İnsanoğlu…
Fiziki dünyaya merhaba derken başlayan bir rekabetin içerisinde var oluyor. On binlerce sperm hücresinden sadece birinin kazanabildiği bir rekabetin neticesinde şekillenmeye başlıyor. Anne ve babadan gelen kromozom ve genlerin, kendi aralarındaki mucizevi rekabeti sürerken, baskın gelen tarafın kararlarıyla cinsiyeti, göz rengi, saç rengi, ten rengi, boyu-posu, karakteri vs. her şeyiyle bir insan meydana geliyor.
Kendi içerisinde öyle benzersiz bir örnek ki, neresinden bakarsanız bakın, ağzınızı açık bırakacak mucizelerle dolu bu gebelik-doğum süreci, aile efradının tamamına yakınının katılımı ile bir anda “bebeğin hangi taraftan, kime benzediği” konulu bir rekabete dönüşüveriyor.
Bazen çetin mücadelelere sahne olabilecek kadar abartılı davranılan bu rekabette, “hık!” diye burnundan düşülecek bir aile büyüğü mutlaka bulunuyor.
***
Bu esnada, saniyede bilmem kaç milyar hücresi bölünerek hayat denilen arenaya tam donanımlı katılmaktan başka amacı olmayan bebeğimizin tek ihtiyacı, tüm bu işleyiş için gereksinim duyduğu enerjiye ulaşmak.
Yani beslenmek.
Sadece gıda olarak beslenmek de değil. Şu ana kadar icat edilmiş olan en gelişmiş bilgisayarın, yanında basit bir abaküs kadar bile değerinin olmadığı “beynini” de besliyor. Beş duyu organı sayesinde, uyurken bile korkunç bir hız ve bir o kadar da karmaşık bir şekilde veri depoluyor. Sesler, görüntüler, duygular, örüntüler vb. her şey kataloglanıyor.
Her an etkileşimde bulunduğu dış dünya hakkında sürekli olarak öğreniyor, gelişiyor, donanımını mükemmelleştiriyor.
Yeni doğan için bu gelişimin neticesi çok önemli. Çünkü ileride, içinde genel anlamda “oyuncu” olacağı hayat denilen rekabet alanında, bu donanıma çok ihtiyacı olacak.
***
Neyin nesi bu rekabet?
Sözlüklere bakarsak, aynı işi yapan ve aynı amacı güden kimseler arasındaki yarışma, çekişme olarak adlandırılıyor.
Lütfen dikkat edin! “Aynı amacı güden kimseler arasında” tespiti çok önemli. Demek ki rekabet denilen olgunun oluşabilmesi için “hedef” gerekli öncelikle.
Size anlatmak istediğim manasıyla “hedef”, varılmak istenilen nokta olarak izah edilmiş.
Öyleyse rekabet, aynı noktaya varmak isteyenler (rakipler) arasında yaşanılan bir çekişme gibi de izah edilebilir.
***
Şimdi elimizdeki kelimeleri bir sıralayalım isterseniz.
Hedef, rakip, rekabet…
Bitti mi? Elbette hayır. Henüz formülümüzü oluşturamadık.
Rekabetin gerçek manada bir sonuca ulaşabilmesi ve mutlak doğru kabul edilebilecek netice ile sonuçlanabilmesi için de rekabet edeceklerin önceden kabullenecekleri, dışına taşmayacakları kurallara ihtiyaç var.
Davranışlarımıza yön veren, uyulması gereken esaslara… Usûl ve kaideye…
Kaide deyip de geçmemek lazım. İnsanoğlu varoluşundan bu yana, örselenene örselene, yanıla yanıla, öğrene öğrene geliştirmiş bu normları. Genel itibariyle dini olmakla birlikte, gelenek-görenek, örf-adet, toplumsal, ahlaki ve en önemlisi hakkaniyetli değer yargılarını geliştirip, fertlerin bütününün onayını alarak sonuçlara varmış ve kurallar bütünü oluşturmuş.
Töre yani bu dediğimiz şey.
***
Hemen bu noktada Türk Töresine örnekler verelim.
Türk’ten köle olmaz. İki Türk tek düşmana saldırmaz. Atlı bir Türk yaya bir düşmana saldırmaz. Yalan söylemek yasaktır. Aman dileyene el kaldırılmaz.
