Serap YavaşTöreli HikâyelerTöreli Yazılar

KARA DELİK

“Ölüm son değildir. Çünkü benim özüm, aslım ruhtur! Ben neysem, ruhumdan öyleyim.” Teoman Duralı

Kara Delik

Şimdi ben, penceresi Eriyen Saatler tablosundaki manzaraya açılan bir ev hayal etsem; fotoğraflarla yaşayan o kederli, muhayyel kadını aşikâr etsem; Beckett da çok beklemiş midir Godot’yu desem; ya da kuantum mekaniğinden, bilinç akışından, sürrealizmden filan bahsetsem belki sıkılır da bir şiirle karşılık verirsin bana, eşlik ettiğini bilmeden. Çünkü:

“Herkesin bahanesi var, senin yok

Günahlı bir gölgenin serinliğinde

Biraz bekleyebilirsin,

Daha sonra burada kalamazsın,

Başa dönemezsin” (İsmet Özel)

“Ama dön! Nicedir duvara yaslıyorsun sırtını. Gel şöyle, beraber seyredelim denizi. Mevsimlerden yaz mı sence, sonbahar mı? Ağaç yapraksız. Masa ıssız. Ama renkler sıcak bak. Toprak da sıcak olmalı. Karıncalar mı var şu saatin üstünde? Onlarca kara delik… Ortada duran nedir peki, seçebiliyor musun sen? Ölmüş bir adam mı yoksa! Belki de Godot’yu beklerken bitkin düşmüştür. Öylece duruyor sessizliğin koynunda…

Saate baktı. 18.50. Perdeyi çekti aniden. Sehpanın üzerindeki mumun halesi, fotoğraf yığınları arasındaki açık kalmış kitaba doğru yayıldı. Altını çizdiği satırlara takıldı gözleri:

“Geç kalmış bir ölüyüm ben, pazar dağıldı. Son nefes satıldı, son pazarcı kaldırdı tezgâhı.” (Ali Ural)

Ama yok ki artık!” dedi, şövalenin perdeye yansıyan silüetine dönerek. “Bize ruhundan üfledi, anlıyorsun değil mi? Bir kere ‘ol!’ursun. Bir kere de…” Birden bakışlarını şifonyere doğru çevirdi. “Ne çabuk geçtin o tarafa, fark etmedim.” dedi. Ayağa kalktı, kalp atışlarını duymak ister gibi sokuldu yanına. Nefesini tuttuğunu fark etmedi bile. Bakakaldı gözlerine. Sonra birden boşalttı göğsündeki havayı, bir nesnenin tozuna üfler gibi. Küller uçuştu çocuğun saç bağlarına doğru. “Gel, en sevdiğin tokaların kirlenmesin.” dedi. Yalnız alnından aşağısı görünüyordu kızın. Gözleri, omzundan sarkan saçları… “Altı üstü karanlık, kül kokuyor burası.” deyip tekrar sehpaya yöneldi. Bıraktı ve günlerdir aynı sayfası açık duran kitabı aldı. Bir nefes daha saldı sehpaya doğru, küller havalandı. “Evet, bir kere ‘ol!’ursun. Ama ölmek yok. Süreğen bir eylemdir ölmek.” Duvara doğru çevirdi başını ve geç kalmış bir ölüyüm ben, pazar dağıldı. Pazar dağıldı. Pazar dağıldı… diye terennüm etti. Telefonunu aldı eline. Sehpaya bakarak “Daha yüzlerce fotoğrafın var galeride. Bilirsin, parmak izi gibidir onlar. Her baktığın hatta her bakışın, bir sonrakinden farklıdır. Dur, belki yaklaşıyordur giden, ne dersin, belki de çoktan geçmiştir gelen? Bir kahve içelim mi? Bak, saat 18.50.

Serap Yavaş

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu