Bugün kendimle yürüyeceğim. Açacağım tüm kalbimi gökyüzüne, seveceğim tüm hallerimi; bana verileni ya da verilmeyeni… Rüzgâr okşuyor saçlarımı, sümbüllerin kokusunu yayıyor düşüncelerime, baharın ışıkları düşerken caddeye, ifadesiz yüzler bu gün ayna oluyor birbirine. Koşuşturuyor ölü yığınları. Amaçlı ya da amaçsız. Sıkıldığı için, belki de sıkmak için bilmiyorum. Vitrine bakıyor bir kadın, mavi elbiseyi çok beğenmiş olmalı ki hızlıca giriyor mağazaya “bu elbiseyi istiyorum, mankende çok güzel durmuş” diyor tezgâhtara ve alıyor. Evde prova yapıyor; sahibinin manken gibi olmasını bekleme kaderine mahkûm edilerek, dolaba kaldırılıyor. Tıpkı bize ait olmayan makamlar, hisler, aç gözlülükler gibi askıya asılarak alıcı bekliyor ya da alınıyor. İsteyerek, göze alarak ya da altında kalarak… Kalabalıklara döndü yüzüm yeniden irkilerek; bir genç kız bağırıyor annesine “sana onu istemiyorum dedim. Benim istediğim öbürüydü” diye. Anne cüzdanına bakıyor sonra kızına sonra kalabalığa… Ölü yığınları aldırış etmiyor anne kalbinin yıkılmasına. Anne sessizce ilerliyor duyarsız kalabalığa. Önceden olsa gören duyan kalpler cız ederdi ya da el tutardı hissettirmeden, şimdi tüm acılar, yokluklar, açlıklar lal olmuş, ölüm bile sessizliğe bürünmüş.
Vaz geçtim kendimi de alıp köşeme geri gideceğim. Baharı balkonumda karşılayıp yalnızlığımla kahve içeceğim. Sonra, belki sonra yine karışırım kalabalığa. Belki caddeler insanlığa bürünmüş olur. Sevgi ehramını çekerler üzerlerine el uzatırlar birbirlerine… Umuttu benim ki, bir zamanlar güzel ahlak üzerine dosdoğru olan, topluluğunun yeniden gelme umudu…
Terazide en ağır gelecek olan, güzel ahlak üzerine kalınız.
Elif Yıldız