Yesevi Dervişlerinden Sarı Saltuk
İslamiyet’in Türkler arasında yaygınlaşması 12. yüzyılda Hoca Ahmed Yesevî ile yeni bir ivme kazandı. Hoca Ahmed Yesevî’nin Türk-İslam dünyası için yaptığı en büyük hizmet hiç şüphesiz İslam öncesi Türk inançları ile İslamî değerleri bağdaştırmasıdır. O, Türkistan’da yaktığı gönül ateşinden aldığı eğsileri “Atan benim elim değil, giden senin gönlün değil, giden sensin ya Kumral, Rahman ve Saltuk…” sözleri ile batı yönüne savurduğunda bu eğsiler Hacı Bektâş-ı Velî, Kumral Dede, Abdal Musa, Geyikli Baba ve Sarı Saltuk şeklinde bütün Anadolu ve Balkanları aydınlattı. Hoca Ahmed Yesevî felsefesini vatan, gurbet ve fetih üzerine kurdu. Gaziyân-ı Rûm, Ahiyân-ı Rûm, Baciyân-ı Rûm, Abdalân-ı Rûm veya bir başka deyişle Horasan Erenleri olarak anılan Türkmen kitlelerini bu hedefe doğru yönlendirdi. Onun “yol azığınızı düzün, güçlüklere karşı hazırlıklı olun, yarı yolda kalmayın” diyerek öğütleyip, Anadolu yollarına gönderdiği zümreler bu yurdun fethinin alt yapısını hazırlamışlardır. Fetihlerini gerçekleştirip ideallerine kavuşmakla kalmamışlar, şehirleri şehirlere, şehirleri köylere bağlayan yollarda kurdukları zaviyelerle, asitanelerle gezginlerin ve gariplerin güvencesi olmuşlar, hatta Anadolu ve Balkanların iskânı bu zaviyeler sayesinde gerçekleştirilmiştir. Moğol baskısı sonucu Türkistan’dan Anadolu yönüne göç eden Türkmen kitleleri, gazi ve dervişlerin bayındır hale getirdikleri bölgelere yerleşmişlerdir. Böylece Anadolu ve Balkanlar’da birçok Türk köyü bir anda kurulmuştur.
Yahya Kemal bir beytinde;
“Geldikdi bir zaman Sarı Saltuk’la Asya’dan
Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan ” diyor.
Kimdir bu Sarı Saltuk? Nerede yaşamış, neler yapmıştır? Sarı Saltuk Anadolu ve Balkanların Türkleştirilip İslamlaştırılması için Hoca Ahmed Yesevî tarafından görevlendirilmiş bir Alperendir. Sarı Saltuk’un asıl adı ve nereli olduğu konusunda kaynaklar farklı bilgiler vermektedirler. Adına izafeten yazılan Saltukname’ye göre ilk adı Şerif Hızır’dır. Evliya Çelebiye göre ise Muhammed Buhârî’dir. Bu isimden onun Buharalı olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Ancak, Saltukname’de Şerif-i Şamî, Saltuk-ı Rûmî gibi değişik yer isimleri de geçmektedir. Öyle anlaşılıyor ki bu isimlendirmeler Onun bulunduğu coğrafyalarla ilgilidir.
Anadolu ve özellikle de Balkanların Türkleşip İslamlaşmasında kahraman ve velî sıfatlarıyla asırlarca anılan Sarı Saltuk hakkında 13. yüzyılın sonlarından başlayarak 14. ve 15. yüzyıllarda menkıbeler yazılmıştır. Yazıcıoğlu Ali, Seyyit Lokman ve İbn Kemal gibi Osmanlı tarihçileri eserlerinde Sarı Saltuk menkıbelerine yer vermişlerdir. 17. yüzyılda ise Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde Sarı Saltuk’a geniş yer ayırdığı görülmektedir. Buna göre Hoca Ahmed Yesevî, Sarı Saltuk lakabıyla tanınan Muhammed Buhârî’yi Horasan Erenlerinden yedi yüz kişi ile birlikte Hacı Bektâş-ı Velî’ye yardım için gönderdi. Tahta kılıcını Sarı Saltuk’un beline “Saltuk Muhammedim, Bektâşım seni Rûm’a göndersin, Leh diyarında delalet-ayin Sarı Saltuk suretine girip ol melunu katleyle. Makedonya ve Dobruca’da yedi krallık yerde nam ve şan sahibi ol” diyerek bağladı. Sarı Saltuk Rûm diyarına gelince, Hacı Bektâş-ı Velî, Hoca Ahmed Yesevî’nin emrini yerine getirerek, onu Dobruca’ya gönderdi. Sarı Saltuk, Dobruca ve çevresinde birçok keramet göstermiş ve birçok yer feth edip halkını İslam eylemiştir. Sarı Saltuk 1264’te Dobruca’da yaklaşık 10-12 bin kişi kadar olan Türkmenleri idare etmiştir.
Sarı Saltuk Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılışı sürecinde ise Kefe ve Sinop’ta bulunmuş, Tuna boylarını dolaşıp Edirne’de karar kılmıştır. Sarı Saltuk öyle bir inanç ve ideale sahiptir ki, Evliya Çelebi’nin Sarı Saltuk’a ait aktardığı rivayete göre, keramet ehli olan Sarı Saltuk oğullarına şu vasiyette bulunmuştur. “Ben öldükten sonra yedi tabut hazırlayın. Birinde naaşım olsun. Diğerleri boş kalsın. Tabutları küffar diyarındaki çeşitli şehirlere gönderip, oralarda defnedilmesini sağlayın”. Şaşkınlıkla bunun sebebini soran oğullarına M. N. Sepetçioğlu’nun romanında konuşturduğu gibi “Azrail gelip, dizlerime çöreklendi. Ola ki Gazi Osman’a sağlığımda yardım edemedim. Küffar diyarlarındaki mezarlarımı duyanlar, gelip beni bulur. Beni bulduklarında buralara sahip olmaları gerektiğini anlarlar. Benden medet umup, güç kuvvet alırlar. Mezarımın yanı başına ev kuranlar dahi olur. Böylelikle buralar Türk-İslam diyarı haline gelir” der.
Sarı Saltuk’un isteği gerçekleşmiş olmalı ki, başta Balkanlar olmak üzere Türk coğrafyasının pek çok yerinde onun türbelerine ve canlı hatıralarına rastlanmaktadır. Sarı Saltuk ve onun şahsında bütün Yesevî Alperenleri Anadolu ve Balkanların fethini Allah’a hizmet bilmişlerdir. N. Y. Gençosmanoğlu’nun dizelerinde belirttiği üzere;
“Barak Baba, Sarı Saltuk orada
Hacı Bektâş-ı Veli, Tapduk orada.
Bir mübarek vatan yaptık orada,
O, bir can dilerse, yüz verilmeli”
Sadece ideallerini gerçekleştirmekle kalmayan bu Alperenler, gezginlerin, gariplerin ve düşkünlerin güvencesi olmuşlardır. Sarı Saltuk, bazen tahta kılıcıyla kaleler feth eden bir yiğit “Alp”, bazen Anadolu’daki bütün Türkmenleri birliğe davet eden bir gönül eri “Eren” dir. Yine Gençosmanoğlu’nun dizeleriyle O nun çağrısı;
“Töre, nizam, yol ve yordam her kula
Usûl, erkân, edeb erdem her kula.
Yirmi dört saatte, her dem her kula,
Tanrı’nın buyruğu uz verilmeli…
İnatla girmeyin soy-sop faslına,
Kurtsa kurt, itse it… döner aslına.
Rûm ülkelerinde Oğuz nesline,
Peygamber kavlince öz verilmeli…” dir.
Yeni Baraklar, Tapduklar, Bektâşlar ve Saltuklar yetişeceği inancı ve duasıyla…
Mehmet SÜME
Sarı Saltuk oğullarına şu vasiyette bulunmuştur. “Ben öldükten sonra yedi tabut hazırlayın. Birinde naaşım olsun. Diğerleri boş kalsın. Tabutları küffar diyarındaki çeşitli şehirlere gönderip, oralarda defnedilmesini sağlayın”. Şaşkınlıkla bunun sebebini soran oğullarına M. N. Sepetçioğlu’nun romanında konuşturduğu gibi “Azrail gelip, dizlerime çöreklendi. Ola ki Gazi Osman’a sağlığımda yardım edemedim. Küffar diyarlarındaki mezarlarımı duyanlar, gelip beni bulur. Beni bulduklarında buralara sahip olmaları gerektiğini anlarlar. Benden medet umup, güç kuvvet alırlar. Mezarımın yanı başına ev kuranlar dahi olur. Böylelikle buralar Türk-İslam diyarı haline gelir” der.