DilDoç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

Nisâ ~ Nisyân ≈ Üns ~ İnsân Kelimelerine Dâir

Töreli İştikâk - 59

TÖRELİ İŞTİKÂK – 59

Nisâ ~ Nisyân ≈ Üns ~ İnsân Kelimelerine Dâir

“Âdem Ata’ya

Havvâ Ana’ya

ve insâniyyetin te’mînâtı

bütün sâliha kadınlara…”

Töreli iştikâkın en mânidâr olanları, hiç şüphesiz bizâtihî töreye ve türeyişe dâir kelimeler ve kavramlar etrâfında olanlarıdır… Töre ise, Âdem Ata’nın –aleyhisselâm– yaratılışına ve ardından dünyâya indirilişine kadar “hakîkat” devresini (kavs-i nüzûl) geçirmişken, hazret-i Âdem ve insanların dünyâdaki seyrüseferi ile el’ân “nübüvvet” devresini (kavs-i ‘urûc) idrâk etmektedir…

Âdem Ata ile Havvâ Ana, Allâh’ın îkaz ve nehyine rağmen, İblîs’in iğvâsına uyarak cennette kendilerine işâret edilen ağaçtan yiyerek ısyân edenlerden olmuşlar, akabinde de dünyâya indirilmişlerdi… Bu, bir nisyânın, yâni unutkanlığın bir netîcesi idi… Zîrâ Allâh, daha öncesinde mahlûkâtın bütün isimlerini Âdem’e öğretmiş, ondan söz de almıştı; ancak, Âdem kararsızlığı netîcesinde o sözü unutmuş idi:

Ve lekad ‘ahidnâ ilâ-Âdeme min-kablu fe nesiye ve lem-necid lehû ‘azmâ. (Biz daha önce Âdem’e söz vermiştik –Âdem’den söz almıştık-, fakat o unuttu; biz onda bir azim –bir kararlılık– de görmedik.)” (Tâhâ / 115)…

Âdem’i insân kılarak âlem-i insâna indiren ilk nisyân, ilk unutuş olsa gerektir bu…

İlhâmını tam da bu ezelî kıssadan alan bu iştikâk denemesi n(ûn)-s(în)-e(lif)/y(â) ile e(lif)-n(ûn)-s(în) üçlü masdarlarından türemiş bâzı kelimeler arasında mevcut kavram alâkalarını anlama, yorumlama ve anlatma çalışmasından ibâret olacaktır…

Nisâ, “kadınlar” demektir; bu kelimeyle aynı kökten ve aynı anlamda nisvân kelimesi de kullanılagelmiştir…

Nisyân, “unutmak, unutkanlık; nesy” anlamlarındadır…

Üns, “alışma; kalben ısınma; kalben yakınlaşma” anlamlarına gelmektedir; kelime, daha çok “alışkanlık, yakınlık” anlamlarına gelen ünsiyyet kelimesinin bünyesinde kullanılmaktadır…

İnsân yâhut ins, “yaratılmışlar arasında akıl, mantık, gönül, îmân, irâde, muhabbet, fikir, hayâl, hâtıra, hâfıza ve beyân kâbiliyetleriyle donatılmış; bunlar sâyesinde de doğru, iyi ve güzel olan şeyleri arayabilme özelliğine sâhip tek canlı; insan” demektir; cem‘/çoğul hâli de nâs kelimesidir…

Nisâ yâhut nisvân, nisyânın ana kaynağıdır… Nisâ, –husûsiyetle erkekler için– nisyân sebebidir; ilk nisyâna, nisvânın da ilk anası sayılan Havvâ Ana sebep olmuştur…

Nisâ, üns ve ünsiyyetin mazharı ve de aslî sebebidir; zîrâ, ilk ünsiyyet bir kadına yönelmiş ve o ilk kadında tecellî ve tezâhür etmiştir…

Nisâ, ünsiyyetin insân hâlidir… Nisâ, insânın da insâniyyetin de anasıdır, ana yurdudur… Nisâ, insâniyyetin te’mînâtıdır…

Nisyân, nisâ karşısındaki ilk infiâl ve içine düşülen ilk hâldir… Nisyân, nisvânın yol açtığı eylemsizlik hâlidir…

