Ahmet ÖzdemirSinema ve Sahne SanatlarıTöreli Yazılar

VİNCENT ÖLMELİ BİR FİLM İNCELEMESİ

VİNCENT MUST DIE[1]

TÜR: KARA KOMEDİ, PSİKOLOJİK GERİLİM, KORKU

Hayatlarımızı bir otorite boşluğunda sürdürebilmek, bizi birbirimize bağlayan ve bizden koruyan yasaların yokluğunda kendimizi toplumsal kılabilmek ve bir düzen yaratan iktidarın kaybında yeni bir düzen kurabilmek ve kırılgan olan hayatımıza yeni bir anlam katabilmek kabil mi? Yoksa tüm bu yoksunluklar dünyasında bastırdığımız şiddet, tüm çıplaklığıyla açığa mı çıkar? Film tüm bu soruları uyandırır zihinde; yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olmasına rağmen bu soruları akla getirmesi iyi bir yapıma imza attığının kanıtı. Ancak filmi belli bir türe sabitleyebilmenin zorluğu onu yorumlarken bir sınır koyabilmeyi de zorlaştırır. Dolayısıyla çok yönlü bir bakışa matuf bu inceleme bölümlere ayrılmak zorunda kalınmıştır.

HEPİMİZ AKAKİY AKAKİYEVİÇ’İZ[2]

Gogol’un paltosuna çoğumuz aşinayızdır. Hani Dostoyevski’nin hepimiz onun altından çıktık dediği. Geçen yıllarda okuduğumda Palto’yu, hak verdim Dostoya. Gogol hikâyesinde monotonluğundan ödün vermeyen, ufak bir değişim düşüncesinin bile onu çok korkuttuğu bu nedenle işlerinde hataya yer vermeyen titiz bir memurun, kalbura dönmüş eski paltosunun altında “bakış”a[3] nasıl maruz kaldığını anlatır. Ta ki memurumuz Akakiy tasarruf ederek kalın vatkalı bir palto alana kadar. Yeni paltosuyla -daha doğru bir ifadeyle kendisine yeni bir statü bahşeden mülküyle- Akakiy görünür hale gelmiş ve hatta mesai arkadaşları yeni palto için kutlama bile yapmıştır. Kutlamadan hemen sonra paltosu gasp edilen Akakiy tüm resmi kanalları denedikten sonra “önemli bir şahsiyetin” huzuruna çıkmış hayatında hiç görmediği bir aşağılanmayla karşılaşmıştır. Bu “şok” sonrası memurumuz Petersburg sokaklarında paltosuz bir halde saatlere bilinçsizce dolaşmış ve eve döndüğünde hastalanmış yatağa düşmüş ve kısa bir zaman içinde de ölmüştür.

HEPİMİZ PALTOLARIMIZIN İÇİNDE ÇIPLAĞIZ[4]

Film düzenin kaybolduğu, herkesin bir diğerine pozitiflik saçtığı ve bugünün mekânsal politiğini yansıtan şeffaflık esasına haiz bir iş yerinde açılır. Başrol Vincent, psikanalize atıfta bulunurcasına repliğine bir rüya ile girer. Dişlerinin döküldüğü rüyasını ise hiç tanışmadığı bir stajyer ölüm olarak yorumlar. Bu hem Freud’un psikanalizine bir gönderme hem bugünün bir gerçekliği haline dönmüş olan teklifsiz kültürün bireyin mahremiyetini ihlal eden bir göstergesi hem de Gogol’un Palto’suna bir referanstır.  Filmin odağı olan salgın da tam bu noktada başlar: “Bakış Salgını.” Kişi baktığı, göz geze geldiği herkes tarafından öldürülmesi gerekli bir kişi olarak görülür. Aslında bir bulaş olması dolayısıyla salgın olarak gördüğümüz şey tam bir humma halidir. Tıpkı “amok koşucusu” gibi.[5] Hummayı daha çok anıştırır çünkü hasta olan kişi bakışa maruz kalan birey değildir; bakışın nesnesi haline getirilmiş kişi sağlıklıdır ancak sağlıklı olanı şiddete açık hale getirmesiyle bulaş daha çok bakan kişidedir. Dolayısıyla “öteki” olana karşı psikolojik ve fiziksel şiddet içeren bir hummanın salgın halini izlemekteyiz. Bu salgın amok koşucusu hummasında olduğu gibi kültüreldir. Nitekim mahremiyetin kamusal alanda sergilenmesiyle birlikte ortadan kayboluşu, bireyin sadece keyif ve özgürlük için yaşaması ve iktidarın/otoritenin de bu özgürlük istenciyle donatılan özneler yaratarak kendini gizlemesi kültürel dünyamıza içkindir. Gerçekten de iktidar bireyi azade bırakmıştır ancak ona yapabilirsin buyruğuyla (Han, 2020) veya “Just Do İt” sloganıyla (Berardi, 2012) bireyi kendi sistemini sürdürecek bir “projeye” dönüştürmüştür. Tam bu noktada Gogol’un Palto hikâyesinin bitmediğini hatırlamak gerekir. Hikâyenin devamında Petersburg sokaklarına musallat olan bir hortlak (zombi) herkesin üstünden paltosunu almaya başlamıştır. Önemli şahsiyetin de paltosunu alır. Eve paltosuz dönen önemli şahsiyet insanları aşağılayıcı tavrını artık takınmayacaktır. Bu bağlamı hatırlamak filmi Vincent özelinde izlememizi engellerken önemli şahsiyetin Vincent olduğunu ve hummaya kapılan bizlerin Akakiy olduğunu gözler önüne serer. Vincent’tan stajyere doğru bakış önemli bir şahsiyetten gelir ve stajyer bu bakışa hiç alışık değildir. Çünkü keyif ve özgürlükle donatılmıştır. Akakiy kadar pasif değildir hemen karşılığını verir, çünkü bugün toplumsal sınıfların olmadığı sınıfsal bir toplumda yaşıyoruz.

Bu bağlamda, iktidar kendini özgürlük vaadiyle gizlerken birey kendi özgürlüğünün koruyucusu haline gelir, kendi keyfini bozabilecek ve kendisinde herhangi bir kaygı uyandıracak hiçbir sistemik hatayı kabul etmez. Bakış hummasına tutulan kişi bu durumla yüzleşir. Herhangi bir iktidarın yokluğunda hummalı kişi kendisine bakan bir çift gözden kaygı duyar. Vincent da diğerlerine baktığında bu sistemik hatanın taşıyıcısı ve anımsatıcısı olmuştur. Kaygı herhangi bir yokluktan veya yoksunluktan daha çok mesafesizlikten, teklifsiz kültürden ve özgür olduğumuza dair derin ve güçlü vurgudan ileri gelir. Artık kamusal alanda keyif alan ve özgürlüğünü ilan ederek dilediğini yapma ehliyetini elinde bulunduran öznelerle değerlerle örülen bir simgesel yapının dolayımı olmaksızın karşılaşırız. Bu karşılaşmada keyfimizi kaçıracak en ufak detay bile –Akakiy de olduğu gibi- bir şok etkisi yaratacak ve filmin de gösterdiği gibi şiddet açığa çıkacaktır. (McGowan, 2018).

DÜZENSİZ İKTİDAR VEYA İKTİDARSIZ DÜZEN

Filmde olaylar büyümeden önce Vincent iş yerinde ikinci kez bir saldırıya uğrar. Nedeni ise yine Vincent’in bakışıdır. İşin ironik kısmı saldırganın ve Vincent’ın bir terapist rehberliğinde yüzleştirilmesidir. Vincent saldırganı affederken, saldırgan psikolojisinin bozuk olduğu gerekçesiyle hiçbir yaptırıma tabi tutulmaz, işine geri döner. Vincent’in bu bağlamda saldırganı affetmesi ve saldırganın özrü tıpkı hiçbir değişikliğe açık olmayan Akakiy gibi bu kişilerin de monotonluğu bozmamak istemesinden kaynaklanır. Hatta bu olay sonrası Vincent’a evden çalışma seçeneği iletildiğinde dengesi şaşar.  Terapist artık hayatlarımızda Akakiy’in başvurduğu resmi kanallara benzer. Ona o kadar muhtaç hale gelmişizdir ki terapist söylemi resmi söylemle birleşmiştir.

