
Deprem Gerçeği
Ülkemizin en önemli problemi nedir sıralaması yapılsa,benim için de en önemli problem uzak ara deprem olurdu.
Yalnız sanılanın aksine, benim deprem gerçeğim ile galiba büyük çoğunluğun gerçekliği arasında küçük bir fark olurdu.
Ülkemizin jeolojik fay hatları üzerinde olduğunu ve bu hatların hâlâ hareketliliklerini koruduklarını acı tecrübeler ile öğreneli çok oldu.
Doksanlı yılların başında yaşadığımız Erzincan depremi ile başlayarak, hatırı sayılır sayıda deprem ile yüzleşmek zorunda kaldık.
Maddi ve manevi çok ağır faturalar ödedik ve ödemeye devam ediyoruz.
Dünya dediğimiz gezegenimiz canlılığını korudukça da hem biz hemde diğer dünyalı hemcinslerimiz bu gerçek ile zaman zaman yüzleşmeye devam edeceğiz.
Koca koca kıta plakalarının hareketliliğini ben durdururum diyen bir babayiğit çıkmadıkça bu durum böyle sürüp gitmeye devam edecek.
Jeolojik depremlerin fayını, kırılma noktalarını, oluşturabileceği depremin büyüklüğünü, meydana getirebileceği zararı tahmin etmek mümkün olsa da ne zaman olacağını bilmek pek de olası değil.
Tarihi gecmişe de bakarak en azından bir örüntü şekillendirip, yüz senede ya da üç yüz altmış beş senede bir şeklinde öngörülerde bulunabiliyoruz.
Ama yine de net bir tarih verilebilmesi mümkün değil. Belki çok ileri de bunun da mümkün olabileceği bilimsel gelişmeler yaşanacaktır. Belki de hiç bir depremin zarar veremeyeceği yapısal imkânlara sahip olacaktır insanoğlu. Bunu yaşayanlar görecek. Bakalım gelecek bizlere neler getirecek.
Fakat benim favori problemimin adındaki bilimsel tanımlama jeoloji değil, sosyolojidir. Dolayısıyla da en büyük felaketin adı “Sosyolojik Deprem”dir.
Bana göre, fiziksel denge problemi yaşayan insanların yere düşmeleri kaçınılmazdır. Eğer bir desteğe sahip degilseler er ya da geç zemin ile yek vücut olurlar. Bu dengesizlik bulaşıcı da olmadığı için toplumsal kargaşa yaratması da beklenmez.
Ancak zihinsel dengesizlik için aynı şeyleri söylemek biraz zor. Sosyal hayatta zihinsel dengesizlik bulaş etkisini gösterebilmeye pek de müsaittir. İnsanı insan yapan değerleri korumak, ancak ve ancak insanın sağlıklı algılama gücü ile mümkün olabilir. Bu algı denilen tespit ve teşhis edici mekanizmada yapısal bozukluklar meydana gelirse, kum tanelerini su molekülleri ile karşılaştırma da bile yanılsamalar yaşar.
Ben serap diyeyim siz ise hayal. Bu durumu isimlendirmedeki farklılığımız sonucu değiştirmeyecektir.
Toplumsal denge ortadan kalkacak, bu durumda insan yere düşmekle kalmayacak, yerin dibini boylayacaktır.
Fiziki jiroskoplar yardımı ile böylesi bir dengesizliğe de çare bulamayız.
İşin tuhafı, böylesi denge ve algı bozukluğu yaşayan topluluklara, en önde bulunup “İşte su! Hemen önümüzdeki kum tepesinin ardında.” diyen kişinin, aslında orada kumdan başka hiçbir şey olmadığını bildiği gerçeğidir.
Susuzluktan kırılmanın eşiğindeyken bulduğu, boşa akan suya “Dur! Dur!” diye seslenen bir algıdan; günümüzde geldiğimiz şu noktaya bakın…
İstediği zaman ve istediği yerde deprem oluşturabilmek ile övünen, iki ayaklı fay hatları. Algısal ve ahlâki çölleşmenin oynak plakaları.
Yaradan her çeşidinden korusun bu deprem çeşitliliğinde inanan insanları.