Nisyân, üns ve ünsiyyet ârızası, tehlikesidir… Nisyân, nisâ ile ünsiyyetin insâna kendisini ve hattâ Rabb’ini bile unutturmasıdır; nisâ ile birlikte beşerî ve dünyevî olan şeylere ünsiyyet arttıkça nisyân da artar…

Nisyân, insânın ilk hatâsı ve insâniyyetin ilk illetidir… Nisyân, insâna acziyetini gösteren en parlak aynadır; meselâ, aynada kendisini tanıyamayan, hâtırlayamayan insânın hâli ne hazindir…

Üns ve ünsiyyet, nisâya duyulan sıcaklık, nisvâna gösterilen yakınlıktır…

Ünsiyyet, nisyâna sebebiyet verecek dereceye ulaşan fart-ı muhabbet ve kesret-i harârettir; zîrâ, nisyânın bir kaynağı nisâ ise bir kaynağı da ünstür…

Ünsiyyet, insânı doğuran kalbî yakınlık ve kişiye insâniyyetini hâtırlatan sıcak alâkadır…

İnsân, Âdem ve âdemoğlunun nisâ ile karşılaşmış hâlidir… İnsân, nisvânın doğurduğu âdemoğludur… İnsân, insâniyyetini nisâ ile fark ve idrâk eden Âdem ve âdemoğludur…

İnsân, nisyânın âciz bıraktığı Âdem’dir; zîrâ o, kendisine bizzât Allâh tarafından tâlîm edilenleri bile unutmuştur… İnsân, nisyân ile nisâya meftûn olan Âdem’dir, âdemoğludur… İnsân, nisyân ile mâlûl olan âdemoğludur…

İnsân, üns ve ünsiyyetin ete, kemiğe bürünmüş hâlidir… İnsân, Âdem’in ünsiyyet hâlidir…

Ezcümle insân, nisvânın nisyân ve ünsiyyetten mahlûk ve müteşekkil çocuğudur…

Âdem’in insân hâli…

Hazret-i Âdem’in, daha melekût âlemindeyken unutmuş olduğu ahd acabâ,

“- Elestu bi-Rabbikum? (Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?)

Belâ… (Evet…)” (A‘râf / 172)…

âyetinde beyân edilen “belâ sözleşmesi” mi idi..? Yâhut, cennetteki yasak ağaca dokunulmasını nehyedip yasaklayan ilâhî îkaz mı idi, bu ahd..? Kim bilir..!

Allâh, Âdem’e bütün isimleri öğretmişken, yâni onu ilimle donatmışken, Âdem’in, ahdini nisyânına –verdiği sözü unutmasına– sebep acabâ ne ola ki..?

Allâh, meleklerden Âdem’e secde etmelerini istemişti, insâna değil… Âdem nisyâna –yâhut nesye– düşerek Allâh’a verdiği sözü unutunca, İblîs’e uyup ısyân etmiş, sonrasında da “insân” hâlini almıştır… Tâbîri câizse, Âdem, insâniyyet menzilesine nisyânı sebebiyle indirilmiştir…

Ezcümle, insânı nisyânıyla mâlûl hâle getiren, İblîs’in verdiği vesvese ve iğvâdır; yâni, insân, içinde İblîs’e uyma dürtüsünü taşıyan Âdem’dir yâhut âdemoğludur…

Nisyân nisvândan mıdır..?

Nisyânın kaynağına gelince…

Âdem’e, o ağaçtan yemedikleri takdirde cennette sonsuza kadar yaşayabileceği beyân edildiğinde, onun yanında zevcesi Havvâ da vardı… Kim bilir, belki de Âdem’i o muvakkat ısyâna sevkeden nisyâna sebep, o ilk kadındır… Yâni, Âdem, aşkın ilk alâmetlerinden biri sayılan nisyâna –yâni unutkanlığa-, nisâ yâhut nisvân tâifesinin anası ve ilk ferdi sayılan Havvâ’yı görünce düşmüştür belki de…

Ezelî hikmettir ki erkeklerin nisâ ile ünsiyyetleri arttıkça nisyânları da artar; bu, insâniyyetin töresidir; buna mukâbil, nisvânın da erkek tâifesiyle ünsiyyeti arttığı ölçüde nisyânları artar…

