Dr. Resul ErtuğrulTöreli Yazılar

Makâm-ı İbrahim’de Olmak

MAKÂM-I İBRAHİM’DE OLMAK

Hacda sembolik davranışlar şeklinde gözüken her ibadetin ve şeklin bir anlamı, mü’mini eğitici ve bilinçlendirici bir yönü vardır. Hac ibadetinden azami derecede istifade etmek için bu davranışların arkasındaki manayı ve bilinci yakalayarak şuurla dolmak gerekir. Hac ibadeti esnasında bu anlam ve bilinci yakalayabilen, haccın hikmetlerine nüfuz edebilen mü’minler, eski hata ve günahlarından arınarak hayata yeni bir canlılık ve şuurla dönerler.

Hac mevsiminde olduğumuz bu günler bize, yıkılmış olan Kâbe’yi temellerinden yeniden inşa eden Hz. İbrahim’i ve onun makamını hatırlatmaktadır. Kutlu elçi efendimiz Hz. Muhammed ve onun atası Hz. İbrahim Kur’an’da sevgi, merhamet, önder ve örnek olma özelliği ile öne çıkan peygamberlerdir.

İbrahim isminin “Ebun Rahîmun” (merhametli baba) veya “milletlerin babası” anlamındaki “Abraham”dan geldiği belirtilir. Hz. İbrahim’in Kur’an’da öne çıkan diğer bir vasfı tek başına bir ümmet olmasıdır. Ümmet kelimesinin «ümm» (anne) kökünden geldiğini de dikkate alırsak Hz. İbrahim’in ümmet olması “bir ümmetin tüm güzelliklerini kendinde toplayan anne gibi şefkatli örnek bir önder” olmasıdır.

إِنَّ إِبْرَاهِيمَ كَانَ أُمَّةً قَانِتًا لِلَّهِ حَنِيفًا وَلَمْ يَكُنْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ (120) شَاكِرًا لِأَنْعُمِهِ اجْتَبَاهُ وَهَدَاهُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ (121) وَآتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَإِنَّهُ فِي الْآخِرَةِ لَمِنْ الصَّالِحِينَ (122) ثُمَّ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ أَنْ اتَّبِعْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكٖينَ (123)

«Şüphesiz İbrahim başlı başına bir ümmet (bir ümmetin tüm güzelliklerini kendinde toplamış başlı başına örnek bir önder), her türlü kötülükten yüz çevirip bütün varlığıyla Allah’a adamış biriydi; Allah’a ortak koşanlardan değildi. O kendisini seçip dosdoğru yola yönelten Allah’ın nimetlerine hep şükretti. Biz de ona bu dünyada iyi bir makam (inanç atası) bahşettik. Şu kesinki o, ahrette de dürüst ve erdemliler arasında yer alacaktır. Sonra da sana, “Hakka yönelen İbrahim’in dinine uy. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi” diye vahyettik.» (Nahl 16/120-123)

Hz. İbrahim, Halilu’r-Rahman’dır. Halil, sevgisini bir kimseye yoğunlaştıran ve enerjiye dönüştüren, bir kimsenin sırdaşı, sevgisi kalbinin her yerine nüfuz eden has dostu demektir. Allah’ın, Hz. İbrahim’i dost edinmesi, onu bir takım rabbânî sırlara muttali kılmasından mecazdır, denmiştir. Yüce Allah, ona verdiği bu dostluk makamı hakkında şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا. وَاتَّخَذَ اللَّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلًا

«Allah’ı görür gibi kendini Allah’a veren ve İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim’i dost edinmiştir.» (Nisa 4/125)

Allah ile dostluk makamına eren, Halil vasfıyla Allah’a olan sevgisini enerjiye dönüştüren Hz. İbrahim, O’nun aşkıyla Ortadoğu’yu dolaşıp gerçek dostunun ismini yücelterek herkese duyurmaya çalışmıştır. Hz. İbrahim’in Kâbe’yi inşa ederken, insanları Kâbe’yi tavafa (kâinatın tesbihatına katılmaya) çağırırken ve Yüce Allah’ı anlatırken üzerine çıktığı taşa veya o taşın bulunduğu yere “makam-ı İbrahim” denmektedir. Bu ifade Kur’an’da iki yerde geçmektedir:

فٖيهِ اٰيَاتٌ بَيِّـنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰهٖيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِنًا وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَبٖيلًا وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِىٌّ عَنِ الْعَالَمٖينَ

«Orada (Kâbe’de) apaçık deliller, (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnidir (her bakımdan kendine yetendir).» (Âli İmrân 3/97)

وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْنًا وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰهٖيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا اِلٰى اِبْرٰهٖيمَ وَاِسْمٰعٖيلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِىَ لِلطَّائِفٖينَ وَالْعَاكِفٖينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ

«Biz Beyt’i (Ka’be’yi) insanlara sevâp kazanılacak bir toplantı ve güven yeri yaptık. Siz de İbrahim’in makamından kendinize bir namazgah edinin. İbrahim ve İsmail’e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim’i temiz tutun, diye emretmiştik» (Bakara 2/125).

Makam-ı İbrahim’i namazgah edinerek orada namaz kılma Hz. İbrahim’in duası, nesli ve onun davasını insanlığa ulaştıran son elçi Hz. Muhammed Mustafa’nın namazdaki huşusunu, Allah’ın huzurunda olmasının, O’nunla konuşmasının heyecanını duymadır. Namazdaki tüm kazanımları elde edip her iki peygamberin ömürlerini Allah’a vakfettikleri gibi namazı hayata taşıyarak Allah yoluna adanmadır. İnsanlığın kurtuluşu için çırpınma ve insanlar inanmıyorlar diye üzüntüden kendini helak etmedir.

Makam-ı İbrahim’in namazgah edinme Hz. İbrahim’in makamında olmadır, onunla empati kurmadır, İbrâhimî bilinçle dolup Allah ile dostluğa bürünmedir.

Hz. İbrahim’in makamında olmak Hz. İbrahim’in yükünü yüklenme, O’nun sorumluluğunu taşıma, O’nun misyonuna sahip çıkma, O’nun gibi Allah’ın halili ve tek başına bir ümmet olmadır. Allah’ın adının yükseltileceği ve insanların Allah’a çağrılacağı mabetler, kurumlar, teknolojik imkânlar oluşturmadır, yıkılmış olan Kâbe’leri, gönül Kâbelerini yeniden inşa etmedir. Hz. İbrahim’in yaptığını yapma, nefis, ticaret, mal mülk, diploma, makam, mansıp, titr, şöhret, evlat gibi putlaştırılan ve Allah’a kulluğa engel olan ne varsa hepsini Allah’ın yoluna adama, Allah’a yakınlaşmaya vesile kılma ve o yolda feda etmedir. Putları kırmakla kalmayıp kırılan putların üzerinde akıl, bilinç, ilahi aşk ve insanlığa rehberlik inşa etmedir. Ateşe atılmayı göze alacak kadar hakikati haykırmadır.

Kâbe’nin, kalp kâbe’sinin olduğu tarafa alınarak tavaf edilmesi gönlün Allah aşkıyla dolu olarak kâinatla ve içindeki tavaf halinde olan her şeyle birlikte tavafa, tesbihata katılmadır. Kâinatta her şey tesbih (hareket) halindedir ve bu hareketle her şey ayakta durmaktadır. Bu tesbihatın durması kâinatın kıyameti demektir. İnsan vücudundaki kan dolaşımı da onun tavafı ve tesbihatıdır. Vücutta kirlenen kan, kalp kâbe’sini tavaf ederek temizlenir ve onun sağladığı motor güçle yeniden harekete geçer. Kâbe’de arınan ve kâinattaki tesbihata katılan kul da oradan aldığı manevi enerjiyle başta kendini ve tüm insanlığı arındırmak için harekete geçer. Eğer bu bilinci yakalayarak hacdan dönerse gerçek manada hacı olmuş olur. Vücuttaki kan dolaşımının durması insanın kıyametidir, ölmesidir. Temiz insanların yeryüzündeki cihadlarının (Allah’ın dinini, sevgiyi, şefkati, merhameti yayma gayretlerinin) durması da insanlığın kirlenmesi ve ölümüdür. Bu nedenle muslihler, kendini ve etrafını ıslah edenler olmadığında peyderpey helak gerçekleşir.

Haccını eda edenler peygamberlerin hayatlarından dersler, ibretler çıkararak onların gittiği yolu takip etme, davalarını bütün dünyaya taşıma bilinci kazanırlar. Nefsini zapt etme, şehvet ve taşkınlıklarını kontrol altına alma egzersizi yapmış olurlar. Kabe’nin etrafında 7 defa dönerken Allah’a olan kulluğunun sonsuza kadar devam edeceği bilincini yakalarlar. Şeytanı taşlarken Hz. İbrahim’in hatırasını düşünerek kendini Allah’tan uzaklaştıran nefsani isteklerine taş atar, onları terbiye ederler. Şeytana 70 taş atma şeytanla, şeytani güçlerle ve ayartıcı dürtülerle olan savaşın sonsuza kadar süreceğini simgeler. Zira Arapçada 7, 70 ve 1000 rakamları kesretten kinaye olup çokluğu ve sonsuzluğu simgelemektedir.

İhram, mahşer gününde, tam bir boyun eğiş ve temiz niyetle Allah’ın huzuruna çıkar gibi bütün lezzet, şehvet ve arzulardan sıyrılıp dünyevî bağlardan uzaklaşarak, yaratılışın en başındaki temiz fıtrata dönüşü simgelemektedir. Bir anlamda hac, mahşer günü için bir psikolojik hazırlık uygulamasıdır.

Arafat vakfesi, marifetullaha ermeyi, insanın dünyaya ayak basışını ve kıyamette Allah’ın huzurunda bekleyişini hatırlatır. Hac ruhun Allah’a yükselişini temsil ettiğinden, Kâbe hedef değil, belki sonsuzluğa ve bu manevi atmosfere geçişin başlangıcıdır. Kâbe etrafında dönerek gerçekleştirilen tavaf, kâinatın ve yaratılışın özeti, teslimiyetin ve ilâhî ölçülere boyun eğişin sembolü sayılır. Kâinatta hareket halinde olmayan hiçbir şey yoktur. Bu, onların tesbihatıdır. Kabe’yi tavaf eden de bu ilahi koroya uyarak kâinatta çatlak ses çıkarmamış olmaktadır.

Koşmak anlamına gelen sa‘y, bir canlılık, bir arayıştır, sebeplere tevessüldür, Hacer annemizin yaptığı gibi nesillerin (manevi) susuzluğunun giderilmesi için arayış içinde olmadır, nesilleri kirletmek için yarışanlardan daha hızlı koşarak onları arındırmadır.

Öğrenmede ne kadar duyu organı işin içine katılırsa öğrenme o kadar sağlam olur. Hacda da akıl, gönül başta olmak üzere bütün duyularla harekete geçme ve uygulama yaparak öğrenme vardır. Bu şekilde hacda kısa sürede kendini değiştirecek kadar yol alma temrini yapılır.

Makam-ı İbrahim’de olmanın bilincine erip de o aşkla haccını yapanlara ve bir ömür boyu bu şuuru devam ettirenlere selam olsun.

Resul ERTUĞRUL

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu