İdrak ve Hakikat Arasındaki Bütünlük
Şeyma Süheyla Nur Cevher
Âkil insan odur ki, idrak ile hakikat arasındaki farkı bilir. Bu bilmek ona ne kazandırır? En başta, doğru ve yanlışın insan zihninde geniş bir manaya sahip olduğunu anlar. Zihin, insanın bir vazifedârıdır. Belki bir komutandır; ancak komutan olabilmek için ihtiyaç duyduğu askerleri kullanmak, eğitmek ve savaşa hazırlamak zorundadır. Bu yüzden, parçadan bütünü anlamak da bütünden parçaya gitmek de bir komutanın kabiliyetidir. Eğitimli askerleriyle doğru hazırlık içinde olan bir komutan, en nihayetinde sonuca varır.
Ancak burada değinmek istediğim konu bir fark değil, bir bütünleşmedir. Maneviyat ve maddiyat arasındaki ilişkiyi birbirinden ayrı tutan insan bilmelidir ki ruh, bedenden ayrı olmadığı gibi bu iki kavram da bir bütündür. Ayrı ayrı ele alınması gereken iki şey değildir. Örneğin, insan sürekli kendini nasıl tarif ediyorsa veya çevresi onu nasıl tanımlıyorsa zamanla o karaktere dönüşür. Bu söylemler dua haline büründüğünde ise insan, motivasyon kaynağı olan ümit ile sürekli beslenir. Aynı zamanda, kötü söz söyleme ya da şikâyet etme eğiliminden kurtularak başarıya değil, gayrete; sonuca değil, ne yaptığına odaklanır. Böylece, hayatın ona karşılık vermediğini düşündüğü ve kendisine zarar veren hırstan da uzaklaşır.
Maddiyat ve maneviyat amaçları da aynı şekilde birbirini tamamlayan ve iç içe geçmiş iki kavramdır. İnsan, ekmeğe, suya ve havaya duyduğu ihtiyacı; mutluluğa, sevince, belki de gözyaşı dökebilmeye ve kalbinin tatmin olma hissine de aynı derecede muhtaçtır. Ancak zamanın ve insanların dayatmalarıyla kendi hayatına dair verdiği kararları “hür iradesi” olarak nitelendiren insan, bu materyalist karanlık içinde kaybolur. Depresif ve melankolik hâl, zamanla onda bir alışkanlığa dönüşür. Hatta konfor alanı hâline gelir. Bu ünsiyet, idraki etkiler; yani anlayışa bir mana verir. Ancak hakikat değişmez. Değişen, hakikatin anlaşılma biçimidir. Kişinin hakikate yüklediği anlam, onu ya uçuruma sürükler ya da bunalım ve buhrana iter.
Başta söylediğimiz gibi, âkil insan odur ki kendine dair olan idraki, kendisinin üstünde ve içinde olduğu hakikate göre şekillendirir. Kendi idrakine rağmen hakikatin peşine düşer. Kendi çıkarlarının ve düşüncelerinin üstünde, kuşatıcı bir mananın var olduğunu bilir ve o manayı arar.
Şeyma Süheyla Nur Cevher
Bursa Teknik Üniversitesi