Terapi söyleminin resmi söylemle birleşmesi çok açık biçimde iktidar/otorite boşluğundan kaynaklı düzenin kaybını ve suç-ceza ilişkisi kapsamında hukukun veya yasaların belirsizleştiğini gösterir. İngilizce suç (crime) ve kriz (crisis) sözcüklerinin her ikisinin de “yargı, seçim ve ayırma” edimlerine referans yaptığını hatırlarsak; krizin geleneksel otorite ve kuralların geçerliliğini kaybettiği anda ortaya çıktığı ancak yeni normların da ikame edilememesiyle ilgili olduğunu kavrarız. Dolayısıyla krizi hukukun işe yaramadığı ve suçun yayıldığı bir durum olarak görebiliriz (Berardi, 2018). Bakıldığında gerçekten de Batı dünyasının hem bir iktidar boşluğu hem de yasalarının düzeni koruyamaması gibi zaaflarının bir kriz mantığıyla birlikte kültürel bir düzleşme yarattığını bugün gözlemlemekteyiz (Roy, 2024).

Filmde şiddeti teşvik edecek hiçbir unsur yoktur. Onun yerine şiddet serbest bırakılır. Herhangi bir sınırın olmadığını da fark ederiz. Ev bile yoktur, o da şiddetin mekânına dönüşür. Yer ve düzen arasındaki bağ tamamen kopmuştur. Böyle bir kaos halinde her bireyin iktidar ve siyasetin dışında bir kamp alanına, çıplak alana çekildiğini Giorgio Agamben Kutsal İnsan (2020) kitabında betimler.  Yasaların ve iktidarın yokluğunda kampın içerisinde kalanlar yasaların çizdiği çerçeve dışında kalırlar ve öldürüldüklerinde ne bir cinayet konusu olurlar ne de öldürenler katil sayılır, tıpkı Vincent’in babasının öldürüldüğü kaos halinde olduğu gibi.

Her yer şiddetin mekânına dönüşebilir çünkü kamusal-özel alan ayrımı ortadan kalkmıştır; herkes hummaya tutulabilir çünkü onları koruyan bir gözlük bile yok,[6] paltoları da ellerinden alınmıştır. Gözlükleri ve paltoları da olsa Akakiy’in yeni paltosuyla toplum içindeki önemini değişmediğini hatırlarsak bu araçlar bir şey kazandırmayacaktır. Toplumsal ilişki-sizlik ve toplumsal dayanışmanın yokluğu Petersburg’un soğuğu gibi içimize işler. Katı bir sosyal yapının içinde materyalizme tutunarak önemini artırmaya çalışan insanlar başarısız olmuştur, insanlıktan çıkmalarına hiçbir şey engel olmamış, içinde bastırdıkları şiddetin açığa çıkmasına hiçbir ket vuramamışladır. Tıpkı filmdeki profesörün ev mülkiyetini kaybettikten sonra iyileşmesine rağmen eve tekrar alınmaması gibi. Bu durum Dosto’nun İnsancıklar’ındaki Devuşkinin durumuna benzer. Devuşkin bir çizmeye sahip olmanın bakışın şiddetine ve ötekilerin üzerinde kurduğu egemenliğe karşı bir güç istenciyle hareket etse de insanlık gururuna aldığı darbeyi hiçbir zaman kapatamamıştır.

Freud Uygarlığın Huzursuzluğu (2019) kitabında Unsicherheit kavramından bahseder. Bu kavram İngilizcede üç kelimenin karşılığıdır: Belirsizlik, güvensizlik ve emniyetsizlik. Bu üç kelimenin engeli de onların doğasında yatar. Güvensizliğe karşı verdikleri savaşta insanlara yardım etmesi beklenen mevcut siyasi ve iktidar kurumlarının yardımı olmaz. Çünkü iktidarın büyük kısmı siyasetin dışına sermayenin alanına çekilmiştir ki sermayenin (kapitalizmin) temellükünden hiçbir yerin bağımsız olmadığı (Vincent’in babasının evinde üvey annesinin yoga dersleri vermesi ve bu ders esnasında hummaya kapılan bir yoga sever tarafından öldürülmesi), hiçbir şeyin kaçamadığı ve bir dışarısının, dış alanın olmadığını anlıyoruz. Bu üç bileşenden herhangi birinin yokluğu büyük ölçüde aynı sonuca yol açar; kendine güvenin azalması, kişinin kendi yeteneklerine ve başka insanların niyetlerine olanın güvenini yitirmesi, hatta günah keçisi yaratma ve saldırganlık eğilimi… (Bauman, 2024).

Uygarlığın vatandaşları olarak bizler tarihte hiçbir zaman bugünkü kadar sağlıklı ve emniyette olmamış ve kendimizi hiç bugünkü kadar sağlıksız ve emniyetten uzak görmemiştik. Bugün bizler soluduğumuz havadan, yediğimiz yemekten, içtiğimiz sudan, çocuklarımıza gülümseyen insanlardan, yürüdüğümüz sokaklardan, işe giderken bindiğimiz toplu taşıtlardan ve çalıştığımız binalardan sinsi bir düşünceyle “hastalıklı” olabilir diye korkuyoruz. Ancak hummanın bizi de tutacağını unutuyoruz. Edindiğimiz mülkleri (her anlamda) korumak için bastırdığımız şiddetten azade miyiz?

KAYNAKÇA

Agamben, G. (2020). Kutsal İnsan. (İ. Türkmen, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Bauman, Z. (2024). Bireysellemiş Toplum. (Y. Alogan, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Berardi, F. “. (2012). Ruh İşbaşında. (F. Genç, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.

Berardi, F. “. (2018). Kahramanlık Patolojisi. (N. Kurunç, Çev.) İstanbul: Otonom Yayıncılık.

Castang, S. (Yöneten). (2023). Wincent Must Die [Sinema Filmi].

Freud, S. (2019). Uygarlığın Huzursuzluğu. (H. Barışcan, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.

Gogol, N. V. (2020). Bir Delinin Anı Defteri. (M. Beyhan, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Han, B.-C. (2020). Psikopolitika. (H. Barışcan, Çev.) İstanhul: Metis Yayınları.

McGowan, T. (2018). Sahip Olmadığımız Şeyin Keyfini Sürmek. (K. Güleç, Çev.) Ankara: İmge Yayınevi.

Roy, O. (2024). Dünyanın Düzleşmesi. (H. Bayrı, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

[1] (Castang, 2023)

[2] Gogol’un “Palto” eserinin kahramanıdır (2020).

[3] Sartre “Varlık ve Hiçlik” eserinde bakışın sadece psikanalitik bir ayna işlevi görmediği aynı zamanda bir egemenlik ilişkisini yansıttığını; ötekinin varlığına ve ötekinin bakışındaki tek taraflılığın yol açtığı tedirginlikten bahseder.

[4] Mülk’lerimiz bizi mülksüzleştiriyor. Mülkten kasıt sadece taşınmazlar değildir, içine düştüğümüz tüketim çılgınlığı ve tüketim odaklı yapılanan toplumumuzdur.

[5] Stefan Zweig eserine adını vermekle birlikte Doğu Hint coğrafyasında hummaya tutulan kişinin bilincini kaybetmiş bir biçimde kendisine ve başkasına zarar verdiği daha çok kültürel bir semptom olarak tıp literatürüne girmiş tehlikeli bir psikiyatrik hastalıktır.

[6] Filmde insanları hasta olduktan sonra ötekilerden koruyabilecek gözlüğe yer verilmemesi yasaların yokluğunu gösterir.

11

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu