İstanbul’un Fethi / Gönüllerin Fethi
Başta Fatih Sultan Mehmet Han olmak üzere dünya başkenti olan İstanbul’u fethedenleri rahmet, minnet ve şükranla yad ediyoruz. Bu fethin arkasındaki ilk kahraman, Bizans İmparatoru Heraklius’a İslam’a davet mektubu gönderen ve İstanbul’un alınmasını ümmetine hedef gösteren Allah resulüdür. Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde naklettiği, Allah resulünün İstanbul’un fethini hedef gösteren ve müjdeleyen o meşhur hadisi şu şekildedir:
«Le tüftehann’el-kunstantîniyyetü fele ni’mel emîru emîruhâ vele ni’mel ceyşü zâlikel ceyş: Mutlaka Konstantiniyye feth olunacaktır, onu fetheden komutan ne güzel komutandır, onu fetheden asker ne güzel askerdir.»
Allah resulüne bu ilhamı veren vahiydi. Kur’an bu fetih mucizesinin hem itici gücüdür hem de ilk emri verendir. Kur’an göz ardı edilerek İslam’ın yeryüzünde gerçekleştirdiği fetih mucizesi anlaşılamaz. Peygamber efendimizin İstanbul’un alınmasını ve “i‘la-yi kelimetullah”ı (“Allah’tan başka tanrı yoktur” sözünü ve Allah’ın kelamı olan Kur’an’ı yüceltmeyi, yaymayı) hedef olarak göstermesinin gereği olarak Kur’an’ın verdiği dinamizmle sahabe Mekke ve Medine’de duramayıp kısa sürede üç kıtaya İslam’ı hakim kıldılar. Binitinde duramayacak kadar yaşlı olan 90 küsur yaşında atının üzerine bağlı olarak o günün şartlarında 3.500 km. ötedeki İstanbul kuşatmasına katılarak şehit düşen Ebu Eyyub el-Ensârî (Eyüp sultan hazretleri) bu bilinci ve hedefi Medine’de misafir ettiği Allah resulünden almıştı. Nihayetinde İstanbul’un fethedilmesi aynı bilinçle yetişen Fatih Sultan Mehmet hazretlerine ve onun ordusuna nasip oldu. Sultan Fatih sadece İstanbul’u fethetmedi, gösterdiği adaleti, merhameti ve hoşgörüsü ile oranın halkının gönüllerini de fethetti. Zira alınan topraklar gönüller fethedilmeden kolaylıkla elde duramaz. Kur’an’da belirtilen asıl fetih de işte budur.
Fetih, yürek fethidir, insanların gönüllerinin İslam’a açılmasıdır. Zira bir insanın gönlü (gönül imparatorluğu) dünya imparatorluğundan daha üstündür. Hz. Peygamber Hz. Ali’yi Hayber’in fethine gönderirken Hz. Ali’nin kahramanlık şiirleri söylemesi üzerine Hayber’i veya dünyayı fethetmekten ise bir insanın kalbini fethetmenin daha üstün olduğunu buyurmuştur.
Apaçık fethi müjdeleyen Fetih suresi bir savaşın ardından veya öncesinden indirilmiş bir sure değildir. Tam aksine maddelerinin tamamına yakını Müslümanların aleyhine gibi görünen Hudeybiye barışı esnasında inen bir suredir. Bu anlaşmanın ardından iki yıl içerisinde İslam’a girenlerin sayısı o zamana kadar girenlerin iki katı olmuştu. İşte Kur’an buna fetih diyordu. Bu meyanda namazlarda sıkça okuduğumuz diğer ismi de Fetih suresi olan Nasr suresinde şöyle buyrulmaktadır:
“Allah’ın yardımı ve fetih gelip de insanların bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit Rabbine hamd ederek O’nu tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” Mekke ve Medine kansız bir şekilde fetholunmuştur. Daha öncesinde Mekke’den hicret etmek zorunda bırakılan ve bir anlamda çağının Yusuf’u olan Allah resulü, Müslümanlara bin bir türlü işkenceleri reva gören müşriklere Mekke’nin fethinde Hz. Yusuf’un kardeşlerine gösterdiği şefkati sergilemiş, onları affetmiş ve bu şekilde onun engin rahmeti ile müşrikler büyük oranda İslam’a girmişlerdir. Daha sonrasında âmu’l-vufûd (elçiler yılı) denen hicretin 9. yılında insanlar kabileler halinde akın akın İslam’a girmişlerdir. Daha önce imanı yok etmek için savaşan bu kabileler, İslam uğruna varlıklarını ortaya koymuşlardır. O yılda Allah resulü o zamanın iki süper gücünün (Bizans ve Pers) imparatorlarına İslam’a davet mektubu göndermişti. Âlemlere rahmet işte buydu. Zira rahmeti âlemlere taşımadan âlemlere rahmet olunamazdı. Allah resulü bu bereketle İslam’a giren yüz binden fazla insana veda hutbesinde hitap etmişti. İşte Nasr suresi de bu şekilde insanların heyetler halinde, toplu olarak İslam’a girmelerine, gönül kapılarının İslam’a açılmasına fetih demektedir. Fetih kelimesinden sonra gelen ve insanların bölük bölük İslam’a girmelerini müjdeleyen 2. ayet bir anlamda fethin tanımını yapmaktadır. Yine bu sure zafer ahlakını ve başarı ahlakını öğretmektedir. “Başarıyı Allah’tan bil” mesajı vermektedir.
Dinin yanlış anlaşılmasının ve ideolojilere alet edilmesinin getirdiği korkunç sonucu şu anda Siyonistlerin bütün dünyanın gözüne bakarak çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere kırk bine yakın insanı hunharca katletmelerinde ve utanmadan masumiyet edebiyatı yapmalarında görmekteyiz. Sevgi, merhamet ve şefkatin kaynağı Allah’ın adı kullanılarak işlenen bu zulümleri tarihçiler utanarak yazacağı gibi cehennem de güçlerini kötüye kullanan zalimleri yuttuğunda utancından yüzü kıpkırmızı kesilecektir. Zûnüvâs’ın hendekler kazarak el-‘Azîz ve el-Hamîd olan Allah’a iman eden binlerce mümini ateş dolu hendeklere atarak yaktığı gibi bütün insanlığın gözü önünde masumları canlı canlı ABD’sinden getirdiği bombalarla yakanları üzerine oturdukları cehennem yakmak için öfkeden çılgına dönmüş bir şekilde beklemektedir.
Müslüman olarak bizlerin, her şeyin maddeye indirgendiği, bilinçlerin tersine döndüğü, bir damla petrolün insan kanından daha değerli görüldüğü günümüz dünyasına vereceğimiz çok değerli hazinelerimiz var. Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ın, âlemlere rahmet olarak gönderdiği elçisinin örnekliği var. Allah’ın insanı muhatap alıp onu uçurumlara düşmekten kurtarmak için indirdiği rahmet ipi Kur’an’ımız var. Bu ilahi hitap bizden insanlığa özellikle “hakkı, sabrı, merhameti, adaleti ve marufu (iyiliği)” taşımamızı istemektedir. İnsanlığın kurtuluş rehberi olan, çağ kapatıp çağ açan, orta çağın karanlığına bir nur olarak doğan bu hazineyi doğru anlayıp yorumlayarak, dünyanın adeta bir köy gibi küçüldüğü iletişim ve ulaşım çağında insanlığa taşımamız için artık önümüzde aşamayacağımız engin denizler yoktur. Musa bin Nusayr (öl. 716), atını Afrika kıtasının okyanusla birleştiği yerden denize sürerek; «Ya Rab, eğer önüme uçsuz bucaksız şu derya çıkmamış olsaydı adını götürecek bir başka yer olsaydı vallahi oraya da gitmeye and içmiştim» demişti. Biz bu bilinci yakaladığımızda insanlığın ve tarihin öznesi olduk, bu bilinç yitirildiğinde ise nesneleştik.
Müslümanların tarihe yeniden yön vermeleri ve tarihin özneleri olmaları için Kur’an’ı kendilerine özne kılmaları, “Mü’minler ancak kardeştirler” (Hucurât 49/10) bilinciyle hareket etmeleri, teknolojiye hâkim olmaları ve Allah’ın hatırını en üstte tutarak çok çalışmaları gerekmektedir. Sanatıyla her şeyi en güzel şekilde yaratan ve kimin insanlığa faydalı daha güzel işler yapacağını denemek için insanı yaratan Allah’ın isimleriyle ahlaklanarak işimizi en güzel, estetik ve kaliteli bir şekilde yapmaya çalışalım. Bütün kâinatın hâkimi olduğu halde gücünü kötüye kullanmayan ve her şeyi merhamet ve adaletle yöneten Allah’ın kulları olarak bizler de sorumluluk alanlarımızda bu ilkeleri uygulayalım.
Elhamdülillah, ülkemiz dünyada söz sahibi olacak güce yeniden kavuşmaya başladı. Bunu sürdürülebilir kılmak, hedeften sapmadan başta Türk dünyası olmak üzere bütün Müslümanlarla birliğimizi kuvvetlendirmek, gönül coğrafyamızı genişleterek insanlığı anne şefkatiyle kucaklayacak örnek, önder bir ümmet olmamız gerekmektedir.
Yeniden tarihe yön vermek ve insanlığın önüne yeni ufuklar açmak, Allah’ın vahyini doğru bir şekilde anlayıp, Allah’ın kullarına doğru bir şekilde ulaştıracak projeler üretmek duasıyla Allah’a emanet olunuz.
Resul Ertuğrul