Derin Sokak/Öykü
Çok karanlık; derin ve ürkütücü. Ne gerek var böyle hissetmeye şimdi.
Yöneticiye kaç gere şu lambaları değiştirin dedim. İşlevi yoksa ne önemi var takılanın ve seçilenin. Değişiklik iyidir; canlılık, diğerkâmlık verir insana. Of anahtarı yerleştiremiyorum. Küçücük bir ışık olsa yeter. İnsan işte hep ümit ediyor, bekliyor. Oh çok şükür kapı açıldı. Lavanta kokusu karşılıyor, sevdiriyor evimi bana. Beni, ben yapan köşeme geçip, kahvemi ve başucu kitabımı da aldın mı tüm yorgunluğum gider. Sırf bu güzel manzara için aldım bu evi. Duvarla tam olan büyük camım, İstanbul’un derin, gizemli ve ışıltılı seyrini sunuyor bana. Kahvemi yudumlarken, kitabımın ayracını dürtüyor ve kaldığım satırdan devam ediyorum. Ne kadar oldu okuyalı? Zaman akı veriyor zihnimden su gibi okurken. Ayağı kalkıyorum, pencereye dayanıp izliyorum karanlık sokağı. Durağın arkasındaki akasya ağacı nasılda süzülüyor yeni gelin gibi. Orta yaşlarda bir bey ağacın altına bir şeyler bırakıyor. Bir müddet bekliyor sakince. Sokağın köşesinden ağır adımlarla bir dede beliriyor. Adam koşuyor bıraktıklarını da alarak, ayakları zorla gelen gölgeye. Bir müddet konuşuyorlar. Dede gözünü siliyor. Karanlığın gölgesi düştü üzerlerine; çöp mü kaçtı, kaşındı mı anlayamıyorum? Adam, dedenin elini öptü, poşetleri eline verdi arkasına bakmadan uzaklaştı. Bilinmeyen, istenmeyen o gölge, bir müddet baktı arkasından, usulca uzaklaştı sokaktan. Sokak eski yalnızlığına döndü derken, bir anne çocuğuyla durakta belirdi. Dört yaşlarında saçları omuzlarına bukle, bukle inen küçük kız akasya ağacını göstererek bir şeyler dedi annesine. Kadın akasya ağacına uzanıp bir dal kopardı. Üfleyerek kızına verdi. Küçük kız dalda ki beyaz çiçekleri kopararak yedi. Kalbim bir anda kahkahalara boğuldu. Çocukluğuma gittim. Tırmandığım akasya ağacında oturup çiçeklerini yiyişim, o tat, o Koku, o his belirdi birden zihnimde. Sonra neden hüzne düştü içim? Neden artık akasya yemiyordum? Yokmuş gibi yanından geçip gidiyordum. Bende mi hayatın köreltmesine yakalanmıştım? Peki, bilenmek için ne yapmalıydım? Bağırma sesiyle irkildim bir anda. Gözüm sokakta. Kadın bir adamla tartışıyor. Adam çocuğu kucaklıyor. Çocuk korkuyla “Anne” diye bağırıyor. Arabaya attığı gibi gözden kayboluyor. Kadın koşuyor, arabanın gölgesini yakalamaya çalışıyor. Dudağımdan içeri sızan tuzlu su bu sahneden uyandırıyor beni. Kimdi bu adam? Neden bir yavruyu dünyasından, bir anneyi canından ayırıyordu? Bir baba mı? Olamaz, evladına kıyamaz bir baba! Havai fişeklerin sesi zıplatıyor beni. Gökyüzü bir anda renkleniyor. Yeryüzünde olanlara nispet yapar gibi. Alamıyorum gözlerimi bu güzel şölenden. Affet beni kalbim. Hayat böyle galiba; ağlayanlar, kaybedenler, yalnız kalanlar, mutlu olanlar ve daha niceleri…
Of bu sokak, bu karanlık çok bana. Perdeyi çekip kitabıma döndüm. Ama kalbim, aklım başka hislerde. Sabah ilk işim o akasya çiçeğinden yemek olacak.
Elif Yıldız