Kendi toplumuna değer verme, rakibine saygı duyma, eşit şartlarda rekabet etme ve hakkaniyetten ayrılmama üzerine kurulu değer yargıları ile bezenmiş hepsi de.
***
Yukarıda anlattıklarımızın ışığında formülümüze son dokunuşumuzu yaparak tamamlayalım öyleyse.
Hedef, rakip, rekabet, usûl… Ve nihayetinde de sonuç. Ardından da bu formülü parantez içine alalım ve parantezin hemen arkasına kocaman bir MÜKÂFAT yazalım.
İşte formülümüz hazır.
(Hedef, rakip, rekabet, kaide, sonuç) MÜKÂFAT
Şimdi de bu formülü bir eşitlik haline getirelim.
(Hedef, rakip, rekabet, kaide, sonuç) MÜKÂFAT = MUTLULUK
Bu yazıya başlarken Abidin Dino’ya rakip olacağımı ben bile bilmiyordum. Bu formül, sizin için olduğu kadar bana da sürpriz oldu.
***
Konumuza tekrar dönecek olursak…
Hedef seçimi formülümüzün en önemli bölümüdür. İnanç sahibi insanlar için bana göre iki gruba ayrılır ve bu iki grup birbirinin olmazsa olmazıdır.
Nihai hedef ve basamak hedefler.
Nihai hedefin gereksiz izahına girmeyeceğim. Basamak hedeflerin terkip ve teşkili de insanın hayat çizgisi üzerinde yaşına, idrakine, donanımına, imkân ve olanaklarına uygun olarak birbirini destekleyen, birbirini omuzlayan ve geri besleme ihtiyacı hissettirmeden seviye atlatacak şekilde kurgulanmalıdır.
Henüz bir ekol sahibi olmadığım için basamak hedefler ne olmalıdır sorusunun cevabını boş bırakacağım. Kendi basamaklarınızı oluşturmakta serbestsiniz.
Hedefe uygun rakip seçimi.
Her basamakta size değer katacak, yenebileceğiniz değil size basamak atlatacak rakipler seçmelisiniz. Unutmayın ki aslolan, hedef basamağın hakkıyla elde edilip bir diğer basamağa geçişi sağlayacak bilgi, beceri ve donanıma ulaşıp gelişim gösterebilmektir.
Rakip, geçilmesi için çaba gösterilen ancak, hedef basamağın üzerine çıktığınızda geçip geçmediğinizin hiçbir önemi olmayan bir takım arkadaşı olarak görülmelidir. Rakibiniz düşmanınız, rekabetiniz de savaş değildir. Kendi kendinize rakip olacağınız, kendi sınırlarınızı zorlamanız gereken basamaklar da olacaktır. Çünkü rekabet hissinizi kaybettiğinizde, atalet denilen oyunbozan mutlaka kapınızı çalacaktır.
Rekabet ve Usûl.
İster rakibiniz, isterse de kendi kendiniz ile rekabetinizde usûl ve kaide dışına taşmayın. Ahlaki yoksunluk ile elde edilen hiçbir kazançtan fayda sağlamanız mümkün değildir. Kurallara uygun bir rekabetten elde edilen yenilgi dahi sizin için faydalı bir kazanç, bulunduğunuz yeri sağlamlaştıran bir tecrübe olacaktır.
Sonuç ve Mükâfat.
Mükâfat, iyi ve güzel bir davranışın karşılığı olarak kazanılan şeydir. Sonucun sadece galibiyet ile neticelenmesi mükâfatlandırılmak için yeterli değildir. Elde edilen galibiyetin iyi ve güzel davranışlarınız sonucunda olmadığını sadece siz biliyor olsanız da, elde ettiğinizi sandığınız mükâfatın gerçek hazzını hissedemezsiniz. Üzerine çıkacağınız galibiyet kürsüsü, sizi soğuğu ile yakacak bir buz küpünden başka bir şey olmayacaktır. Kimse görmese de elinizde tuttuğunuz mumun alevi, yatsıdan önce o küpü eritmeye fazlasıyla yetecektir.
Dolayısıyla hakkaniyet ölçüsünü kaybetmemek, kıymetini bilmek en büyük mükâfattır.
ve Mutluluk…
Tam da burada kalalım müsaadenizle.
***
Uykudan uyanmanın tam sırası şimdi.
Buraya kadar kalemim elverdiğince ve dilim döndüğünce anlattığım ve formüle ettiğim mutluluğun sırrını buruşturup çöpe atabilirsiniz.
Çünkü bu formülün, sadece ve sadece değerlerine sıkı sıkıya bağlı ve inatla toplumsal bağlarından taviz vermeyenler için işe yarayacağını zannediyorum.
Ne yazık ki statüleri, kurumları ve tüm değer yargıları ile birlikte kocaman bir topluma ve binlerce yıllık kültürümüze ait hasletlerin bizi ulaştırmaya çalıştığı mutluluğumuzun topyekûn bir tehlike altında olduğunu düşünüyorum.
“İnsan, sosyal (toplumsal) bir varlıktır.” düsturundan yola çıkarılıp, zaman içinde toplum olmaya ait tüm değer yargılarımızın tüketilip, hızla bireysel bir bakışa yönlendirildiğimizi görüyorum.
İnternet ağının, göbek bağını unutturmaya yüz tuttuğu zamanımızda, çoban kılığına girmiş çakalların meralarında, yaz-kış kelebeklerin uçuştuğu, simüle edilmiş sahte baharların kuzularına döndürülmek üzereyiz.
Özgürlük gibi kutsal kavramların ardında kamufle olanların, el yapımı bireysellik kalıplarını toplumun temel kirişlerine yerleştirmesini sesimizi çıkarmadan öylece izliyoruz.
Neticede ana, baba, çocuk gibi statülerin değerini kaybettiği; aile, akraba gibi kurumların yerle yeksan olduğu, sevginin yerini “like”, dostlukların yerini “takip listeleri” nin aldığı ucube bir ortama evriliyoruz.
Koca dünyayı global bir köye çevirip, yüzme bilsin bilmesin herkesi bireysellik denizine atmaya çalışıyorlar.
Ve bizler halâ izliyoruz.
Sadece biz mi, bütün dünya izliyor.
Bu yazıyı yazarken haberlerde dinledim. Güney Kore, gençlerinin sokağa çıkıp gerçek insanlarla sosyalleşmesi için aylık 490 dolarlık teşvik verecekmiş.
İnanın şu yaşadıklarımız bundan kırk sene önce korku filmi senaryolarına konu olabilirdi. O derece vahim bir halde dünya ve özelinde toplumumuz.
Yazımın en başında anlattığım o yeni doğan evlatlarımız, bu çarpık toplumsal yapılaşmayı durdurabilmek için sığınacağımız son mevziimiz olabilir.
Bu zor dönemeçten hayırlısıyla kurtulabilmek için de rakib olanların en hayırlısına “Er-Rakib” olana sığınmalıyız.
Hayırlısı inşallah…
***
Ramazan ayının son günlerine girdik. Şimdiden hepinizin bayramını kutluyorum.
Mutluluğunuz daim olsun dostlar.
Uğur Sinan DİNÇER
Kıymetli Dostum; yine güzel bir anlatım, yine hedefi on ikiden vuran bilgi dolu ve okuyanın ibret alacağı bir yazı olmuş. Seni tebrik eder, başarılarının ve yazılarının devamını dilerim.
Yazında da belirttiğin üzere bir rekabet içerisinde doğduğumuz bu dünyada mutluluğa ve gerçek amacımıza (mevlaya) ulaşma yolunda birbirimizi ezerek, yok ederek ve hiç ederek değil de, Cenab-ı Allahın sonsuz nimetlerini hep berber tatmak için destek olarak, yol göstererek ve yoldaş olarak, önce “Muhsin” olma sonra “Mümin” olma ve en nihayetinde “İnsanı Kamil” olma yolunda ilerlemeliyiz.
Kıymetli Dostum; yazıların ile okuyanların çok ilerisinde ve ekol olabilecek potansiyeli barındırdığını görüyorum. Okuyucu olarak bizi de arkandan sürükleyerek, en nihayetinde ve inşallah, “İnsanı Kamil” olma yoluna bizi sokacağına eminim.
Yolun açık, hedefin, hedefimiz olsun.
Sevgili devrem, yazıya yazı ile karşılık vermek böyle olsa gerek. İnan, ufak bir makale tadında okudum. Güzel temennilerin ve gururumu okşayan tespitlerin için çok teşekkür ederim. 💐😊
Teşekkür ederim…