerde komşularımız, din kardeşlerimiz, mâsum insanlar büyük can ve mal kaybı yaşarken; biz zarar görmesek de ibret almasını bilmeli, gurura kapılmamalıyız.
Önümüzde acı bir zulüm tablosu var. Tablo dediğime bakmayın! Canlı bir “soykırım” gerçeği var:
FILİSTİN…
Dünyanın gözü önünde bu katliam icrâ ediliyor. Yeryüzünün pek çok yerinde Filistin/Gazze’de kadınların, çocukların ve cümle mâsumların bombalarla, füzeyle, tanklarla öldürülmesini, evlerinin, ocaklarının söndürülmesini, işgal edilmesini kınayan insanlar var.
Türkiye haricinde, Müslüman ülkelerden istenilen seviyede bir tepki pek duyulamıyor. Çünkü halk kendi yönetimini kendisi seçemiyor.
Ne hazin ki Türkiye’de de tepki göstermeyen, susarak zulmü destekleyenlerin sayısı hayli fazla.
Maalesef sosyal medyada bize göre planlı bir Arap düşmanlığı yayılıyor. Bunların bir bölümü İslâm’a olan nefretlerini bu yolla ifade ediyor. İlericilik, lâiklik ve Batı hayranlığı ile mest olan bazı insanlarımız bu planlı Arap düşmanlığına kanarak ortak oluyor. Ortadoğu’yu, Arapları sevmemelerinin bir sebebi de bu. İslâm Dini’ni bir coğrafyaya ve ırka bağladıklarından; Müslüman olmayı ya da müslümanmış gibi tanınmayı bir türlü içlerine sindiremezler. İslâm’a böyle bakarken; Hıristiyanlık ve Museviliğin Ortadoğu/ Arap coğrafyası çıkışlı olduğunu unuturlar. İslam Dini’nin coğrafyası ve ırkı olmaz. İslâmiyet evrenseldir, Kur’an evrenseldir, Hz. Muhammed evrenseldir.
“Nasılsın?” sorusundan Filistin meselesine gelmemizin sebebi var. Filistin gibi Doğu Türkistan da, zulme uğrayan her can da bizim kanayan yaramız, derdimiz ve dâvâmızdır.
Nasılsın? –nasılsınız? nasıllar?– sorusuna cevap verirken; aklımızın bir ucunda, gönlümüzün bir yerinde derdi olanlar, zulme uğrayanlar, çile çekenler hiç olmayacak mı?
Hep olmalı. Hele hele mazlum coğrafyanın çileli insanları tarafından Türk olarak biliniyorsan bunun geri dönüşü olmaz, olmamalı..! Mazlum coğrafyanın çileli insanları Türk’ü bekler. Emperyal sömürgeci devletler onun için Türkiye’yi dizginlemeye, bölmeye çalışırlar. Arap ülkelerinde yaptıkları gibi Türkiye’de de yönetimlerin kendi tarafında olmalarını isterler. Türkiye bu zinciri kırdığı için ambargo ve kuşatma altında tutulmaya çalışılıyor. Bilirler ki, Türkiye güçlenirse kendileri rahat nefes alamaz.
“Nasılsın?” sorusuna; “Çok şükür iyiyim!” dedikten sonra, nefes alırken “ah” sesiyle beraber; “İyiyim de, iyi durumda olamayan var.” diyebilmeliyiz.
İnsan birbirinin âhını duyabilmeli, hissedebilmelidir. Mazlumun âhını duymayan “ah” alır.
“Nasılsın” diye hâlimi sordu. Derin bir “ah” çekerek “iyiyim” dedim. Hâlimi soran dilden anladı da, halden anlamadı. Duymadı “âhımı.”
Filistin, Doğu Türkistan eldeki yara değil, gönüldeki yaradır.
Komşularımızın derdi bizim derdimizdir.
İçimizdeki insanlık “banane” dediğimizde, sürekli bahane ürettiğimizde ölür.
Yeryüzündeki çilenin ve mutsuzluğun sebebi, ölü insanların ülkeleri yönetmesindendir.
Nasılsınız?
Mustafa Arslanoğlu