EdebiyâtTöreli Yazılar

Sâlih Baba Dîvânı’nı Yeniden Okurken

Orhan ALİMOĞLU

Sâlih Baba Dîvânı’nı Yeniden Okurken

Orhan ALİMOĞLU

Sâlih Baba Dîvânı’yla tanışalı 40 yılı geçti. Ama âriflerin kelâmı eskimiyor, usandırmıyor. Her okuyuşta, yeniden bir zevk, şevk ve yeni bir mânâ hâsıl oluyor.

Amasyalı İsmail Ayan Hoca, telefonla sohbetimizde, Sâlih Baba’dan bahsetmek üzere bizden talepte bulundu. Bilal Kemikli Hoca tavsiye etmiş. Fakir bu konuda hiç tecrübem olmadığını söylediysem de ısrarını reddedemedik. Bu vesileyle Divanı yeniden mütalaa zarureti hâsıl oldu.

İlim irfan akademisi İsmail Ayan tarafından 12.11.2024’de program icra edildi. Bu program için aldığımız notları yazılı hale getirip, bazı nutk-u şerifler de ekleyelim. Belki okuyup başka istifade edenler de olur diye düşündük. Bu yazı o düşünce ve çalışmanın mahsulüdür.

Sohbet şöyle zuhur etti:

Besmele, Hamdele ve Salveleden sonra muhterem Hazirunu muhabbetle selamlıyorum.

Vakt-i şerifler hayr ola

Hayırlar feth ola

Şerler def’ ü ref’ ola

Kulûb-ı sâmiîn münşerih ola

Sâlih Baba’nın Dîvânı’nda ifade ettiği iki doğum tarihi var. Birisi “Darbı bâhran tarihi tevellüdüm olmuşdur benim” Bu 1846’ya tekabül ediyor. Diğeri:

Sâlihem usandım dâr-ı fenâdan

Bir an kurtulmadım renci ’anadan

Bin ikiyüz altmış üçde me’vadan

Bir beşer suretli hana gelmişem

bu da aynı tarihi veriyor olsa gerektir.

Sâlih Baba deyince önce üstadından Pir’inden bahsetmek icabediyor. Piri Sâmi Hazretleri 1264 doğumlu. Erzincan ve İstanbul’da gördüğü tahsili müteakib Hınıs Rüşdiye Mektebine Muallim tayin edilmiş. Daha sonra 1300 hicri de Nurşin’e naklolmuş. Oradan da yine bir yıl sonra irşad göreviyle Erzincan’a dönmüş.

İstanbul’daki tahsilini ikmalden sonra Keleriç köyünde bir müddet imamlık ve Arapça Hocalığı yapmış. Keleriç köyünde büyük velilerden Muhammed Bahâeddin Erzincani Hz. leri de medfun. Piri Sâmi Hz., irşad vazifesiyle Erzincan’a dönünce, önceki talebelerinden M. Beşir Efendi ilk intisab edeni olmuş.

Piri Sâmi hacca giderken İstanbul’da Sultan Hamid Han’ı da ziyaret ediyor. Aleyhindeki tezviratlar, 4. Ordu K. Zeki Paşa’nın yazılı hüsnü şehadeti ile izale oluyor.

Oğlu Emekli Maarif Müfettişi, Selahattin Kırtıloğlu tarafından yaptırılan mezar taşında “Nakşibendi şeyhlerinden Muhammed Sami Kırtıloğlu 1264-1330 yazılmış. Şimdi daha şanına layık bir cami, türbe ve sohbethane yapılmış. Salih Baba beyitleriyle süslü Merhum S. Kırtıloğlu: “Babamın kütüphanesinde 3000’den ziyade kitap vardı. Zelzele sonrasında birçoğu zayi oldu. Halifesi Hacı Abdurrahman Efendi bir kısmını götürmüş. Diğerlerini zelzeleye rağmen toplayıp sandıklara koyduğum halde, kendisine sandık lâzım olan birinin yerlere boşaltıp dağıtmasından sonra o hengamede kaybolmuştur” diyor.

Divanın ilk tam metin Tasavvuf lügati ilaveli neşri merhum Fehmi Kuyumcu tarafından 1979’da yapılmıştır. Bu neşirde Fehmi Ağabey, Selahaddin Kırtıl oğluna ilaveten Dede Paşa ve A. Reyhan Hz.’lerinden işittikleri bilgileri de kaydediyor. “Salih Baba’nın divanına eğilmemiz için pek çok sebep varsa da, bunların başında tekrarına daima şahit olduğumuz Dede Paşa’nın “ehli aşkın kibarı ve Salihi olduğunu da izah gereksizdir” beyanı gelir.

Yine Dede Paşa Hz. leri “Hizmet amelen de hizmettir, bedenen de hizmettir. Herhangisi olsa hizmettir. Hizmet Allah içindir. Allah ise emek zayi etmez” buyururmuş.

Dede Paşa “Âlemde Salih Baba’nın kitabı elde olsa da dinlesek. Çünkü Salih Baba’nın kitabı talipler için, şimdi şu zamanda bir mürşiddir. Turuk-u âliyenin her usülü her âdâbı ne ise tamamıyla onlardan bahseder. Hem de kendisi vehbi ilim sahibi amma lâkin çok ağır lügati de yoktur. Yani lügati de çabuk anlaşılır benim sultanım” diyor. Keza, Dede Paşa “Bizim tarikimizde âşık ve sadık bir buyurur ki” diyerek şiirini okur ve “Bu şiirler zuhurattır, hâl kelâmıdır, söyledendir söyleden sırrı ile söylenmişdir şehzadem” buyururdu.

Muteber nakillerden bir müezzin Sâlih Baba, bir de Çilingir Sâlih Usta olmak üzere iki Sâlih Baba olduğu anlaşılıyor. Bunlardan ümmi, içine kapalı bir çilingir ustası olan Sâlih Baba, sohbethanenin arka taraflarında direk arkasında gizlenip otururmuş.

Bir gün, Yûnus Emre, Niyâzi Mısri, Kuddûsi Baba gibi büyüklerin divanlarından beyitler okunduğu sırada, eşraftan birisi Piri Sâmi Hz.’ne “Efendim bizim kolun büyüklerinden de şairler olsaydı ya da siz de birşeyler yazsaydınız deyince Piri Sâmi Hz.: “Oğlum o bir himmet ve zuhurat işidir. Şiiri bizim Sâlih bile söyler”, buyurarak arka taraflarda gizlenecek yer arayan Sâlih Usta’ya işaret edince, Sâlih’in derunu bilip duymadığı acayip bir varidat ile dolarak hemen o anda irticalen şiir söylemeye başlamış. Piri Sâmi Hz. “Yeter Sâlih” deyinceye kadar devam edip divan tamamlanmıştır. Hüsn-i hat sahibi bir zata da Sâlih’in söylediklerini yazmakla vazifelendirmiştir.

Dede Paşa Hz. üç divanı şöyle mukayese ediyor:

“FUZULİ Divanı muhabbet ve aşk âlemini

Salih Baba Divanı tasavvufa giriş bahisleri ve mürşitlerin şânını,

Kuddusi Baba Divânı ise tasavvufun bidayetinden nihayetine kadar tamamını en güzel ve kemalli tarzda ifade ve nazmeden eserlerdir”

buyurmuştur.

-“Salihlerin anıldığı yere rahmet yağar”

-“Kelâmından olur malum, kişinin kendi miktarı”

ve

-“Söz adamın mihengidir”

denilmiştir.

Bu uzun girişten sonra Dîvân’dan manzumeler okuyup şerh denemeleri yapabiliriz.

Eğer pirim bana eylerse himmet 

Zuhura getirem birkaç meâni 

Diyor ki benim aslım beni söyleten odur, ben ona bağlı bir ferdim. Bu gazellerin himmetle söylendiğini ifade ediyor. Gene himmet olursa birkaç mana ifade edelim diyor.

O’dur aslım benim ferd-i mukayyed 

O’dur dil şehrinin nur-i imani

Asıl hüner Pirim Şeyhi Sami Hazretlerinden, ben ona bağlıyım, onun defterinde mukayyedim, yani kayıtlıyım. Gönlümü imanla nurlandıran o’dur diyor.

Görünür cephesinde nur-i Ahmed 

Olardır vâris-i peygamberâni

Onun yüzünde Resûlullah Efendimizin nuru görünüyor. Çünkü onlar/bunlar Peygamberimizin varisleridir. Varis mirasa sahip olan demektir. Peygamberlerinin çoğunun mal, mülk, altın, gümüş mirası olmuyor. Az sayıda olanlar da onları doğru yerlere taksim ve tevdi ediyorlar. Ama hepsinin asıl mirası manevi / ruhani oluyor. Velayetlerine varis olanlar yollarını devam ettiriyorlar.

Olar kâim makam-ı Mustafadır 

Olardır şehr-i ilmin pasubanı

Onlar Hz. Muhammed Mustafa’nın kaim makamı yani velayetine irtibatlı takipçileridir. Ve zahiri/ manevi ilimlerin devam ettiricisi ve bekçisi koruyucusudurlar. Hz. Ali Efendimiz ilim şehrinin kapısı olduğu gibi veliler de o şehrin muhafızları bekçileridir.

Malum veliler görüldüğü zaman Cenâb-ı Hakkı, Peygamberi hatırlatırmış. Bu gelenekte, bunu Eşrefoğlu’nda da görürüz. Onlar, bunlar yerine olar / bular derler. Ahenkli bir tabir. Bunlar Peygamberlerin varisleridir diyor. Onların mesajını bize ulaştıranlardır. Onlar hem de ilim şehrinin bekçisidirler, koruyucusudurlar.

Olar can ilinin bülbülleridir 

Bütün olmuş oların âşiyanı

Onlar manevi alemin / illerin bülbülleridir. Bütün âlem onların aşiyanı / sarayı olmuştur. Her yerde bulunur, dolaşırlar.

Oların ruhlarının yok kararı

Dolaşurlar zemin-i âsumanı 

Olar bu âlemi devran ederler 

Ararlar derde düşen nâtüvanı

Onlar kesafetten/cesetten kurtulmuş olduklarından bir yerde sabit durmazlar. Kolaylıkla yeri göğü dolaşırlar. Ve derde düşen nâtuvan/çaresiz/muhtaç talip ararlar.

Bular bu âlemin hem berzahıdur 

Esir etmiş durur çok pehlevani

Berzah malum ara yer bekleme yeri demek. Çok kuvvetli insanı/pehlivanı esir almış. Bunlar bu geçit yeri olan bu âlemin görevlileridir.  20. Yy. âşıklarından Veysel Öksüz kızına yazdığı nasihatnamesinde “Bu dünya geçit yeri / Çift kapılı han kızım” der. Dünya birçok zengini/ pehlivanı/ alimi esir etmiştir. Bunun örneği her zaman her yerde çok vardır.

Kişiye dert büyük sermâyedir bil 

Düşürür yola âhir karubâni

Burada da çok güzel bir formül söylüyor. Güzel bir slogan. Diyor ki, bir insanın bir derdi olursa onun için büyük bir sermayedir. Ama nefse, şeytana, sui karine / dünya sevgisine yenilen bu pehlivanların bazıları bu derdi fark edip derman/ çare aramaya başlarlar. Kervanı/ kafileyi bulanlar da dermana ulaşırlar. Yani buradaki dert malum manevi dert. İnsanlık derdi, hakikat derdi. Nitekim bizim büyükler söyler bunu “derdim bana derman imiş, gör neyledi bu dert bana”. Bunların dert dedikleri Allah derdi, mana derdi, insanlık derdi.

Heva-yı nefsine tabi olanlar 

Bular kande bulur dâru’l-emani

Alamazlar özün nefsin elinden 

Beşerdir dâim ol eyler ziyanı

Heva-yı nefsine tabi olanlar dar’ul eman / sığınıp kurtulacak kapıyı bulamazlar. Beşer sınıfından insan sınıfına geçinceye kadar çok zarar ederler.

Ömür cevherdir kadri bilinmez 

Sakın gafletle geçirme zamanı

Bu da çok muhteşem bir nasihat değil mi. Ömür (ve sağlık) çok kıymetli mücevherlerdir. Bedava verildiği için kadrü kıymeti zor/geç bilinir. Sakın geç kalma, zamanı faydasız geçirme diyor.

Cihanda şimdi «kâl» ehli çoğaldı 

Söz ile kandırurlar çok civanı

Sürüyü büsbütün kendileri yer 

Ederler maskara her dem çobanı 

Evet gençler bunu unutmasınlar, gençlerin çoğunu böyle kandırma tehlikesi olabiliyor.

Cihanda şimdi göz boyayıcı laf adamı çoğaldı. Tv, internet, radyo vb. aletleri gençleri/ insanları kandırmak için kullanıyorlar.  Suçu da makbul/ muteber insanlara atmaya/ yüklemeye çalışıyorlar.

Bular benzer koyun başlı kilâba 

Buların dünyadır din-i imanı

Sefinen yok ise kalma karada 

Ara bul sen dahi bir geçtübanı

Bunlar koyun başlı kurtlardır. Bunların bütün gayesi dünyalık toplamak, dünyada gösteriş yapmak, makam mevki, para pul, menfaat ve istismardır. Sahte olanlar. Ama diyor senin gemin yoksa, kendin karada bekleme. Ne yap bir gemiciyi bul onun gemisine bin.

Hüda hazır diye ikrar edersin 

Kimin yanında söylersin yalanı

Hayat yolculuğunda kara, deniz, hava yolları vardır. Bazen deniz yolculuğu en iyisidir. Eskiden Hacca gidenler deniz yolunu da tercih ederlermiş. H. Vassaf’ın Hac yolculuğu gibi. Ama onun için gemi lâzım. Herkesin kendi gemisi olmaz. O zaman sen de bir gemici bul. Onlar her vasıtayı bilir/ bulur, icab ederse kullanırlar. Ve sana deniz yolculuğunu emniyetle yaptırır, menziline ulaştırırlar.

Ya dersin birdürür Hallak-ı Âlem 

Beğenmezsin filan oğlu filanı

Benim gözümde görürsün hilâli 

Senin gözünde görmezsin girani

Helak etmek dilersen mâr-i nefsin 

Ya sen beslersin ejder yılanı

Eğer derdin olsaydı ey birader 

Bulurdun sende bir hızr-ı zamanı

İslam memleketlerinde “Allah her yerde hâzır, nazır” diye öğretilirdi. Sen de böyle söylüyorsun ama yalanı rahat söylüyorsun Allah birdir, âlemin yaratıcısı diyorsun ama diğer bazı insanları beğenmeyip, kendini beğeniyorsun. Benim gözümde düşen kirpiğimi görüyorsun kendi gözünde merteği/ değneği görmüyorsun. Eğer ejderha gibi olan nefsinden kurtulmak istiyorsan yukarıdaki sıfatlardan vazgeç/at / kurtulmaya bak. Yılanı besleme sana zararı mutlaka dokunur diyor.

Hakikat güllerin görmek dilersen 

Arayup bul sende bir bağcivanı

O kim âmâdır çeşm-i basîri 

Göremez Piri Sâmi gibi cânı

Cihanda mürşidi Rabbâni oldur 

Der-i âsilerin daru-l emani

Kamu dertlilerin dermanı oldur 

Bu asrın hem oldur kutb-ı zamanı 

Füyuzatı erişür şarka garba 

Sarupdur nisbeti cümle cihanı

Medet pirim benim ol destigirim 

Ziyalandur kulüb-i âşıkanı

Derûnum pâk edüp hubb-i sivâdan

Münevver eylemek şanındur ânı 

İnsanı 1. Nefs 2. Şeytan 3. Kötü arkadaş / sui akran 4. dünya sevgisi (hubb-ı siva) en önemli aldatıcılardır. Bu düşmanlardan kurtulma derdin/ niyetin olsaydı, sen de bir Hızır-ı zaman arar bulurdun. Veliler Hızır a.s. gibi yardım edecek dertli ararlar. Gül arayan bahçıvan bulmalıdır. Piri Sâmi Hz. onlardan biridir. Onu göremeyenler âmâdır. O Rabbani bir mürşiddir. Kapısına sığınanlar kurtulur, hem de yüksek rütbelidir. Feyzi/ tesiri her yere yetişir. Böylelikle kendi yolunun tavsiyesinde bulunmuş oluyor.

Bu ten-i Yakubun ref’et hicabın

Görünsün Yusuf’un vuslat nişanı

Seni Hak bilmeyen ol geçreviler 

Bülûğa ermez anların imanı

Gulamı halka gûş olmayanlar 

Alamaz himmet-i feyzi pîrâni

Senin sayende Sâlih’dür bu Sâlih 

Ki senden gayrı yoktur mihribanı

Piri Sami bana yardım et, aşıkların kalplerini nurlandır. Hubb-i siva insanı aldatan şeylerin toplamı. İçimi masiva sevgisinden kurtar. Burada malum Yakup a.s., Yusuf a.s. macerasına işaret ediyor. Çile dolunca Yakup a.s.’ın gözlerindeki, burnundaki perde kalkmış. Yusuf a.s. dan koku ve haber almıştır. Geçrevi yanlış, eğri gören doğru göremeyen demek. Velileri/ mürşitleri hak bilmeyen o şaşı /eğri görüşlülerin imanı kâmil / tam olmaz.

Yani kulağına âriflerin sözünü takmayanlar, Allah’ın kulu ve velilerin mensubu olduğunu unutanlar Pirlerinin feyzini ve himmetini alamazlar.…

Sonunda da diyor ki mürşidine hitaben; Beni uyandıran, ayıltan, nefsimden ve Rabbimden haberdar eden ve ismiyle müsemma Salih yapan sensin. Bu Salih herşeyini sana borçludur. Onun için senden gayrı mihribanı / sevgilisi yoktur, diyerek talip olanlara/ meraklılara yol, usul, erkân öğretiyor.

Dîvân’ın sonundaki duası ile sözümüzü bitirelim:

Erişsin okuyan kalbi selime

Ki komşu olalar Musa kelime

Dahi hem dinleyenler olalar şâd

Azabı dareynden olalar azâd

Eğer bir Fatiha eylerse himmet

Şefaat eylesin ana Muhammmed

İsmail Ayan hocamıza ve gazelhan dostuna teşekkürler eder, diğer ismi şerifi geçenlere rahmet ve mağfiret niyaz ederiz.

Orhan Alimoğlu (14.11.2024)

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu