Parmaklarımızın ucuna sığdırdığımız duygularımız
“Bazen size de oluyor mu? Bundan 7-8 yıl öncesini arıyor musunuz siz de, annemizin bizi okula hazırladığı telaşlı Pazar akşamlarını, sobanın üzerindeki o kestaneleri, ettiğimiz tatlı sohbetleri, herkesin bir olduğu akşam kurulan yer sofralarını… Bir ben özlüyor olamam değil mi, o sıcaklığı? Peki, sizce evi mi özlüyoruz, sobayı mı, kestaneyi mi? Bence o birliği, dirliği, herkesin birbirini dinlediği anları, geri gelmeyeceğini bildiğimiz o güzel sohbetleri özlüyoruz biz. Ne peki onları geri getirmeyecek olan? Neden özlediğimiz o anları tekrardan yaşayamıyoruz? Konfor adı altında bize sunulan her pratiklik bizi birbirimizden uzaklaştırdı, farkında mısınız? Elimizdeki cep telefonları o günlerin en büyük katili. Bütün insani duygularımızı cep telefonlarında story, gönderi, durum, tweet atar olduk; acımızı insanca yaşayamaz, mutluluğumuzu ise bir mesajla kısıtlanırdık. Teknoloji geliştikçe sevinsek mi, üzülsek mi diye düşünüyoruz artık. O güzel anlar şimdi sadece ekranlarda, insanlar birbirlerine dokunmaktan, göz teması kurmaktan korkuyor, çekiniyor, kendi dünyalarına gömüldüler artık. Duygusal bağlarımız gittikçe zayıflıyor. Değerlerimiz eskir oldu. Ne demiş Cemil Meriç: ‘Teknolojinin getirdiği kolaylıklara rağmen insan, kendi içindeki yalnızlıkla yüzleşiyor.’ ‘Yalnızlık esaretine teslim olmamak adına, aramızdaki selamın hiç eksilmemesi dileğiyle, sağlık ve huzurla kalın.'”
Suzan Taçyıldız
Bir yaraya parmak basmışsınız! Yara da ne yara ama! İyileşmesini istemediğimiz bir yara. Kendi kendimizi teskin ediyoruz; —“Acıtmiyor ki” diyerek. Ruhûmuz acıyor. Buna rağmen:-“Varlığı bir dert, yokluğu yara” diyerek geçiştiriyoruz. Lâkin nereye kadar?