TÖRELİ TÜRK EDEBİYÂTI OKUMALARI – 82
TYB Bolu Temsilciliği bünyesinde yapılan Töreli Türk Edebiyâtı Okumaları’nın 82. haftasında, vuslatının 750. yılında Mevlânâ Celâlüddîn-i Rûmî hazretleri anıldı.
BAİBÜ Fen Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Abdülkadir Dağlar, “Mesnevî-yi Mevlânâ’nın Dilinden Anlamak Anlatmak ve Anlaşmak” başlıklı musâhabesinde, Mevlânâ’nın, âlim ve sûfî sıfatlarını da aynı anda temsîl eden ender şâirlerden biri olduğuna değinerek, onun eserlerini okuyup anlamanın ve anlatmanın, sâdece Farsça ile ilgili bir dil meselesi olmadığını, bunun için, âlim-sûfî-şâir hüviyetlerinin ona sağladığı müktesebâta dâir bilgi ve birikime de ihtiyaç duyulduğunun üzerinde durdu.
Mevlânâ’nın konuşmalarının, sohbetlerinin yazıya aktarılmasında kâtiplik vazîfesini deruhde etmiş olan Hüsâmüddîn Çelebi’nin, şifâhî bağlamdan kitâbî bağlama, Mesnevî’nin dikte-yazım sürecinde bir bakıma “ilhâm kâtipliği” vazîfesini icrâ etmiş olduğunu dile getiren Dağlar, Çelebi’nin 25600 küsûr beyitten teşekkül eden Mesnevî’nin ortaya çıkmasındaki rolüne de temâs etti.
Dağlar’a göre Mesnevî-yi Ma’nevî etrâfında tercümeleri, şerhleri, sözlükleri, sözlüklerinin şerhleri, seçme beyitler kitapları gibi türlerden oluşan -bu anlamda- bir Mesnevî edebiyâtı oluştuğu söylenebilir. Bunun yanında, 6. defterinin te’lîfinin bittiği 1267 yılından günümüze, başta Hüsn ü Aşk olmak üzere, pek çok edebî esere de ilhâm kaynağı olan Mesnevî’nin irili-ufaklı hacimlerde pek çok şerhi de yapılmıştır. Dağlar, Mesnevî’yi aslından ya da tercümelerinden okumaktan ziyâde, şerhlerinden okuyup anlamanın daha isâbetli olacağına dikkat çekti.
Mesnevî’nin ilk 18 beytinin husûsî durumuna temâs ettikten sonra, bu ilk 18 beyti hem aslından hem de Nahîfî’nin manzûm tercümesinden okuyan Dağlar, bilhassa bu beyitler ışığında Mevlânâ’nın, sahîh bir zeminde anlama-anlatma-anlaşma eylemlerinin nasıl gerçekleşebileceğine dâir yorumlamalarda bulundu. Buna göre, eserin ilk kelimesi olan “Bi’şnev..!” (Dinle..!) emriyle önce dinlemenin ehemmiyetini ortaya koyan Mevlânâ, insanların anlaşabilmelerinin ön şartının, aynı dertlerle dertlenmek olduğuna vurgu yapmıştır.
Dağlar, “ney istiâresi” merkezi etrâfında “insân-ı kâmil”, “aslî vatan”, “gurbet” ve “garîb” mefhûmları etrâfında da durduktan sonra
Pişmişin hâlini ne bilsin ham
Öyleyse sözü kısa kesmeli vesselâm
şeklindeki 18. beytin muktezâsınca sohbetini sonlandırdı.
Musâhabenin bundan sonraki kısmında, soru-cevaplar eşliğinde bir müzâkere gerçekleşti.