Mustafa ArslanoğluTöreli Yazılar

ZAMAN

Zaman

Zaman nedir diye bize sorulsa, çok şey söyleriz ama çok da soru işâreti aklımızda kalır.

Zaman hem âşikâr hem sır! Hem mâlum hem meçhul!

Değişen zaman mı? Yoksa zamanın içinden geçen her şey mi?

Zamanın kıymetini ne kadar biliyoruz?

Sabahın kıymetini, gecenin çilesini çeken hasta bilir.

Vuslatın kıymetini, sevdiğine kavuşan bilir.

Kavuşma ânı heyecanlı ve kıymetli; ayrılıklar da hüzün vericidir.

Tahliye gününün yaklaşması mahkûm için, terhis zamanının gelmesi asker için, taburcu olma haberini almak hasta için ne büyük mutluluktur. Yaşayan bilir. Verdiğimiz örnekler zamanın kendisi değil, zaman içinde cereyan eden hayat sahneleridir.

Zaman değişir mi diye sormuştuk. Zaman akıp gider ama zamanın deveran halinde olması nedeniyle insan değişmiyor. İnsan, hayat şartları ve buna paralel olarak bakış açısının farklılaşması, geçmişten geleceğe aktarılan tecrûbelerin, ufkunda oluşan kanaatlerin etkisiyle imkân ve idrak oranında değişimi yaşıyor. Eğer zaman değişseydi bütün insanlar aynı şekilde, aynı anda değişmiş olurdu.

Zaman içinde gelişen değişim rüzgârının insanları etkilediği de bir gerçek!

Bu konuda Mevlânâ şöyle diyor:
Her gün bir yere konmak ne güzel;
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş!
Dünle berâber gitti cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.

Takvime bağlanmış, güne, haftaya, aya veya yıla ayarlanmış umutlar; zamanın paha biçilemez değerini idrak hânemize işler.

Ancak, idrak hânesini herkes aynı ayarda işleyemez, işletemez.

Kimi; “Geçmiş zaman olur ki, hayâli cihan değer.” der. Kimi; “Bu günkü aklım olsaydı!” diye pişmanlığını dile getirir.

Vaktinde alınamayan müjde, adresini bulamayan mektup ve geciken itiraflar derin bir “ah” çektirir insana.

Zamanında değerlendirilen her şey daha kıymetli hâle gelir. Erken yola çıkan, bugünün işini yarına bırakmayan maksûduna tez ulaşır.

İnsanın doğum ile başlayıp ölüm ile biten dünya serüvenine “ömür” diyoruz. Her canlının ömrü farklı zaman dilimleri arasında yer alır.

İçinde yaşadığımız dünyanın da bir sonu var. Âhir zaman ifadesi âşina olduğumuz bir kavramdır. Bu ifade “Zamanın sonu” anlamını taşısa da, asıl anlatılmak istenen, “Dünyanın sonu“ olduğu gerçeğidir.

Onun için Hazret-i Muhammed’e âhir zaman peygamberi, Hazret-i Muhammed’e inanan Müslümanlara da âhir zaman ümmeti ifadesi kullanılmaktadır.

Dünya gibi, dünya zamanı da sonludur. İnsan için sonsuz olan âhiret yurdundaki ebedî hayatıdır.

Heyecanlar, acılar ve mutluluklar insana zaman içinde zamanı yaşatır. Bazen saniyeler, dakikalar bir türlü bitmek bilmez. Bazen uzun bir zaman dilimini içeren bir işin bitimi, “Sayılı günler tez biter.” misâli çabuk geçebilir.

Zaman izafidir, hayalde ve rüyâda değişen zaman süreci, onun gerçekte olaylara göre, mekânlara göre değişebileceğinin işâretidir.

Kur’an-ı Kerim’de Kehf Sûresi 9-26’ncı ayetlerde Allah, Ashab-ı Kehf’ten (mağara dostları) haber verir. Bu âyetlerde mağaraya sığınan gençler hakkında bahsedilir. Allah’a inanan bu gençler putperestlerin baskılarından kaçıp saklandıkları mağarada 309 yıl uyudukları, uyandıklarında kendilerine bir gece gibi gelen uykunun ardından çok acıktıklarını hissederek içlerinden birini şehre göndermeleriyle gerçek ortaya çıkar. Bu Kuran buyruğundan de anlaşılacağı gibi zaman içinde zaman vardır ve zaman görecelidir. Uzayda zaman farklı, âhirette zaman farklıdır.

Zaman imtihandır. Zaman vardır, yârdır, sırdır. Zaman yaşanan ve yaşanacak olan kaderdir. Zaman sevinçtir, neşedir, hüzündür, kederdir. Zaman rüyâdır hülyâdır.

Zaman sünnetullah‘tır, “Esmâ’ü’l-hüsnâ”dır.

Zaman doğumdur, ölümdür, nefestir. Zaman hazardır, mezardır, seferdir.

Zaman vakittir, vakit emânettir, servettir. Vakit maddi ve mânevi izzettir, nimettir.

Zaman ve ömür imtihandır. Varlık ve yokluk hem imtihan hem de emânettir.

Büyük âlim Fahreddin er-Râzî (r.a.) der ki: “Sırtında buz küfesi ile bir adam şöyle bağırıyordu; “Sermayesi eriyen adama merhamet edin!
Onun bu sözünü duyunca; “İşte bu söz Asır Sûresi’nin mânasını izah etmektedir.” dedim…

Bu konuya tekrar döneceğiz, ama daha iyi anlaşılması için detay vermek gerekirse:
Eriyen buz mu, ömür mü?

Eriyen zaman mı, insan hayatı mı, yoksa her ikisi mi?

Kum saatini düşünecek olursak bize hayat ve ölüm ötesi hakkında güzel fikirler verir. Kum saatinin üst bölümü dünya hayatını; kum saatinin alt bölümü ahiret hayatını işaret eder.

Sermâyesi eriyen adama merhamet edin!” hitâbı hem buz açısından hem de ömür bakımından doğru bir söz. Satıcı buzları erimeden satabilmek için çok etkili bir ifâde bulmuş. Bu güzel sözün mecâzi anlamı da, hakiki mânası da doğru. Buz sıcakta erir, ömür zaman geçtikçe tükenir.
Kimin sermâyesi erimiyor ki!

Pervâne gibi döner, saatin yelkovanı,
Gücü yetmez kimsenin, durdurmaya zamanı.

Tekrar Fahreddin er- Râzî’ye dönelim..:

Buz satan adamın ibretlik sözünden etkilenen bu âlim zat, Asr Sûresi ile irtibat kurunca baygınlık geçirir. Etrafındaki dostları ve talebeleri hocalarını gölgelik bir alana götürürler. Büyük âlim kendine gelince; etrafındakiler neden bayıldığını sormuşlar. Âlim cevaplamış: “O adamın eriyen buzlarında kendi ömrümü gördüm. Asr Suresinde neden zamana yemin edildiğini, neden insanın zararda/ hüsranda olduğunu daha iyi anladım” demiş.

Zamanı hüsrandan huzûra çevirebilene, ömür sermayesinin hesabını verebilene ne mutlu!

Mustafa Arslanoğlu

11

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu