Düdük Dedikleri
-Nasreddîn Hoca Şerhi – 8-
*
Halk arasında Yûnus Emre’ye atıfla söylenen töreli bir söz var ki üç günlük dünyâ hayâtını “pazar” istiâresiyle hulâsa eder:
Ana rahminden indik pazara
Bir kefen aldık döndük mezara…
Bir gün “iniş”, bir gün “alış”, bir gün de “dönüş”… Bu sözdeki kefen istiâresinden murâdın ise “âhirete hâzırlık” olduğu açıktır…
Ana rahmi ile mezar arasındaki pazar alâkasının, Âşık Veysel’in
İki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece
dizesinde de bulunduğu söylenebilir; zîrâ, bu dizede de dünyâ bir “han”a teşbîh edilmektedir; bir kapısından girilen, yol hazırlıkları yapılan ve diğer kapısından çıkılan iki kapılı bir han…
Fuzûlî’nin şu mısrâlarında da dünyâ bir pazar yerine benzetilmekte, insânın kadr ü kıymetinin dünyâda bilinemeyeceği, gerçek karşılığın ancak âhirette alınabileceği îmâ edilmektedir:
Bize çün kadr bulınmaz çıhalum dünyâdan
Müşterî yoh nice bir bekleyelüm bâzârı…
Dünyâ pazarının sonuna gelindiğini, İsrâfîl’in Sûr’a yâni en büyük düdüğe üflemesi haber verecektir; bu en büyük düdükle kıyâmet de kopmuş olacaktır… İsrâfîl’in ikinci Sûr’u ise “ba‘su ba‘de’l-mevt”i sağlayacak ve mahşeri toplayacaktır… Bu yakîn hakîkattan Kur’ân’da şöyle bahsedilmektedir:
“Ve nufiha fi’s-sûri fe sa‘ika men fi’s-semâvâti ve men fi’l-arzi illâ men şâ’a’llâhu summe nufiha fîhi uhrâ fe izâ hum kıyâmun yenzurûn. (Sûr’a üflenince, Allâh’ın diledikleri dışında, göklerde olanlar ve yerde olanlar hepsi düşüp ölürler; sonra Sûr’a bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp beklerler –bakışır dururlar-.)” (Zümer / 68).
Bir nevi, dünyâ pazarından âhiret pazarına, yâni mahşere geçiş demektir bu…
“Dünyâ ve Sûr” yâhut “pazar ve düdük”…
Bu ikililer bize Nasreddîn Hoca’nın meşhur latîfesini tedâî ettirmekte, çağrıştırmaktadır… Geliniz, bir daha hâtırlayalım:
**
Köyün çocukları Hoca’yı eşeğine binmiş giderken görürler, sorarlar:
– Hocam, yolculuk nereye ..?
Hoca, “Şehre gidiyorum, çocuklar, pazara bir uğrayayım, ne var ne yok bir bakayım; akşama dönerim inşâallâh…” dedikten sonra, “Pazardan bir isteğiniz var mı, çocuklar..?” diye de sorar…
Çocuklar da hep bir ağızdan “Bize düdük getirir misin, hocam, düdük isteriz…” derler… Ama, içlerinden sâdece bir çocuk Hoca’ya para uzatır ve “Hocam, bu parayla bana da bir düdük getirir misin..?” der…
Hoca, çocuklarla vedâlaştıktan sonra yola koyulur; şehirde pazar alışverişini yaptıktan sonra, bir tâne de düdük alır; akşama doğru evin yolunu tutar… Köyün girişinde çocuklar Hoca’yı karşılayıp her bir ağızdan sorarlar:
– Hocam, benim düdük nerede..?
– Bana düdük aldın mı..?
– Benim düdüğümü unuttun mu, yoksa..?
Hoca, kendisine para veren çocuğu yanına çağırır:
– Al, evlâdım, senin düdüğün..!
Çocuk sevinçle düdüğünü çala çala uzaklaşırken diğer çocuklar ise “Hocam, bize neden düdük yok..?” derler… Hoca da cevâbını verir:
– Biliyorsunuz, çocuklar, o arkadaşınız istediği düdüğün parasını vermişti… Eeee, bu böyledir:
Parayı veren, düdüğü çalar…
***
Bu latîfenin murâdı nedir..? “Pazar-düdük istiâresi” çerçevesinde şerh edilecek olursa, latîfenin anlam tabakalarında neler bulunmaktadır..? Latîfe vâsıtasıyla, çocuklar üzerinden yetişkinlere verilen dersler nelerdir..?
𝟎 “Pazar”dan murâd dünyâ, “köy”den murâd ise âhiret olmalıdır… Rûhlar, dünyâ pazarında bedene bürünecekler, sonunda bedenlerini satıp bırakarak geldikleri âleme geri döneceklerdir…
𝟏 “Düdük”ten nihâî murâd, dönüşü haber veren Sûr’dur… Düdük, “Ölüm var, ey insan, dönüş var..!” îkâzını yapan uyarıcıdır… Düdük, dünyâ pazarında satılmaktadır; yâni, maddî, mânevî ve beşerî âhiret uyarıcıları dünyâdadır, dünyâda aranmalıdır…
İlgili âyetlerden hareketle, Sûr borusuna dâir umûmî kabul ve kanâat, ona iki kerre üfleneceği, birinde kıyâmeti kopartacağı ve diğerinde ise mahşeri toplayacağı yönündedir, âmennâ; ancak, dünyâdaki her uyarıcı ve uyandırıcının âdetâ bir Sûr mesâbesinde ve vazîfesinde olduğunu, insâna kıyâmeti ve mahşeri hâtırlattığını da söylemek gerekir…
𝟐 “Hoca”dan umûmî murâd, öğüt verici, uyarıcı ve uyandırıcı insân-ı kâmildir… Bu latîfenin latif istiâre dâiresine göre de, kâinâtın mutlak âkıbetini ve hesap gününü düdük vâsıtasıyla haber veren Hoca’dan aslî murâdın, “İsrâfîl” olduğunu söylemek mümkündür…
Esâsında İsrâfîl, maddî, mânevî ve beşerî çeşitli vâsıtalarla kıyâmete kadar insanları her ân uyarmak ve uyandırmakla vazîfelidir… Hoca da bu beşerî vâsıtalardan yalnızca biridir; her nüktesiyle insanların cân kulaklarına âdetâ İsrâfîl’in Sûr’unu üflemekte, her sözüyle mutlak dönüşü hâtırlatmaktadır…
𝟑 “Çocuklar”dan murâd, idrakleri akl-ı ma‘âş seviyesinde olan, bâliğ olsa da reşîd olamamış yetişkinlerdir; Hoca ise, verdiği nükteli derslerle onların cân kulaklarını ve cân gözlerini açmaya, idraklerini akl-ı ma‘âd seviyesine yükseltmeye gayret eden, tenbih ve irşad vazîfelisi bir münebbih ve bir mürşiddir…
𝟒 İnsan, dünyâ pazarından ne alırsa âhiret köyünde de onu kullanabilir ancak; dünyâdaki sâlih amellerin karşılığı âhiret cennetidir, cemâlullâhtır… “Lehâ mâ kesebet ve ‘aleyhâ me’ktesebet. (Onun kazandığı –iyilik– kendi lehine ve kazandığı –kötülük– kendi aleyhinedir.)” (Bakara / 286) mazmûnunca, herkes âhiret köyünde kendisine gereken levâzımı, dünyâ pazarından kendi emeğiyle –yâhut kendi parasıyla– kazanır… Ve “Fe men ya‘mel miskâle zerretin hayran yerah ve men ya‘mel miskâle zerretin şerran yerah. (Kim zerre mikdârı hayır işlerse onu –mükâfâtını– görür; kim de zerre mikdârı şerr işlerse onu –cezâsını– görür.)” (Zilzâl / 7-8) mazmûnuna göre de dünyâ pazarında yapılan alışveriş, âhiret köyünde karşılık bulacaktır…
𝟓 “Ne verirsen elinle, o gelir seninle.” töresözünü de te’yîd edercesine, o kadar çocuk arasından sâdece parasını veren çocuk düdük sâhibi olabildi… Bu dünyâ pazarında kullanılmak üzere maddeten, mânen, bedenen, ilmen, fikren ve vakten kendisinden bir şeyler verenler, âhiret köyünde onu görecekler, kullanacaklardır; âhiret köyünde ancak onların –düdük misâli– sevinçli sesleri işitilecektir; sözün özü, parayı veren düdüğü çalacaktır…
Bu bakımdan latîfe, uyarıcı ve uyandırıcı vasfının yanında müjdeleyici ve sevindirici vasfını da hâiz görünmektedir; yâni, hak etmeyeni uyarıcı –ve hattâ korkutucu-, hak edeni ise müjdeleyici ve sevindirici…
****
Mevlânâ’dan Nasreddîn Hoca’ya…
Hoca’nın bu latîfesindeki düdük, esâsında geliş-dönüş yâhut iniş-çıkış istikâmetindeki beşerî tekâmül mâcerâsının kitâbı olan Mesnevî’nin ilk beytindeki “ney”e tekâbül etmektedir… Şöyle diyordu Mevlânâ-yı Rûmî:
Bi’şnev în ney çun hikâyet mîkuned
Ez-cudâyîhâ şikâyet mîkuned…
[Dinle..! Bu ney ne hikâye anlatıyor, ayrılıklardan şikâyet ediyor…]
Bu ney istiâresi çerçevesinde, Mevlânâ’nın ney ile kasdettiği de aslında mürşiddir, insân-ı kâmildir… İnsân-ı kâmil ise, dâimâ aslî vatandan ayrılışın hüznünü terennüm eder, dillendirir ve anlatır; insânoğlunun, bu dünyâ pazarından âhiret köyüne –aslî vatana– nasıl dönebileceğinin yollarını gösterir…
K’ez-neyistân tâ merâ bu’brîdeend
Ez-nefîrem merd ü zen nâlîdeend…
[Beni kamışlıktan kopardıklarından beri, nefîrimden –nefir gibi çığlığımdan– erkek ve kadın –herkes– inler oldu…]
Mesnevî’nin bu ikinci beytindeki “nefîr” ise, çok kuvvetli bir düdük olması husûsiyetiyle, yine “Sûr”u hâtırlatmaktadır…
Hoca – düdük – ney – nefir… Hepsi aynı istiârenin birbirini karşılayan uyarıcı ve uyandırıcı unsurları… Ezcümle, Hoca da, Mevlânâ’nın dilindeki “ney”e tekâbül etmektedir; nitekim, ney latîf bir çalgıdır, Hoca da latîfeci bir insân-ı kâmildir…
*****
Hâsıl-ı kelâm ve hulâsa-yı merâm…
Düdük ve benzeri âletlerin, uyarma, uyandırma, müjdeleme ve dikkat çekme vâsıtaları olduğu açıktır… Hoca’nın bu latîfesi de –diğerlerinde olduğu gibi– zımnında îkaz, tenbih ve dahi tebşir gâyesi taşımaktadır…
Allâh, kâinâtı îkaz ve tenbih işâretleriyle doldurmuş; ayrıca, beşeriyyete, “istircâ âyeti” mısdâkınca nereden gelindiğini, nasıl yaşanacağını ve nereye dönüleceğini hâtırlatıp öğreten mürşidler göndermiştir ki peygamberler de bunların başında gelmektedir… Bununla birlikte, mürşidler sâdece uyarmak ve uyandırmakla kalmaz, aynı zamanda güzel mükâfâtlarla müjdelerler de… Bu bağlamda, Resûlullâh –sallallâhu aleyhi ve sellem– efendimiz de Kur’ân’da Nezîr ve Münzir gibi “uyaran, uyarıcı”, Beşîr ve Mübeşşir gibi de “müjdeleyen, müjdeleyici” anlamlarına gelen isimlerle anılmaktadır…
Nasreddîn Hoca’nın şahsında temsîl edilen tüm mürşidler, sözlerinden, tavırlarından, hareketlerinden ve amellerinden ilim, irfan ve hikmet tahsîl edilen insân-ı kâmillerdir… Onlar, dünyâ seslerine karşı cân kulaklarını ve dünyâ renklerine karşı da cân gözlerini açmaya me’mur ve muvazzaf kılınmış kimselerdir; onlara akıl danışılmalıdır, onların fikirleri ve kanâatleri sorulmalıdır, onlara gönül verilmelidir…
Mevlâ, beşeriyyeti hakîkî mürşidsiz bırakmasın… Mevlâ, cümlemize hakîkî mürşidlere cân kulağımızı ve cân gözümüzü açma basîreti versin… Âmîn…
Vesselâm…
Abdülkadir Dağlar