İslam’ın uluslararası siyasette başat, toplumsal-siyasal düzen olarak ideale en yakın yaşandığı bir döneme ait sıradan bir Müslüman şehir sakininin asırlar süren uykusundan günümüze uyanıp aramıza katıldığını düşünelim. Müslüman bir toplumsal düzene dair karşı karşıya kalacağı, içine uyandığı Müslüman toplumun, Müslüman olmayan toplumlardan ayırt edici özelliklerinin ne olacağını varsayabiliriz. Karşı karşıya kalacağı toplum ve toplumsal ilişkileri Müslüman olarak tanımlayabileceğini garanti edebilir miyiz? Samimi olarak hangimiz gönül rahatlığıyla evet diyebiliriz ki! Ama yine de çok şükür ki İslam medeniyeti kurucu umdeleri, hem toplumsal ilişkiler hem şehir ve mekân düzenlemeleri hem zaman ve benlik pratikleri hem siyasi meşruiyetin dayanağı konusunda benimsenmiş (ama örtük hale gelmiş) kabuller hem de Müslümanların Müslüman olmayan toplumlar ve devletlerle ilişkileri bakımından ne kadar bulanıklaştırılırsa bulanıklaştırılsın ortadan kaldırılamayacak şekilde tarihe ve mekana yerleşmiştir. Toplum olarak tüm yozluğumuza rağmen İslam’ın tayin edici özellikleri bugün de fark edilmemesi imkânsız şekilde Müslümanlığımızla aramızdaki irtibatı sağlamaya devam etmektedir.
Müslümanlığın ideale yakın bir çerçevede yaşandığı yüzyıllar öncesinden günümüze uyanacak söz konusu kişinin Müslüman bir toplumsal düzene dair karşılaşacağı ilk şey günü hala namaz merkezinde beş parçaya bölen ezan olacaktır. Müslümanlar günlerinin Allah ile ilişkileri merkezinde organize edildiği bir toplumsal düzende yaşamaya devam etmektedirler. Dünyanın her yerinde aynı dilde okunan ezan tahmin ettiğimizin ötesinde, atfettiğimiz önemin fersah fersah üstünde bir kamuoyu inşa özelliğine sahiptir. Alışkanlığın içerik ve anlama yabancılaştırma riskine rağmen günde beş vakit işittiğimiz ezan, namaza çağıran ses Müslümanlığımızın alameti farikası olmaya, bizi günün beş ayrı diliminde yeniden İslam’a bağlılık temelinde sosyalleştirmeye devam ediyor. Ezan çağrısını işitmediğimiz yerler kendimizi yabancı hissettiğimiz, bir başka ifade ile gurbetteymiş hissi veren yerler ise siyaseten ne kadar kusurlu olursak olalım kendimizi Müslüman bir toplumsal düzene ait görmeye devam ediyoruz demektir.
Yüzyıllar sonra uyansa bile söz konusu ideal Müslüman zamana ait kişinin içinde yaşadığımız toplumda Müslümanlığın ayırt edici vasfı olarak karşılaşacağı bir başka olgu, kimisi asırlık, kimisi de oldukça çağdaş bir zamanda inşa edilmiş adım başı camilerdir. Tarihsel olarak fethettiğimiz yerlerde kalıcı olmamızı sağlayan en önemli faktörlerden birisi nasıl cami merkezli mekân düzenlemesi ise hala yeni yerleşime açılan ve mahalle veya köy niteliği kazanan yerlerde de cami inşa etmeden kendimizi güvende hissedemiyoruz. İkamet ettiğimiz yerde belli bir mesafede cami göremediğimizde ve baktığımız ufkun silüetinde minare ve kubbe olmadığında güvensiz hissediyorsak ne kadar beş vakit cemaatin bir mensubu olmasak da yine de Müslüman bir toplumsal düzene duyduğumuz mensubiyet kimliğimizin kurucu unsuru olmaya devam ediyordur.
Yüzyıllar sonra uyanan kişi, şayet Ramazan ayına denk gelmişse Müslümanların bir senelik zaman diliminde bu ayın tayin edici bir özelliğinin olduğunu fark etmemesi imkansızdır. Ramazan ayı Müslümanların bir mevsim olarak değerlendirdikleri üç ayların manevi yoğunluğu bakımından zirve olanıdır. Sermaye merkezli çalışma ilişkileri hayatımızda ne kadar belirleyici olursa olsun, Müslümanların kahir ekseriyeti büyük bir ciddiyet ve samimiyetle oruç tutmaya devam etmektedir. Yaşam tarzımız ne kadar sekülerleşmiş olursa olsun Ramazan ayının gelişinin davranış tarzımızda bir farklılık ortaya çıkarmaya devam etmesi yine bizim Müslüman bir toplumsal düzene ait hissettiğimiz bir başka işarettir. Sermaye merkezli çalışma ilişkilerinin hızından, sürekli propaganda edilen hazperestliğin benliğimizi hayvanileştiren etkisinden bir sığınak ihtiyacı hissettiğimizde bizi durmaya, düşünmeye, muhasebe etmeye ve insanlık ve Müslümanlığımızı hatırlamaya sevk eden bir ay olmaya devam eden Ramazan, Müslüman bir toplumsal düzenle ilişkimizin hala varlığını koruduğuna alamettir.
Nihayet bayramlar… Bayramlar inancımıza tutunduğumuz son rabıtadır. Ramazan ve Kurban Bayramı’nı idrak etme düzeyimiz hangi toplumsal düzene ait olduğumuzla ilgili en belirgin işareti verir. Müslümanlığın ideale yakın yaşandığı bir zamandan aramıza uyanan söz konusu kişinin bir bayram gününde belli muhitleri gözlemlemesi sonrası hangi muhitlerin nasıl bir topluma dahil olduğu ile ilgili bir tespit yapması hiç de zor değildir. Refah seviyesinin ayartıcı ve sekülerliğin ahlaki krizinin yabancılaştırıcı etkisinin ağırlığını hissettirdiği rezidans gettolarının bayram idrak düzeyleri ile nasıl bir toplum özelliği gösterdikleri arasında yakın bir bağ olduğunu ifade etmek için çok zeki olmaya gerek yok. Çok şükür ki bayramların ülkemizde idrak seviyesi hala neye sevinip neye üzüleceğimiz, hangi merkezin şubesi, hangi bütünün parçası bir toplum olduğumuz, değerler hiyerarşimizin kim tarafından tayin edildiği ile ilgili ümit verici bir tayin edicilikte olmaya devam ediyor. Bayramlar toplum olarak neşe kaynağımız olmaya devam ediyorsa Müslüman bir toplumsal düzene mensubiyetimiz hala devam ediyor demektir. Bayramlar ilişkilerimizde tayin edici olmaya devam ediyorsa inancımıza tutunmaya da devam ediyoruz demektir. Bugün ne kadar bayram ediyorsak, inancımıza o kadar sıkı tutunuyoruz demektir. Yaşasın Müslümanların enternasyonal birliği, yaşasın Kurban Bayramı!