İctimâiyatNuh UçganTöreli Yazılar
Trend

İlerici Gericilik, Gerici İlericilik-2

Modern Türk düşüncesinin radikalizm ile fundamentalizm arasındaki sarkaç tarafından belirlendiğini iddia etmiş ve bir âtimiz olacaksa ancak mâzinin gerilik lekesinden kurtularak mümkün olacak inancına sahip olanları radikaller olarak tasnif etmiş olsak da mâzisiz bir hâlin âtisinin olamayacağı düşüncesini kabul edenleri fundamentalistler safına dâhil edemiyoruz. Zira radikallerin esas gayesi nasıl zannedildiğinin aksine âti değil hâl ise, fundamentalistlerin de asıl gayesi âti değil mâzi romantizmidir. Hâlimizin romantize edilmiş bir mâziye dayandırılabileceğini tasavvur eden fundamentalistlerin bizi ikna edebildikleri bir âti vaadi olmamıştır. Radikaller nasıl mâzinin toplumsal düzeninin açıkça ilgasını savunmuşlarsa, fundamentalistler de apolitik bir mâzi romantizmiyle mâzinin toplumsal düzeninin hâl ve âtiye taşınmasında sınıfta kalmışlardır. Radikallerle fundamentalistlerin düşmanlıkları göstermelik, iş birlikleri ise kerhendir. Radikalizmin sorunu fikrî laubaliliklerinden ötürü millet zemininde karşı karşıya kaldıkları güvensizlikleri, fundamentalizmin sorunu ise hâl ve âtinin dünyasıyla irtibatsızlıkları ve hâl ve âtiye uygun bir dil kuramamak olmuştur. Radikalizmin içeriğinden kaynaklı eminsizlikleri, fundamentalizmin hâl ve âti ile irtibatsızlıklarıyla üslûp ve dil açısından gerçeklikten kopuklukları gerici bir temelden yola çıkıp ilerici bir üslûpla yeni bir dil kurmayı zorunlu kılmıştır. Bu açıdan mâzisiz hâlin âtisi de olmaz diyenlerin sarkaçtaki yeri fundamentalistlerin yeri olmamış, bunlar mâzi, hâl ve âti arasında mütenâsip bir bağ kurmak için sarkacın bir ucundan diğer ucuna salınıp durmuşlardır.

Mâzisiz hâlin âtisi de olmaz diyenler en kestirme ifadeyle ilerici gericiler olarak tanımlanmayı hak ediyor. İlerici gericiler, yeni olana otomatik bir tepkiye sahip değildir, yeni olana otomatik bir reflekse sahip olanlar fundamentalistlerdir. İlerici gericiler, radikallerin köksüzlüğüne de sahip değildir. İlerici gericiler, II. Mahmud’un çözülememiş tereddüdünün bir devamı olarak sarkacın bir ucundan diğerine salınarak devletin güçlendirilmesi ile millet ve millet varlığını mümkün kılan İslam’la irtibatın korunması arasında gidip gelmişlerdir. II. Mahmud’un (1808-1839) Bezmiâlem Valide Sultan’dan olma oğlu Abdülmecid ile Pertav Nihâl (Pertevniyal) Vâlide Sultan’dan olma oğlu Abdülaziz’in yetiştirilmesi üzerindeki mütereddit tercihleri, ilerici gericilerin tercihlerindeki tereddüde de yansımıştır. II. Mahmud’un batılı bir eğitime göre yetiştirdiği Abdülmecid operadan zevk alan batılı bir kültürel hayat biçiminden hoşlanırken, Semerkantlı hocalar tarafından yetiştirilen Abdülaziz ise kendisini mâziye ait insan ilişkilerine mensub hissediyordu (elbette Abdülaziz’in ilk Avrupa seyahatini yapan Osmanlı padişahı olarak daha sonra düşünce ve yaşam biçiminde önemli değişimlerin olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor). II. Mahmud’un bu tereddüdü modern Türk düşüncesinde mâzisiz hâlin âtisi de olmaz konumunda yer alan ilerici gericilerin de bir karakteri haline gelmiştir. Devletle millet, güç arayışı ile meşruiyet, mâzi ile hâl ve âti arasındaki çelişki ve çıkmazları çözme derdi, mâzisiz hâlin âtisi de olmaz düşüncesini savunan ilerici gericilerin en temel meselesi olmuştur. Ne var ki bu düşünce serüveni içinde ilerici gericiler yine de mâzi, hâl ve âti konusundaki açmazı çözmeye muvaffak olamadı. Bu başarısızlıkları konunun çözümsüz olmasından kaynaklanmıyordu, zira konunun berrak bir zihinle çözümü muhakkak vardı. Bu başarısızlık ilericiliğin dayanağının devlet mi yoksa toplum mu olacağı konusundaki tercihte ilerici gericilerin her defasında devletten yana karar kılmış olmalarından kaynaklanmıştır. Bu durumu din, devlet ve millet kavramlarının tarihsel sürecimiz içinde geçirdiği anlam kaymalarını hesaba katmadığımızda mâkul karşılayabiliriz. Zira Türk siyasal bilincine yerleşmiş din-ü devlet, mülk-i millet anlayışı devletin dinsiz, dinin devletsiz yaşayamayacağı bir denkleme oturmuştur. Dolayısıyla 19. yüzyıldan itibaren içine girdiğimiz inhitat girdabında devletin her ne şekilde olursa olsun güçlendirilmesi kaygısı aynı zamanda dinin devletsiz yaşayamayacağı düşüncesini de içinde barındırmıştır. Doğrusu din-ü devlet düşüncesinin bu kabulü millet kavramının dine referans vermeye devam ettiği; yani din, devlet ve millet kavramlarının anlam kaymalarına uğramadığı dönem boyunca ilericiliğin dayanağının devlet mi toplum mu olması gerektiği tartışmasını belirleyici bir gündem haline getirmedi. Ancak modernleşmenin düşünce ve edebiyat sahasına sızmasıyla beraber millet kavramının gittikçe dine değil devlete referans vermeye başlaması; yani din, devlet ve millet kavramlarının anlam kaymalarına uğramasıyla mâzisiz hâlin âtisi de olmaz düşüncesine sahip olan ilerici gericiler açısından ilericiliğin dayanağının devlet mi toplum mu olması gerektiği konusundaki tercih hayati bir önem kazanmıştır. İlerici gericilerin bu tercihlerinde din, devlet ve millet kavramlarındaki tarihsel anlam kaymalarını dikkate almaksızın bugüne kadar düzenli bir şekilde devlete rağbet etmesi, berrak bir zihinle mâkul bir ideoloji ve değerler hiyerarşisi üretmelerinin önüne geçmiştir.

Bu konunun tartışılması keyifli olduğu kadar bizi tekinsiz alanlara sürüklemesi de mümkün olduğundan daha fazla ilerletmek “faydasız” görünüyor, ama yine de gerçekten ilerici ve İslam’la irtibatı sağlam niteliğe sahip bir değerler hiyerarşisi için bir formül önermeden konu kapatılmamalı. Türkiye’nin varlığını muhafaza etmesi ve güçlenmesi ancak İslam’la, İslam’ın Türkiye’nin yarınları için umut vaad eden tek yön olduğuna dair ideolojik bir çerçeve ise ancak ilerici bir İslamcılıkla mümkün olabilir. İlerici bir İslamcılık ise ancak

İslam>Toplum>Devlet>Sermaye>Uluslararası

formülüne dayandırılabilir. Mâzisiz hâlin âtisi de olmaz, doğru ama mâzi, hâl ve âti arasında uyumlu bir irtibatın ancak bu değerler hiyerarşisi ile kurulabileceği de bir diğer doğrudur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu