TYB Bolu Şubesi, Bolu-MTO ve MTTB Bolu Şubesi’nin ortaklaşa düzenlediği “İslam Siyaset Düşüncesi okumalarının” bu haftasında daha önce ele alınan Müslümanların kendi aralarında iradeci bir din kardeşliği üzerinden kolektif kimlik edinme ve Medine Vesikası üzerinden devlet-toplum ilişkilerine dair siyaset tarzlarının bir tamamlayıcısı olarak değerlendirilmesi gereken Müslümanların uluslararası münasebetlerinin nasıl oluştuğu konuşuldu. Müzakeremiz, Rasûl-i Ekrem Efendimizin Medine tecrübesinin (yani Medine-i Münevvere ya da Darüs’sünnemizin), başka bir ifadeyle Asr-ı Saadet dönemimizin Müslümanların uluslararası siyasette nasıl bir istikamet ve yöntem takip etmesi gerektiği bakımından da referans dönemi olduğunun ve bunun vazgeçilmez bir akide olarak değerlendirilmesi gerektiğinin vurgulanmasıyla başladı. Bu vurguya uygun olarak Müslümanların uluslararası siyasetinin referans metinleri olarak Rasûl-i Ekrem’in dönemin büyük güçlerine, orta büyüklükteki bölgesel güçlerine ve yerel nitelikli güçlerine göndermiş olduğu “diplomatik” mektuplar müzakere edildi. Öncelikle bu mektupların Muhammed Hamidullah hocanın kullanımından itibaren maalesef akademik bir galatı meşhur olarak yerleşen “diplomatik mektup” olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğu tespitinde bulunuldu. Söz konusu mektuplar, hem peygamberler zincirinin son halkası anlamında nebi, hem de kendisinden önceki tüm şeriatları neshedici anlamında risâlet sahibi olan Rasûl-i Ekrem’in hatemül enbiya ve cihanşümul olma vasfının ve dolayısıyla İslam’ın tek makbul din olmasının bir sonucu olarak İslam’a davet mektuplarıydı.
Modern diplomasinin temelinde “ulusal çıkarı” gerçekleştirme fikri yatar. Bu açıdan modern diplomasinin kurucu düşünürü modern batı düşüncesinin de kurucu düşünürlerinin başında gelen Machiavelli olarak değerlendirilmelidir. Machiavelli için amacın ahlaki olması ona ulaştıran yolları da kendiliğinden ahlaki hale getiriyordu. Bir devlet adamı için en ahlaki şey ise devlet çıkarını gerçekleştirmekti. Buna göre en iyi devlet adamı devlet çıkarını gerçekleştirmek için en iyi yalan söyleyebilen, muhataplarını kandırabilme becerisi gösterebilendi. İngiliz Başbakan Churchill de “devletlerin daimî dost ve düşmanlarının değil daimî çıkarlarının” varlığından dem vurarak batı siyasetinde bu düşüncenin sürekliliğini bize göstermiştir. Bu düşünce aynı zamanda Weberyen anlamda modern ulusal egemen devlet biçiminin meşruiyet paradigmasıyla da ilgilidir. Öyle ki modern ulusal egemen devlet dediğimiz şey meşruiyetini kendisi dışında bir ahlaki dayanağa değil yine kendisine dayandıran devlettir. Bu anlamda modern ulusal egemen devlet, Allah’ın “kıyam bi’nefsihi” sıfatına talip olmakla varlık kazanmıştır. Realist uluslararası ilişkiler nazariyesinin temel analiz birimi olarak devleti omnipotent (her şeye kadir) görmesi ve yine realizmin epistemolojisinin de bütün faktörleri değerlendirebilme iddiasındaki bir rasyonalizm anlayışına dayanması Tanrının yerine geçme kibrinin yansımaları olmuştur.
Halbuki Müslümanların siyaseti laik olmamakla, yani tartışmasız bir şekilde ahlaki dayanağa yaslanmakla meşruiyet kazanmıştır. Bu bakımdan Müslümanlara iç siyaset – dış siyaset gibi ayrımlar yabancıdır. Bu bakımdan Müslümanlara modern diplomasinin sınır kavramı da, iç işlerine müdahale edilmezlik ilkeleri de yabancıdır. Zira Müslümanlar için iç siyasette de dış siyasette ahlaka, norma, değere, meşruiyete, kısaca töreye/yasaya dayanarak hareket tarzı geliştirilmelidir.
Bu yaklaşım daha başından itibaren kendisini Rasûl-i Ekrem’in Medine-i Münevvere uygulamasında Bizans Kralı Herakleios’a, İran Kisrası’na, Habeş Kralı Necaşi’ye, Gassani Melikine, Necran Hristiyanları ve diğerlerine İslam’a davet mektuplarında göstermiştir. Müslümanların fütuhatı hiçbir şekilde seküler bir siyasi, askeri, ekonomik tahakküm kurma amaçlı olmamış, sadece İslam’ın galebe çalmasını amaç edinmiştir. Bu galebe çalma ya İslam’a ihtida ile ya da cizye ödemeyi kabul ederek İslam’ın evrenselleştirilmesinde toplumlarına engel çıkarmama taahhüdü vermek suretiyle yerine getirilebilecekti. Üçüncü yol gaza ve cihat olarak belirmiştir.
Müslümanların henüz dünya siyasetinde bir cesamet sahibi olmadan önce bile belirlemiş olduğu bu nebevi tarz, onları dünya tarihine değer ihraç eden bir öznelik şuuruyla dahil olmalarını sağlamıştır. Müslümanlar uluslararası siyasette değer odaklı ve İslam’ı cihanşümulleştirme misyonuyla hareket ettiklerinde içerde de türdeş olmayan unsurlar arasında güven, istikrar ve refaha dayalı bir düzen inşa edebilmişken, uluslararası siyasette değer ithal edici bir tarz benimsemeye başladıklarından itibaren içerde de düzen kurma becerilerini kaybetmiştir. Müzakeremiz akşam ezanının okunmasından makul bir süre sonra namaz kılmak için sona erdirilerek tamamlanmıştır.