KUR’AN’DA BEN DİLİ
– “Ashâbu’l-Karye” Örneği-
Sen dili bireyin istek, duygu ve düşüncelerini “sen böylesin, sen şöylesin” tarzında karşı tarafı yargılayarak, suçlayarak söylemesidir. Ben dili ise, bireyin bir durum karşısındaki bireysel tepkisini, kendi duygu ve düşüncelerini karşı tarafı incitmeden “ben”li cümlelerle açıkladığı ifade şeklidir. Örneğin “bu davranışın beni üzüyor, kendimi kötü hissediyorum” vb. şekillerde meramımızı ifade ettiğimizde bizi dinleyen kişi, kendini savunmaya, bizi yargılamaya ve cevabını yapıştırmaya kalkışmayacak bizimle empati kurmaya çalışacaktır. Bizim duygularımız kadar karşımızdaki insanın duyguları da önemlidir. Sağlıklı bir iletişimde kendi duygularımız paylaşılarak muhatabın duyguları ortaya çıkarılır. Ben dili iletişimi geliştirirken sen dili tahrip eder. Ben dili mesajları kişiliğe değil davranışa yöneliktir. Bu nedenle karşı tarafın benlik saygısını ve kişiliğini zedelemez. Muhatabın, konuşandan sürekli ben dili mesajları alması, ilerde onun da kendisini ben dili mesajı ile ifade etmesini sağlar. Örneğin çocuk bu konuda anne-babayı örnek alarak ben dilini kullanmayı alışkanlık haline getirebilir. Zira insan ne alırsa onu yansıtır. Sevgi alan sevgi, öfke alan öfke verir. (Bk. A. Kasaboğlu, “İletişimde Ben Dili” Hikmet Yurdu, 2008)
Birçok Kur’an âyetinde ben dili kullanımının örneklerine rastlarız. Örneğin: Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: «Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah’a teslim ettim.» (Âl-i İmrân, 3/20). Ancak biz burada Yâsîn suresi özelinde şehir halkı meselinde konuyu irdeleyeceğiz.
İlk önce Kur’an’ın iletişimde ve dini tebliğde konuşma üslubuna verdiği öneme bakacak olursak Kur’an, tuğyan eden ve tanrılık iddiasında bulunan Firavuna bile yumuşak ve gönül alıcı sözlerle tebliğ yapılmasını istemektedir. (Bk. Taha 20/43-44). Yine Kur’an konuyla ilgili şu ilkeyi koymaktadır: “(Resûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” (Nahl 16/125)
Kur’an bizim insanlarla diyaloğumuzda kullandığımız ifadelerin genel olarak şu vasıflara sahip olmasını istemiştir: قَوْلًا بَل۪يغًا “gönüllere işleyecek açık ve tesirli söz”, قَوْلًا سَد۪يدًا “samimi, âdil, öze uygun, doğru ve sağlam bir söz”, قَوْلًا لَيِّنًا “etkili, faydalı, gönül alıcı yumuşak söz”, قَوْلًا مَعْرُوفًا “yerinde, olumlu/pozitif söz”, قَوْلًا كَر۪يمًا “saygılı, iltifatkâr söz”, قَوْلًا مَيْسُورًا “rahatlatıcı, teselli edici, işi kolaylaştırıcı söz”, كَلِمَةً طَيِّبَةً“temiz, hoş, doğru söz”, وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا “dengeli, adaletli, tutarlı yerli yerinde söz”, وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا “güzel söz”…
Daha vahyin başlangıcında Allah, peygamber efendimizden inanmayanlarla saflarını ayırırken ve kendi çizgisini belirlerken güzel bir şekilde ayrılmasını istemektedir: «Onların söylediklerine sabret ve onlardan güzellikle ayrıl.» (Müzzemmil 73/10). Yani kalpleri İslam’a açılmayıp da onlardan ayrılman gerektiğinde kapıyı çarparak, tekmeleyerek uzaklaşma. Güzellikle ayrıl ki bir daha dönüp gelebilesin, tekrar gelip bir daha, bir daha o kapıyı çalabilesin. Allah’ın kullarından öyle vazgeçemezsin. Allah vazgeçiyor mu ki sen de vazgeçesin. Dönüp dönüp affetmiyor mu?
Kur’an’daki kıssaların amacı tarihi bilgi vermek değil, ibret dersi vermek kıssadan hisse çıkarılmasını sağlamaktır. Yâsin suresinin 13-32. ayetlerinde anlatılan şehir halkının meseli de bu amaca matuftur. Burada her zamanda ve zeminde hakikati iletenlerin başına geleceklerden bir örnek seçilmiştir. Yani ey bu vahyin muhatapları! hakikati insanlara ulaştıranlar neleri göze almışlar ne bedeller ödemişler, bunun örneğine bakınız ve siz de hakikati insanlığa götürmek istiyorsanız bedel ödemeye hazır olunuz.
Bu meselde anlatıldığına göre, bir şehir halkına şirkten, zulümden uzaklaşmaları için iki peygamber geliyor, şehir halkı inanmıyor, bu davet üçüncü bir peygamberle destekleniyor yine inanmıyorlar ve peygamberlere şöyle diyorlar: “Siz de ancak bizim gibi insansınız. Rahmân, hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.” (Yasin, 15). Bu ayette dikkat çeken Allah’ın Rahmân isminin öne çıkarılmasıdır. Bununla verilen mesaj şudur: Allah merhametin kaynağı olur da kullarına rahmet ipi olan vahyini göndermez mi, onlarla konuşmaz mı?
Şehir halkı elçilere inanmadıkları gibi, bu davetlerinden vazgeçmedikleri takdirde onları cezalandırmakla tehdit ederler. Bu sırada o bölge halkından olan, şehrin en uzağından koşarak gelen bir adam, halkına, yumuşaklık ve hikmet içeren bir yöntemle elçilere iman etmeleri yönünde öğüt vermeye başlar:
وَجَاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَدٖينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلٖينَ “Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: “Ey kavmim, elçilere uyun” dedi.” (Yasin 36/20)
Âyetlerde adı zikredilmeyen, kendisinden racul / adam diye bahsedilen davetçi mü’min, ben dilini etkili bir şekilde kullanır. Sen merkezli değil, ben merkezli mesajlar verir. Halkına öğüt verdiği halde, sanki kendine öğüt veriyormuşçasına bir irşatta bulunur, muhatapta şefkat ve yakınlık hissi uyandırmaya çalışır, incelikli ve dikkatle seçilmiş beliğ, edebî sözlerle hitap eder.
Halkını uyaran kişi son derece hassas, sinirlerin gerildiği, muhatapların önyargıyla yaklaşıp getirilen mesajlara kendilerini bütünüyle kapattıkları bir ortamda ben dilini kullanarak şefkat ve yakınlık hissi uyandırmaya, gerilimi azaltmaya, işi alttan almaya çalışmıştır. Davetçi, ben dilini kullanmak suretiyle, halkının kişiliğini hedef almamış, aradaki saygı ve empatiyi korumayı amaçlamıştır.
Şehrin en uzağından koşarak gelen adamın kıssası bir davetçide bulunması gereken nitelikleri de ortaya koymaktadır. İlk önce “sonunda ölüm bile olsa Allah’ın yolunda koş, hakkın yanında yer al” mesajı verilmektedir. Zira bu adam gibi adam sonunda şehit edilecektir. Şehrin en uzağından adamın koşarak gelmesi davetçinin görevini yaparken bütün gücünü kullanmasını ve aktif bir şekilde görevini yapmasını, yangın olan yere bir itfaiyeci hızıyla giderek müdahale emesini, cehenneme koşanların önüne bir kale gibi durarak onları uyarmasını bize öğütlüyor. Bu kişinin “Ey kavmim, hidayette olan ve sizden ücret istemeyen bu elçilere uyun” demesi tebliğ görevinin sırf Allah için yapmanın önemini ortaya koymaktadır. İnsanları cemaatine, mezhebine, meşrebine çağırma, Allah’a çağır ve görevini Allah için yap, O’nun sevgisiyle yap ki kul kulca yapar, Allah Allah’ça verir: «Benim ücretim sadece Allah’a aittir. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.» (İnsan 76/9). Elçilerin ücret istememesi ve doğru yolda olmalarının hatırlatılması şu mesajı veriyor: Gittiğin ve çağırdığın yolun doğruluk derecesini ilk önce gözden geçir, sonra Allah’a davet ederken muhatabından bir çıkar bekleme, Allah’ın rızasını ön plana çıkar ve sırf O’nun yüzünün (rahmetinin) sana dönük olmasını iste. Bunu o kadar öne al ki dünyanın maddi çıkarı, makamı, mevkii, rütbesi gözünden silindiği gibi cennetin zevkleri de ikinci plana itilsin.
Yine o davetçi söze “ey kavmim (ey hemşerilerim)” diye başlayarak muhataplarıyla yakınlık kuruyor, onlardan biri olduğunu ve niyetinin iyi olduğunu izhar ediyor. Burada “muhataplarını ötekileştirme, farklılıkları değil, ortak yönleri ön plana çıkar!” mesajı verilmektedir.
Sonraki ayetlerde sen dili yerine ben dili kullanıyor, muhataplarını hedef almadan ikna etmeye çalışıyor: «“Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz. O’nu bırakıp da başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.” (Yasin 36/22-23). Burada Rahman isminin kullanılması merhametin ve iyiliğin kaynağı Allah’ın durup dururken kullarına zarar vermeyeceği veya O’ndan gelen her zahmetin altında bir rahmet gizli olduğuna işaret etmektedir. Kavmine putlara taptığı için sapmışsınız, yoldan çıkmışsınız demiyor, şöyle diyor: “(putlara taptığım) taktirde ben açıkça yolumu kaybetmiş olurum.” (Yasin 24). Yine ben dili kullanarak söze şöyle devam ediyor: «“Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin!”» (Yasin, 25). Daha önce hemşerilik bağı üzerinden yakınlık kurmaya çalıştığı gibi burada yakınlığı Allah üzerinden oluşturmaya çalışıyor, بِرَبِّكُمْ «sizin Rabbiniz» ifadesini kullanarak şu mesajı veriyor: yani Allah sadece benim değil, hepimizin Rabbidir, sahibidir, bizi Rab ismiyle terbiye etmek için elçilerini gönderdi.
Surede onun şehit ediliş sahnesi atlanır ve âhiret yaşamından bir kesit sunulur: “(Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.” (Yasin 26-27). Hayatta iken olduğu gibi, şehit edildikten sonra da halkının iyiliğini düşünüyor. Cennet ayaklarının altına serilse de hâlâ aklı kavminin ıslahında, hidayetinde ve sahip olduğu cennette onlarla beraber olma özleminde. İşte bu duyarlılığa sahip olan davetçilere Allah başarıyı lutfedecektir. Allah’ın rahmet sıfatını yansıtan davetçinin «keşke kavmim bilseydi» demesi gibi merhametin kaynağı Allah da rahmetine sırtını dönenlere Kur’an’da lev kânû ye‘lemûn (keşke bilselerdi / bilselerdi ne olurdu), lev kânû ya‘kilûn (keşke akıllarını kullansalardı), lev kânû yu’minûn (keşke inansalardı), lev kânû yehtedûn (keşke hidayete erselerdi) şeklinde buyurmaktadır.
Her şehrin uzaktan koşarak gelen adamı olmalıdır. İnkârı temsil eden birileri varsa, her yerde imanı temsil eden birileri de olmalıdır. Bu uğurda başına geleceklere göğsünü açıp katlanmalıdır. Çağının tanığı, şahidi olmak işte budur.
Bundan sonra devam eden ayetlerden (Yasin 28-30) anlaşılıyor ki üç elçinin davetine ve bu çağrıyı sonraki nesillere de ulaştırmak isteyen davetçinin فَاسْمَعُونِ «dinleyin» talebine kulak tıkayanlar suç-ceza uyumu olarak kulaklarının zarını patlatan korkunç bir sesle helak oluyorlar. Güçlerine güvenip kaba kuvvete başvuranlar için ordu göndermeye gerek olmuyor, bir ses yetiyor. Bir ordunun yapacağını karşı konulmaz bir ses yapıyor.
Bu ayetlerin Hz. Peygamber dönemiyle de ilişkisini kuracak olursak temsil ettiği şey şu şekildedir: Resulullah’ın amcası iman etmez, şehrin uzağından gelen Habeşli Bilal (Bilal Habeşi) iman eder. Evi Kâbe’nin yakınında olan Ebu Cehil iman etmez, Bizans’tan koşup gelmiş olan Süheyb-i Rumi iman eder. Mekke’nin göbeğindeki Velid b. Muğîre iman etmez ama İran’dan çıkıp gelmiş olan Selmânü’l-Fârisî iman eder. Mekkeliler çoğunlukla iman etmediler ancak orada verilen emek Medine’de İslam devletinin kurulmasını, Mekke’nin kansız bir şekilde fethedilmesini ve otuz kırk yıl içerisinde İslam’ın üç kıtaya yayılmasını sağladı. Şehrin, ülkenin, yeryüzünün en uzağı fark etmez. Bir yerde hakikat savunuluyorsa o hakikate, o yerde oturanlar dönüp bakmazsa o hakikat uzaktaki birilerini çeker getirir. Ayetler bu evrensel hakikati müjdeliyor, Resulullah’ı teselli ediyor ve kıyamete kadar gelecek tüm muhataplarına diyor ki: siz hakikati savunun. Eğer bulunduğunuz yerde kıymeti bilinmezse, kıymetini bilecek birileri çıkar gelir, Allah onları size gönderir veya davetinizi onlara ulaştırır. Sonunda kazananlar aktif iyiler olur.
Ashâbu’l-Karye kıssasında anlatılan kişinin davranışları Müslümanlar için model olarak sunulmuştur. Bu kıssada verilen ben dili örneğini, günlük hayatın birçok alanında kullanabiliriz. Özellikle yaygın din eğitiminin verildiği camilerde, diğer eğitim faaliyetlerinde ve halka yapılan konuşmalarda ben dilinin avantajlarından yararlanılabilir. Aile, arkadaş ve iş ortamlarında oluşan dinî ve ahlâkî içerikli iletişimde ben dilinin avantajlarından yararlanılabilir. Özellikle eşler arası tartışmalarda taraflardan birinin galip gelme arzusundan sıyrılıp bu yönteme başvurması meselenin kötü sonuçlara varmasını engelleyecektir.
Hangi düzeyde olursa olsun, insanları eğiten, dini onlara öğreten kişi, muhataplarını incitmeyen, gönül alıcı bir üslûpla onlara yaklaşmalıdır. Zira hiç kimse kusurunun doğrudan yüzüne vurulmasından hoşlanmaz.
Uzaktan koşarak gelen adamın bu şefkat dolu tutumu kalbi taşlaşmış, ön yargılı, yeni mesajlara kapalı, eski inançlarına körü körüne bağlı, taklitçi ve aklını kullanmayan kavmi yola getirememiştir. Buna rağmen davetçi, halkına karşı en olumlu iletişim yolunu kullanmayı sürdürmüştür. Onun hayatını feda ettiği bu duruşu ve örnek tavrı dönemindeki muhatapları değiştiremese de Allah’ın kelamına dönüşerek hayat veren bir pınar olmuş, kıyamete kadar nesilleri diriltmeye devam etmektedir.
Yeter ki sen hikayeni oluştur, muhatapların seni anlayamasa da belki Allah’ın oluşturacağı bereketle kelebek etkisine dönüşecek, gelecek çağlar yaktığın o meşaleyle aydınlanacaktır.
Dr. Resul ERTUĞRUL
ALLAH CC. EBEDEN RAZI OLSUN HOCAM
YÜREĞİNİZE SAĞLIK…