Hâfıza-yı beşer nisyân ile mâlûldür.” töresözünden de ilhâm alınarak denilebilir ki, hâfıza-yı insân nisyân ile, hâfıza-yı recül de nisvân ile mâlûldür…

Olur da nisyâna düşerler ve düştükleri nisyânda kalakalırlar da aslını unuturlar diye, Allâh, Nisâ Sûresi’nin ilk âyetinde insânları şöyle îkâz etmektedir:

Yâ eyyuhe’n-nâsu’ttekû Rabbekumu’llezî halakakum min-nefsin vâhidetin ve halaka minhâ zevcehâ ve besse minhumâ ricâlen kesîran ve nisâ’ (Ey insânlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın –meydâna getirip– yayan Rabb’inize karşı gelmekten sakının…)”

“Kadınlar insandır, biz insanoğlu…”

Töreli edebiyâtımızın âşık şâirlerinden Neşet Ertaş –Garip-, “Kadınlar insandır, biz insanoğlu…” derken, aslında müşterek şiiraltımızdan akıp gelen bir hikmeti de ifâde etmişti… Zîrâ, “kadınlar” anlamına gelen nisâ kelimesinin iştikâkî mâhiyetinde insân da vardı… Ve insânoğlu, nisyân ile mâlûl olmasından dolayı da bu hakîkatı hep unutageldi…

Havvâ’nın atası da Âdem’di belki; ama Havvâ vâsıtasıyla Âdem’e –nisyân ile– insâniyyet vasfı da yüklenmiş oldu… Bu cümleden olarak, âdemoğlu, Havvâ’nın evlâdı olması yönünden ise aynı zamanda insânoğlu sayılır…

Bir erkek kadınla, bir kadın da erkekle insânlaşır ancak; âdemiyyetten farklı olarak, insâniyyet ancak izdivaçla mümkün hâle gelir… Medeniyyet yâhut medenî oluş da bu kânûna tâbidir…

Ünsiyyet arttıkça…

Öyledir…

Halka ünsiyyet arttıkça, Hakk’a kurbiyyet azalır… Mahlûkâta ünsiyyet arttıkça, Hakk’a ve hakîkata karşı nisyân da artar…

Allâh’ın halîfesi olarak yaratılan Âdem’in Havvâ’ya muhabbetle ünsiyyeti değil miydi, nisyânın ve de insâniyyetin sebeb-i aslîsi..?

Fâsit ve sahte olana ünsiyyet, sahih ve hakîkî olandan; maddî olana ünsiyyet, mânevî olandan; fânî olana ünsiyyet, Bâkî olandan uzaklaşmaya ve hattâ mahrum kalmaya sebep olur…

Evet, nisyân..!

İnsâniyyetimizin alâmet-i fârikası…

Kimi nisvâna, kimi nâsa –insânlara– ve kimi de dünyâya aşırı ünsiyyettendir, nisyân… Hakîkatta ise, –bütün bunların perdelemesiyle– Allâh’ı unutmaktır nisyânın asıl sebebi; zîrâ, onu unutana, kendisi bile unutturulur:

Ve lâ-tekûnû ke’llezîne nesu’llâhe fe ensâhum enfusehum ulâ’ike humu’l-fâsikûn. (Allâh’ı unutan, bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın; işte, onlar gerçekten yoldan çıkmışlardır.)” (Haşr / 19)…

Töre’nin hakîkat devresindeki Âdem, töre’nin nübüvvet devresinde insân olarak adlandırılmıştır… Nübüvvet devresindeki insânın üzerine bir esâs vazîfe olarak düşen, aslî Âdemiyyetini hiç unutmamak üzere hâtırlamak, fıtratını ilânihâye muhâfaza etmektir… Zîrâ, Âdemiyyetin –yâni adamlığın– ilk alâmeti, ahde vefâ göstermek ve ezelî “belâ” –evet– sözüne sâdık kalmaktır…

Allâh’ı unutmaktan, onu unutturacak derecede nisâya ve dünyâya ünsiyyetten, o büyük nisyândan dolayı da kendimizi unutmaktan Allâh’a sığınırız…

Selâmet ve letâfetle…

Abdülkadir Dağlar

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu