DilDoç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

İLK GÖZ AĞRISI..!

-Dikkat..! Bu bir deyim tashîhidir…-

İlk Göz Ağrısı..!

-Dikkat..!

Bu bir deyim tashîhidir…-

Deyimler, dilin görülen ama unutulan rüyâlarıdır… Dili kuran düşünceyi ve düşünceyi besleyen dili, dil içi imkânlarla yorumlayan ama kendisi –çoğu zaman– ilk bakışta yorumlanamayan, hüküm gâyesi ve kaygısı taşımayan kelime kümeleridir, deyimler… Deyimler, kök maksadı ve merâmı yorumlayıcılık özelliğinden olsa gerek, tâbir kelimesiyle de anılırlar…

Kimi deyimlerin anlamlarında, araya zaman ve mekân farklılıkları ile hayat ve tefekkür tarzında yoğun değişimler girmesinden ötürü muğlak ve mübhem durumlar yâhut ta‘kîd ortaya çıkmıştır… Kimi deyimler de var ki lafzen galatlaşmış olarak ağızlarda dolaştıkları için mânâları tam olarak anlaşılamamaktadır…

Türkçe’de daha ziyâde ilk çocuk için kullanılmakla birlikte, ilk eş, ilk sevgili, ilk torun, ilk talebe, ilk at ve benzeri kıymetlilerin ilk olanlarını da ifâde eden “ilk göz ağrısı” yâhut “göz ağrısı” deyiminin mânâsına da lafzındaki galatlaşma dolayısıyla kâmilen intikâl edilememektedir… Pekâlâ, “benim ilk göz ağrım…”, “onun ilk göz ağrısı…” şekillerinde yaygın olarak kullanılan bu deyimin aslı nedir..?

Edebî töre izleğinde söz konusu deyimde “ağrısı” şeklinde yer alan kelimenin “ağrımak” fiiliyle değil de “ağarmak” fiiliyle alâkalı olduğunu söylemek mümkündür… Göz ağrısı şeklinde galat olarak söylenegelen söz konusu deyimin sahih –ya da fasih– telaffuzlu hâlinin, “göz parlaması, göz aydınlanması, göz ağarması” anlamına gelen “göz ağarısı” olduğu âşikârdır: Göz ağarısı zamanla galatlaşarak göz ağrısı hâline dönüşmüştür Anlaşılan o ki, bu şekilde lafız galatlaşmaları mânâda da ta‘kîde ve mübhemiyyete yol açabilmektedir…

Muhâtabındaki sevince ve mutluluğa beşâret veren “Gözün aydın..!” deyiminde de yaşayan bu “parlama, aydınlanma, ağarma” gönül gözündeki parlayıp ağarmanın beden gözüne de yansıması değil midir..? Kezâ, daha çok “Gözümün nûru..!” hitâb ifâdesinde yaşayan “göz nûru” deyimi de aynı mecâzî anlamlar dâiresinin bir tâbîri değil midir..?

Kurretu’l-‘ayn…

Deyimdeki mânâyı hakîkat alanındaki yerine ikâme etmek gerekirse de şunlar söylenebilir:

Kur’ân’da, tevbe edip de sâlih amel işleyen kullardan bahsedilirken onların “Rabbenâ heb lenâ min-ezvâcinâ ve zurriyyâtinâ kurrete a‘yunin ve’c‘alnâ li’l-muttakîne imâmâ. (Rabbimiz! Bize gözlerimizi aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!)” (Furkan / 74) şeklinde duâ ettiklerine de değinilir… Bu âyetteki “gözlerin aydınlığı” anlamına gelen kurrete a‘yun ibâresi, töreli edebî dilde daha çok “göz aydınlığı” anlamındaki kurretü’l-‘ayn şeklinde yaşamaktadır… İnsan gönlüne huzur ve sürur, gözüne de nûr ve fer veren herkes –ve her şey– kurretü’l-‘ayn sayılır…

Töreli dilimizde bu minvalde başka çeşitli deyimler ve hitap şekilleri de mevcuttur… Kudemânın üslûbunu tâkîb edenlerin, sevdiklerine karşı “Nûr-ı ‘ayn(ım)..!” –gözümün nûru-, “Nûr-ı çeşm(im)..!” –gözümün nûru-, “Nûr-ı dîde(m)..!” –gözümün nûru– ifâdelerini kullandıklarını hâlâ görebilmek mümkündür…

Ya‘kûb’un da Züleyhâ’nın da göz ağarısı…

İlk ya da son(rakiler), fark eder mi, evlâd u ıyâl “göz ağarısı”dır; göze fer verir, kuvvet verir… Ya‘kûb –aleyhisselâm– peygamberi hâtırlamalı..! Ya‘kûb, kendi gözünden bile sakındığı güzel oğulcuğu Yûsuf’un başına, diğer oğulları tarafından kurulan mâlûm hîleli oyun netîcesinde, hüznünden gözlerinin ışığını, nûrunu kaybetmişti… Zîrâ, Yûsuf, Ya‘kûb’un en sevgili oğulcuğu, en güzel göz ağarısı –yâni kurretu’l-‘aynı– idi… Yıllar sonra, Yûsuf –aleyhisselâm– peygamberin, kardeşleri vâsıtasıyla babasına gönderdiği gömleği yüzüne gözüne süren yaşlı Ya‘kûb, gözlerinin nûruna kavuşmuş, yeniden görmeye başlamıştı…

Yûsuf, sâdece Ya‘kûb’un mu göz ağarısı idi..? Tabîî ki değil…

Züleyhâ, henüz hîç tanımadığı Yûsuf’u rüyâsında görüşte ona âşık olmuş, ona karşı bu muhabbeti gerçek hayâtının tamâmında, hem Azîz’in karısı iken, hem de sonradan Yûsuf’la evlendiğinde de devâm etmişti… Yûsuf, Züleyhâ’nın ilk göz ağarısı ve tek nûr-ı çeşmi idi…

Misaller daha da çoğaltılabilir…

Hulâsa-yı kelâm…

Artık denilebilir ki, deyimin aslı “göz ağarısı”dır, fasih telaffuzu, söylenişi de böyle olmalıdır… Meselâ, birinci tekil şahıs için, “göz ağarım” denmelidir… Pekâlâ, “ilk” olmanın bir ehemmiyeti var mıdır..? Olmasa gerek… Zîrâ, kimi ilklerin gözü ağrıttıkları –yâni göze ağrı verdikleri-, buna mukâbil kimi sonrakilerin de gözü ağarttıkları –gözü aydınlattıkları– çok görülmüştür… Fakat, öyle olsa da, ilklerin yeri hep ayrıdır, ilklerin müjdesi de hep daha parlak olmuştur…

Biz, el açıyor, âyetteki duâya âmîn diyoruz…

Vesselâm…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu