Töreli iştikâk temâşâsı devâm ediyor… İştikâkın, aynı habbeden türeyip türevlenen farklı dallardaki meyvelerin lezzetini tatmak, tattırmak gibi bir gâyesi de var, şüphesiz… Seyrüseferin haftalık menzillerinde birer kalem tecrübesinin tahrîri ile hem bir yükten arınmış hem de iştikâk ağacında bitip yetişen meyvelerin lezzetine bakılmış olunuyor… Bugünkü tahrîr tecrübesi, h(a)-r(e)-r(e) üçlüsünden hareketle bâzı kavram ve kelimeler arasındaki ilişkileri yorumlamaya çalışacaktır…
Harâret, “sıcaklık, ısı; bedenî hayât için gerekli olan sıcaklık, vücut ısısı; beden âteşi” anlamlarındadır…
Hurr, “kendisi hakkındaki karârı kendi kendine veren; kendi kendisini idâre eden; hurriyyeti olan, köle ya da esîr olmayan; hür” anlamlarına gelmektedir…
Harîr, “ipek” anlamındadır… Kelimenin harâret kökünden, sıfat-ı müşebbehe sîgasında ve fa‘îl veznindeki diğer anlamı ise “sıcaklık seviyesi yüksek; sıcak”tır…
Harâret, hurriyyet kazanma ve hurr olma âteşidir… Harâret, hurriyyetin timsâli olan otağ ve ocağı ısıtan, aş kazanını kaynatan âteştir… Harâret, hurr ferdleri hurr bir millet hâlinde bir araya toplayan ülfet ve muhabbet sıcaklığı ile hurriyyet âteşidir…
Harâret, harîr yânî ipek böceğinin yaşaması için şart olan asgarî-âzamî aralıktaki ortam ısısıdır… Harâret, harîr böceğinin bünyesinde, harîr kozasını oluşturmak için gerekli olan hareket kâbiliyetini sağlayan öz sıcaklıktır… Harâret, kozasını delerek hurriyetini kazanan harîr kelebeğinin kanat çırpışlarından sâdır olan ısıdır…
Hurr, hayâtı için kendisine şart ve lâzım olan harârete sâhip bulunan, harâreti kendisine yeten kimsedir… Hurr, içerisinde hurriyyetin harâretini taşıyan kimsedir… Hurr, dilindeki ve elindeki hurriyyet âteşi ile halkı harâretlendirip hareketlendiren kimsedir…
Hurr, belirli bir ortam harâretiyle hayatta kalarak kendi kozasını oluşturan ve kozası sâyesinde öz harâretini koruyan harîr yânî ipek böceğidir… Hurr, kozasını delip hurriyyetine kavuşma kaderine sâhip harîr böceğidir… Hurr, harîrden mâmûl alem ya da sancak taşıyabilme hurriyyetine sâhip aşîret ya da millettir… Hurr, -ictimâî sınıflı ülkelerde ve câhiliyye devrinde- harîr elbise giyebilme hurriyyetine sâhip kimsedir…
Harîr, harâretin timsâli bir kumaş cinsidir… Harîr, ancak elverişli harâret ortamında yetiştirilebilen ipek böceğinin, yine elverişli harâret ortamında oluşturabildiği kozadan elde edilen ipek ip ve bu ipten dokunan ipek kumaştır… Harîr, insan bedeni için lâzım olan harâreti sağlayıp koruyan kumaştır; yânî, harîr insan bedenini aşırı sıcaktan ve aşırı soğuktan muhâfaza eder…
Harîr, hurriyyetin timsâli bir kumaş cinsidir… Harîr, -ictimâî sınıflı ülkelerde ve câhiliyye devrinde- hurr bir kimseyi bir köleden ayırtlayan hurriyyet ve de zenginlik alâmetidir; zîrâ, köleler ve de yoksullar harîr elbise giyemezlerdi… Harîr, bir milletin, bir ülkenin hurriyyet alâmetlerinden biridir; zîrâ ancak hurr milletler ve hurr ülkeler harîr böceği yetiştirebilir ve harîr kumâşı îmâl edebilirdi…
Sıcaklık, ısı ve âteş anlamlarını karşılayan harâret kelimesinin başka müştakk ya da kökteşleri de bulunmaktadır:
Harr, yine sülâsî mücerred masdarında ve “sıcaklık, ısı; âteş” anlamlarında bir kelimedir…
Hârr, harr ve harâret kelimelerinden, ism-i fâ‘il sîgasında türemiş bir kelimedir, “sıcak, âteşli” anlamındadır…
Harûr, mübâlağa-yı fâil sîgasında, fa‘ûl vezninde “ısı seviyesi, sıcaklık derecesi yüksek olan” anlamlarında bir kelime olmakla birlikte “güneşin sıcağı; sıcak esen rüzgâr” karşılığında da kullanılmaktadır…
Gelinen noktada, hurr kelimesinden müştakk şu kelimelerden de ayrıca bahsetmek yerinde olacaktır:
Hurriyyet, hurr kelimesinden bir ca‘lî masdar olarak “hürlük, hürriyet” anlamına gelmektedir…
Hurriyyet-harâret ilişkisini, günümüzde çok kullanılan “hürriyet âteşi” ifâdesinde müşâhede etmek mümkündür… Şöyle ki, bir ferd olarak insânı ve bir cemiyet olarak da milleti yaşatan, varlığını devâm ettirmesini sağlayan en temel sâiklerden ve hayat şartlarındandır hurriyyet harâreti… Yânî, hurriyyet âteşini kaybeden insanların oluşturduğu milletler sömürgeleşmeye, esâret altına girmeye, köleleşmeye mahkûm olurlar… Hurriyyet, harâretli ve hurr bir rûh sâhibi âteşli savunucularının sâyesinde bayraklaşabilir, elde tutulabilir…
Tahrîr, “hurr kılmak; hurriyyetine kavuşturmak, âzâd etmek” anlamlarının yanında “sınır çizgisi çekmek, sınırlandırmak; yazmak” anlamlarında da kullanılmaktadır… Tahrîr, kendisine, bir kimseye ya da bir şeye hurr bir alan oluşturmak gâyesiyle -diğer(ler)iyle arasına- bir sınır çekmek demektir… Tahrîr, içinde tuttuğu fikriyâtını ve hissiyâtını, yazmak sûretiyle hurriyyetine kavuşturmak, hurr kılmaktır…
Muharrir, tahrîr kelimesinin ism-i fâili olarak “yazı yazan, yazar” anlamına gelmekle birlikte “fikirlerini ve hislerini -hurr bir şekilde yazarak- hurriyyetine kavuşturan kişi” olarak da yorumlanabilir… Bir ülkedeki hurriyyet hareketleri genellikle muharrirlerin kalemleriyle neşv ü nemâ bulduğu için de muharrir kelimesini “yazılarıyla halk arasında hurriyyet fitîlini âteşleyen ve neşriyâtıyla hurriyyet harâretini yayarak yaşatan kimse” şeklinde yorumlamak mümkündür…
Muharrer, “yazılıp yayılarak hurriyyetine kavuşturulan fikir ve his” anlamındadır; çoğuluna muharrerât denmektedir ki kelimeyi aynı minvalde “hurr fikirler ve hurr hislerin yazıya geçirilmiş hâlleri” şeklinde anlamlandırmak da mümkündür…
İştikâk böyledir… Kavramların ve kelimelerin uçsuz budaksız soy ağacında daldan dala atlayarak sürüp gider… Kimi zaman da yolu bir hikâyeye uğrar…
Şem‘ ü Pervâne…
Şem‘ “mum” demektir, pervâne ise “kelebek”…
Şem‘ mâşuktur, pervâne ise âşık…
Pervâne, Şem‘e duyduğu aşkının harâretiyle harîrimsi perlerini, yânî ipeksi kanatlarını âdetâ bir harr, bir âteş çıkarıp yakmak istercesine çırpar da çırpar… Zâten bu kanatlanış, bu çırpınış da esâsında bir harâret sebebidir… Pervâne, mâşûku olan Şem‘in etrâfında döner de döner; artık aşka tahammülü kalmadığında kendisini Şem‘in şûlesine bırakıp yanar, ölür…
Şem‘ bu… Mâşûk ise de aşktan nasipsiz midir ki… Mâşûk ise de Pervâne’nin aşkına kayıtsız mıdır ki… Şem‘ de yanar yanar; onda yanan, içindeki rişte-yi cân, yânî cân ipi, yânî aşktır… Cân ipi yanıp tükenince Şem‘ de ölür…
Şem‘ i yakıp tüketen, harârettir… Derûnunda yanıp tükenen rişte-yi cân, yânî cân ipi ise harîr, yânî ipektir… Kozanın içindeki harâretten kurtulmak isteyen harîr böceğini Pervâne’ye dönüştüren aşk âteşi ise, içindeki hurriyyet harâretidir… Ezcümle… Hurriyyet harârettendir, harâret ise hurriyyetten… Harîr harârettendir, harâret ise harîrden…
Hurriyyet şâiri Nâmık Kemâl, bu döngüyü tek beyitte mükemmelen nazm etmiştir… Hurriyyetin güzel yüzüne seslenen şâir, onun çok büyüleyici ve efsunlu olduğunu; esâretten hurriyyete kavuşulduğu ânda bu sefer hurriyyet aşkına esîr olunduğunu ifâde etmektedir:
Ne efsûnkâr imişsin âh ey dîdâr-ı hurriyyet
Esîr-i ‘aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretden…
Yânî, kozasındaki esâretten hurriyyetini elde etmek isteyen harîr böceği, hurriyyete kavuştuktan sonra Şem‘in aşkına esîr olan Pervâne’ye dönüşür…
Hurriyyeti elde etmek için harârete ihtiyaç vardır; ancak, elde edilen hurriyyetin harâretini, yânî âteşini elde tutmak çok zordur; o, tutmaya çalışanı yakar, kavurur… Çünkü, hurriyyetin bizâtihî kendisi hurr olduğu için esâreti aslâ kabûl etmez ve de hîç kimsenin elinde esîr duramaz… Hurriyyet, harîr ile bile tutulması imkânsız bir harr, bir âteştir…
Harîr, hurriyyetin timsâli olduğu kadar harâretli düşmanıdır da… Bilge Kağan, Kül Tigin Âbidesi’nde Türk Milleti’ni Çin ipeği, yânî harîri karşısında şöyle îkâz etmektedir:
“Tabgaç Bodun sabı süçig agısı yımşak ermiş… Süçig sabın yımşak agın arıp ırak bodunug ança yagutır ermiş… Yaguru kondukda kisre anyıg bilig anda öyür ermiş… Edgü bilge kişig edgü alp kişig yorıtmaz ermiş… Bir kişi yangılsar oguşı bodunı bişükinge tegi kıdmaz ermiş… Süçig sabınga yımşak agısınga arturup öküş Türük Bodun öltüg… Türük Bodun ölsiking… (Çin Milleti’nin sözü tatlı, ipeği yumuşak imiş… Tatlı sözü, yumuşak ipeği ile aldatıp, uzak boyları iyice yaklaştırır imiş… Yaklaştırıp kondurduktan sonra kötü bilgilerini -kötülüklerini- o anda düşünür imiş… İyi bilgili kişiyi, iyi alp kişiyi yürütmez imiş… Bir kişi yanılsa soyuna, boylarına, çocuklarına değin barındırmaz imiş… Tatlı sözüne, yumuşak ipeğine aldanıp Türk Milleti, çok öldün… Türk Milleti, öleceksin…)”
Anlaşıldığı kadarıyla, harîr yânî ipek, eski devirlerde bir kişinin ya da bir milletin hurriyyetini elinden almak için onları aldatma, kandırma gâyesiyle peşkeş çekilen şeylerden sayılıyormuş…
Öte yandan, dînlerini, aldatıcı dünyâ zevklerine -ve de ipeğine- değişmeyen sabırlı mü’minler için Allâh’ın vaadlerinden birisinin de harîr olduğu unutulmamalıdır:
“Ve cezâhum bimâ saberû cenneten ve harîrâ… (Sabretmelerine karşılık onları cennet ve ipek elbiseyle mükâfâtlandırır…)” (İnsân / 12)
Hulâsa…
Dünyâdaki zorluklara ve darlıklara gösterilen sabrın karşılığı, cehennemin harrından ve harâretinden uzaklaştırılıp hurriyyete kavuşturulmak, buna mukâbil cennetin harîri ile mükâfâtlandırılmaktır… Yânî, cehennemin harrına ve harâretine, karşılık cennetin hurriyyeti ve harîri…
Mevlâ teâlâ cümlemizi aslâ sabır gösterilemeyecek olan cehennemin harrından ve harâretinden, cennetin harîri ile muhâfaza eylesin… Mevlâ teâlâ cümlemizi cehennemin esâretinden kurtarıp cennetin hurriyyetine nâil eylesin… Mevlâ teâlâ cümlemizi tahrîr vazîfesini lâyıkıyla yapan kullarının zümresine ilhâk eylesin…
Selâmet ve letâfetle kalalım…
Abdülkadir DAĞLAR